ERMENİ DNA PROJESİ VEYA ERMENİLERİN “TÜRK ÇIKMA” KORKUSU
Hovann Simonyan bir Ermenidir, Beyrut’ta doğdu, ikamet ettiği yer İsviçre, bazen Avrupa’da da yaşıyor, bazen de Amerika’da. Birkaç dil biliyor, son yıllarda çok ilginç projelere imzaatmış. Son projesi DNA testleridir, yani insanların hangi millete, hangi halka ve ırka ait olması ile ilgili araştırmalar yapıyor. Yani çağdaş teknolojinin sağladığı imkânlardan yararlanarak laboratuar analizleri yapmaktı bu projenin temel amacı...(Mehdiyev, 2015: 77) Hovann Simonyan ve onun ortakları bu alanda uzman olmasalar da çok uyanıklar ve kendi milletlerinin yararına bir şeyler yapmak için bundan da yararlanmayı düşünmüşler. Bu çalışmanın gerekli veya gereksiz olduğu ile ilgili hiçbir fikir yürütmeden böyle bir kanaate varabiliriz ki, Hovann Simonyan çok akıllı bir Ermenidir. Kendi taslağını öyle yerlerde, öyle ülkelerde hayata geçirmeye çalışıyor ki, oradaki insanlar görünüşte biraz Ermeni’ye benzerler. Eğer test belli ederse ki devletin, halkın ve toplumun veya bir milletin kökünde de bir Ermenilik yatıyor, derhal bu ortaya çıkarılır, yalnız o zaman proje yöneticileri hesap edecekler ki hedef doğru seçilmiş amaca ulaşılmıştır. Düşünün ki, örneğin, İspanya’nın başkanı veya başbakanı birdenbire, Hovann Simonyan’ın projesindeki testin sonucuna göre Ermeni çıkıyor (Mehdiyev, 2015: 77). Ve yahut ABD’de önemli bir görevde olan birisi birdenbire anlıyor ki onun kökeninde bir Ermenilik yatıyor. Bu kişi bir akşam İspanyol, ya da İngiliz olarak yatıyor, sabahleyin Ermeni olarak uyanıyor. Veya aksine. Bu proje sayesinde Ermenilerin sayısı da önemli ölçüde çoğalıyor. Bazı Ermenilerin böyle bir iddiası mevcut. Ermeniler dünyada bilinenden fazladır. Hatta iki katıdır söyleyenler var. Bakın amaç budur: Ermeni olup kendisini başka bir milletten zannedenleri geri döndürmek gerekiyor!( (Mehdiyev, 2015: 78) Hovann Ermeniliğe ve kendi halkına bundan iyi daha nasıl hizmet edilebilir ki... Ermeniler bu fırsatı hiçbir zaman kaçırmazlar, onlar biliyorlar ki, artık dünya öyle bir döneme yetişti ki, herhangi bir şahsın hangi millete, soya ait olmasını belirlemek çok da zor iş değil. Kendi ulusal kimliğinden kuşku duyanlar dünyada mevcut DNA uzmanlarına başvurabilirler. En azından bu işin propagandası yapılacak. Çok ilginçtir ki, dünyada bu işi yürüten ve götüren kurumların ve şahısların çoğu Ermeniler. Avrupa ve Amerika’nın DNA testlerini dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleştiren National Geografıc Society veya Family Tree DNA kurumlarının yöneticileri ve orada çalışanların neredeyse tamamı da Ermeniler.( (Mehdiyev, 2015: 78)
ARKEOGENETİK
Günümüzde tıp, hastalıkları daha sağlıklı tanımlamak ve bulguların ışığında yeni tedavi yöntemleri ve ilaçlar geliştirmek için yaşayan insanların genomlarından yararlanırken; arkeogenetikçiler insan genetiği konusundaki gelişmelerden faydalanarak arkeolojik buluntuları -eski kemik, diş veya toprak örneklerini- analiz ediyor, DNA sonuçlarına dayanarak ölmüş insanların kökenlerini saptamaya çalışıyorlar. Böylece arkeoloji için yepyeni kapılar açılıyor. Arkeoloji bu zamana dek olanın aksine artık teorilere ve yorumlara mahkûm olmaktan kurtuluyor. Örneğin genetik analiz sonuçlarına dayanarak göç dalgalarını alışık olmadığımız bir doğruluk içinde kanıtlıyor. DNA'nın çözümlenmesi, arkeoloji için en az geçen yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan teknolojik gelişmeler kadar önemlidir. O dönemde arkeolojik bulguların yaşlarının belirlenmesi, radyokarbon metoduyla tamamen yeni temeller üzerine oturtulmuştu. Bu sayede insanlığa ait kalıntılar, her ne kadar tam yılı saptanamasa da ilk kez güvenli biçimde tarihlenebildi. Arkeogenetik ise iskelet parçalarının okunmasını, kim oldukları bilinmeyen kişilere ait olan kemikler arasında bağlantılar kurulmasını mümkün kılıyor. Bundan on binlerce yıldan beri toprak altında kalmış insan kalıntıları, böylece bize geçmişten çok değerli bilgiler aktaran haberciler haline geliyor. (Krause&Trappe, 2021: 16-17) Arkeogenetik çalışmaların görünen yüzü kadar ilerde siyasi, demografik, ideolojik birçok gizli amacının da olabileceği unutulmamalıdır. Genlerin yolculuğu ile birçok virüs ve bakterinin de yolculuğu düşünüldüğünde biyolojik silahlar içinde bir gizli ajanda tutulduğu bir köşeye yazılmalıdır.
Çok uzun zaman önce ölmüş insanların DNA'sının keşfedilmesinin yanında, son dönemlerde başka bir arkeoloji dalı ilgi odağı haline geldi. Yapılan iş, hastalığa yol açan mikropların eski DNA'sının analiz edilmesiydi. İnsanların göçü ve halkların yer değişimi insanlığın bugünkü durumuna gelmesinde, gelişmiş ve küresel ağlar kurmasında büyük rol oynadı. Ancak bu hareketliliğin bir de bedeli olması gerekiyordu. Bu bedel bulaşıcı hastalıklardı. Binlerce yıl boyunca milyonlarca insan, birbiriyle bağlantılı iki muazzam eğilimle ortaya çıkan bakteriler ve virüsler nedeniyle hayatını kaybetti. Birinci neden dünya üzerinde giderek kalabalıklaşan yerleşim birimlerinde hastalık mikroplarının insanlar arasında kolayca yayılabilmesi ve onları yok etmesiydi. İkinci neden, halklar arasında giderek yoğunlaşan ticaret sektöründeki mübadelelerdi. Mikropların dünyanın yeni bölgelerine yayılması büyük olasılıkla bu mübadeleler sırasında gerçekleşti. Tarih, Kuzey Amerika sakinlerinin Avrupalıların gelişiyle beraber çiçek hastalığı ve kızamıkla tanıştıklarını ve buna karşılık Avrupalıların da buradan aldıkları, 20. yüzyıla dek anakaradan büyük acılara ve birçok insanın ölümüne yol açan frengi mikrobunu ülkelerine taşıdıklarını yazıyor. Birkaç yıl önce Batı Afrika'dan gelen Ebola virüsü, hastalığın diğer bölgelere de sirayet edebileceği endişesiyle epey panik yarattı.
Bir süreden beri erken tarihli göç dalgalarının bulaşıcı hastalıklara neden olduğu konuşuluyor. Bu bağlamda günümüz Rusya'sının güneyinde, insanların kitleler halinde Orta Avrupa'ya göç ettikleri, yerel nüfusun giderek azaldığı bölgelerde, bundan 5200 yıl önce veba salgınları görüldüğüne dair kanıtlar var. Daha öncesinde, bölgeyi kasıp kavuran bir mikrobun insanları öldürdüğü, onların yerlerini bu virüse karşı bağışıklık kazanmış kişilerin aldığı söylenebilir mi? Elimizdeki kanıtlar, gerçeğe hiç de uzak olmayan bir senaryonun varlığına işaret ediyor. Bundan yaklaşık 3000 yıl önce, Avrupalıların genetik yolculuğu tamamlandığında mikroplar, anakara üzerinde son yüzyılın bitimine kadar büyük huzursuzluklar yarattı. Bu küçük canavarların evrimini açığa kavuşturmak arkeogenetik ve tıp bilginlerini epey terletecek gibi. İnsanoğlu, yeryüzündeki en başarılı ve seyyar yaratık olabilir, ancak bakteriler ve virüsler binlerce yıldan beri onun genetik gelişimini engelleyen en büyük baş belası olmaya devam ediyor (Krause& Trappe, 2021: 34-35).
Burada tekrar vurgulamak gerekiyor; tıp dâhil etik ilkelerden çıkıldığında nasıl sonuçlara sebep olacağı tahmin bile edilemeyebilir. Werner F. Kümmel’in Tıp ve Nasyonal Sosyalizm’de anlattığı gibi: Nasyonal Sosyalist-Biyo politikasının temel bir bölümü olarak tıbbın hedefleri, Nasyonel Sosyalist rejiminin ırksal homojen toplum yaratmak için aldığı tedbirlerin iki yönü vardır. Bu tedbirler bir yandan Yahudi ve Arî olmayan Çingene ve Slav gibi Nazilere göre ‘düşük değerli’ ırka (Bunun içinde Türkler ve birçok ulus da vardır. Fakat Türkistan lejyonlarından ve Türkiye’den bu bilgiler her zaman gizlenmiştir -Hilmi Özden-) ait olanlara diğer yandan ruhsal ve bedensel irsi hastalara, engelliler ile toplum değerlerine uymayan homoseksüeller, hırsızlar, topluma ayak uyduramayanlar, işten kaçanlar ve diğerlerine yöneliktir. Nasyonel Sosyalist bakış açısına göre farklı nedenlerle Alman toplumunun yüzde ondan daha fazlası düşük değerli sayılmaktadır. Kamuoyunda bir yandan yoğun propagandalarla bu insan gruplarının bakımının çok masraflı olduğu gözler önüne seriliyor diğer yandan da sözüm ona az değerli kişiler uzun vadede çok değerlilerden daha fazla çocuk sahibi olacaklarından dolayı toplumun dejenere olma tehlikesi vurgulanmaktadır. Nasyonal Sosyalist rejim halk bedeninin temizlenmesi için birçok yöntem belirlemiştir.
-Meslekten men etme (uzaklaştırma) ve Almanya'dan ihraç,
-Zoraki kısırlaştırma,
-Evlenme yasağı,
-Öldürme (Ötenazi ve Holocaust-soykırım) (Kümmel, 2018: 21)
Toplama ve imha kamplarındaki hekimlerin yapmış olduğu deneyler ise Tıp tarihinin utanç sayfaları arasına yazılmıştır. Mayıs 1942'de Hitler'in “Eğer devletin refahına olacaksa, prensip olarak insan üzerinde deney yapılabilir” şeklinde vermiş olduğu karar unutulmamalıdır. Bu hususta toplama kampları hekimlere deney yapma açısından o zamana kadar hayali dahi olmayan imkân ve serbestlikler sağlamıştır. Bu nedenle birçok Kampta tıbbi deneyler uygulanmıştır. Deneylerin çoğu da askeri amaçlara yönelik olmuştur (Kümmel, 2018: 46).
Tekrar Ermenilerin DNA projesine dönersek: Dünyada bazılarının Ermeni olduğunu gün yüzüne çıkarmak için, en azından bazı gerçekleri belirlemek “görevini” ilk kez üslenen de Mark Arslan (Arslanyan) isimli bir Ermeni kökenli Amerikan vatandaşı olmuştur. Bu şahıs henüz 2002 yılında Ermenistan’ın Geği bölgesinde bu işe başlamıştı. Fakat kısa bir zamanda proje durdurulmuştu. Nedeniyse burada yaşayan Ermeniler soy köklerinin “belirsizliği”ni gerekçe göstermişlerdi. Ermenistan basınında o zaman böyle bir yazı yayınlanmıştı; “Geğililer Ermeni çıkmasalar bunun suçlusu kim olacak? “İlkin test tespitlerine göre, Geği’den olan Ermenilerin birçoğu Ermeni değildiler, demek onlar kök, soy itibari ile Ermeni değillerse, acaba hangi millete mensuplardı? Bunu açıklamak çok zor olacaktı. Ermeni olmamak onları genel Ermeni halkından ayıracak mıydı? (Mehdiyev, 2015: 78) Bu soru uzun zaman basında yer aldı, tartışıldı. Gerçek odur ki, Geği ahalisi Ermeni çıkmadı. Acaba onlar kimdiler? Türk mü? Aysoru mu? Süryani mi? Yezidi mi? Neden bu saklandı? Onlar Türk değil de adı geçen diğer başka bir millete ait olsaydı saklanmazdı. Bu proje yöneticilerinden olan Mark Arslan’ın fikridir. Mark Arslan (Arslanyan) o zaman kendi kökeni için de test yaptırmıştı ve kendisi de dörtte bir Ermeni çıkmıştı, oysa Arslan’ın dedeleri 1915’te Ermenilerin Doğu Anadolu’dan tehcir ettirilmesi sırasında Türkiye’nin Erzurum şehrinden Halep’e, oradan da Amerika’ya göç etmişlerdi. Öncelerde Arslanyan soyadını taşıyan Mark’ın soyu “saf” Ermeni çıkmalıydı. Zavah Geği köyü sakinlerini aslında kınamak olmazdı. Ermenistan’da böyle bir iddia var ki, her bir Ermeni’nin kökünde mutlaka bir Türklük yatıyor (Mehdiyev, 2015: 79). Hâlbuki bu projeyi yönetenlerin iki amacı vardı:
Birincisi, Ermeni halkının genetik geçmişini öne çıkarmakla bu halkın daha yüksek ırka mensup olduğunu ispat etme yönü. Ermeni halkının hayatında yaşanan yer değişmelerinin, göçlerin, işgallerin ve açılımların tarihi etkisi araştırılarak ortaya böyle bir “ürün” bırakılmaları, Ermeni halkının Armenlerin, Hititlerin, Hayların, Haykların, Hurilerin, Mitanilerin, Urartuların, Frigler’in vb. izleri vardır ve en eski dönemlerde Ermeniler yaşadığı topraklarda işgal sonucunda bulunmuş uluslar; Asurlular, Kimmerler, Keltler, Yunanlılar, Partlar, Romalılar, İskitler, Makedonyalılar, Medler, Persler Ermeni halkının oluşumunda önemli rol oynamıştır. İkincisinin bu “soy biliciler” Ermeni diasporası temsilcilerinin yoğun olduğu ülkelerde tarihi belgeleri de ortaya koyarak nüfus sayımlarını, vatandaşlık kayıtlarını dikkate alarak Ermeni soyundan olanları araştırıyorlar. Örneğin adı, soyadı ve tüm delilleri ile İngiliz olan bir kişiyi test ederek onu “Ermeni” yapmak istiyorlar. Projeyi hayata geçirenlerin görüşüne göre tarih boyunca böyle Ermeni ailelerinin sayısı belki de şimdiki tüm Ermenilerin sayısına eşittir. Elbette şu an Ermenistan’ın yardıma ihtiyacı var. Bazı “önemli” ülkelerin Ermeni devlet adamları bilseler ki onlar gerçekten köken olarak Ermenilerdir, kuşkusuz kendi halkına ilgileri değişecek ve anavatan Ermenistan’a onların da bir yardımı, katkısı olacak. Projede yer alan diğer bir kişi olan Peter Hraçdakyan diyor ki; I. Dünya Savaşı döneminde ve ondan sonra birbirlerini kaybetmiş Ermeni akrabalar bu test aracılığıyla birbirlerine kavuşacaklardır. Baba ve anne tarafından birbirine akraba olan kişilerde bu testler farklı yöntemlerle yapılacak (Mehdiyev, 2015: 80-81).
Projede temel figürlerden biri olan Hovann Simonyan Ermeni diasporasında çok önemli figürdür, Ermeni tarihi, tarihi coğrafya, Ermeni kültürü alanlarında faaliyet göstermiş birisidir. O, bu test analizlerinin yapılması ve bazı konuların aydınlatılmasının Ermeni tarihinde yararlı bir araç olacağına inanmaktadır. Ermeni tarihinde rolü olan meşhur ailelerinin de test edilmesi amaca uygun görülüyor. Belli ki, tarihte Ermeni soylu olarak bilinen bazı ailelerin de Ermeni olmadığı konusunda çok ciddi iddialar var. Örneğin, Dağlık Karabağ’dan olan Melik soylu aileler, Orbelyanlar, Arqutyanlar, Bagratyanlar vb. Bu proje onları kesin olarak “Ermeni etmelidir.” Ünlü kişilerin Ermeni olmadığına dair ileri sürülen görüşleri Ermeni DNA test projesi ile yalanlamak istiyorlar. Adı geçen bu ailelerin temsilcileri artık test edilmiştir. İlginç şu ki bu sonuçlar ilan edilmiyor. Demek bu şahıslar da Ermeni çıkmamıştır. Eğer Ermeni çıksalardı çoktan basında gürültü koparılmıştı (Mehdiyev, 2015: 81) Projenin yöneticileri Türkiye’de kripto-Ermeniler “aramaya çıkmak” fikrindeler. Onlar defalarca bu amaçla Türkiye’ye gelerek gönüllüler aramışlardır. Bu test çalışmalarında çoğu zaman “ari ırktan” saymak istediği aile veya kişiler Türk çıkıyor. Buna göre Hovann ve proje arkadaşlarını Ermenistan’da hiç sevmiyorlar. Neden? Çünkü bu proje başladığından bu yana Ermenileri her an “Türk çıkma” korkusu sarmış durumdadır (Mehdiyev, 2015: 82). Genlerle milliyet ispatlama merakı görüldüğü gibi her milleti sarmış durumdadır. Fakat bu işin yan etkileri Ermenilerde ve diğer uluslarda da görülecektir. Daha önceki yüzyıllarda antropoloji ile milliyet merakı nasıl iflas etti ise genlerle milliyet iddiaları da bu yola doğru dönüşecektir.
SONUÇ
Genom projesinin insanlığa katkısı olabilecek yönleri unutulmadan siyasî ve ideolojik çerçeveden bakılırsa böl-parçala-yönet veya yeni uluslar oluşturma (devlet ve ulus inşaları) düşüncesinin küresel güçlere hizmet aracıdır. Gün geçtikçe çevre, sağlık, nüfus vb. sorunların arttığı bir dünyada ahlakî değerlerden uzaklaşmış küresel sermaye sahipleri acımasızca gen tuzaklarını devreye koymaktan çekinmeyecektir. Hangi ırkların veya bireylerin yaşama şansı olduğuna onlar karar verecektir. Bizim saf-temiz kalpli, art niyetsiz gençlerimiz ile ulusalcı (milliyetçi) insanlarımız da ağız mukozalarını ve üstüne dolarları da vererek atalarının genlerini öğrendiklerini zannedecektir: Hayır! Verilen ağız mukozası değil gelecekte kimlerin torunlarının yaşayacağı veya yok olacağı sorunudur. Amin Maalouf’un Uygarlıkların Batışı eserinde söylediği gibi çağımızda “Zamanın Ruhu” (Zeitgeist): “eşitsizlikleri meşrulaştırma” “dijital-mekanik-kuzenler” ve “küresel egoizm”dir. Şu anki dünya bir gemi ise kaptanlarına ve yardımcılarına bakılması gerekir. Bu kaptanlar gemiyi (dünyayı) kıyıya çıkarırlar mı? Bu çağın görünen sorunları: etrafınızdaki küresel ısınma, salgın hastalıklar, kimyasal biyolojik tehditler, nükleer denemeler, doğayı yok eden teknoloji, savaşlarda sivil halka yönelik imha hareketleri, soy kırımlar, ezilen yok olan çocuklar, aç sefil, sağlıksız insanlar ile ayrıcalıklardan (seçilmişler!) başka diğer insanlara ve canlılara hayat hakkı tanınmamasıdır. Bu geminin kaptanı Hz. Nuh (Selam olsun) değil. O halde ön görülerimizi yeni baştan gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Gen Tuzakları(Oyunları) satırlarını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden okul arkadaşım, akademik sahasında yetkin “Tıbbî Genetikçi” bir Hocamızın sözleri ile bitirmek istiyorum: “Niçin ve ne amaçla alındığını bilmediğiniz hiçbir vücut-biyolojik- materyalinizi (ürününüzü) değil kan, ağız mukozası; tükürüğünüzü bile bu uluslar üstü laboratuvarlara vermeyiniz”.
Hilmi ÖZDEN
Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ph.D.
.
Kaynaklar:
Gaffar Ç. Mehdiyev. (2015). Ermeni Düşünce Sistemi ve İdeolojileri, Ekim yayınları, İstanbul.
Johannes Krause&Thomas Trappe (2021). Genlerimizin Yolculuğu, Say Yayınları, (Çeviri: Mehmet Ali Erbak), İstanbul.
Werner F. Kümmel. (2018). Tıp ve Nasyonal Sosyalizm, Betim Yayınları, (Çeviri:
Süreyya Kılıç), İsatanbul.
Amin Maalouf. (2019). Uygarlıkların Batışı, Yapı Kredi Yayınları, (Çeviri: Ali Berktay), İstanbul.