1933 yılından itibaren İlkokullarda okutulmakta olan “andımız” kaldırıldığı zaman çok üzülmüştüm ve tepki göstermiştim.
Kaldırıldığı o günlerde, “açılım süreci” gündemde olduğu için, andımızın ırk ve milliyetçilik anlayışını çağrıştırmasının rahatsız etmesi gerekçe gösteriliyordu.
Ayrıca, yağmurlu ve soğuk havalarda çocukların ıslanmaları ve üşümeleri mümkün olacağı için mağdur edilmemeleri gerektiği de bir başka sebep olarak söyleniyordu.
Bu ve benzeri gerekçelerle andımızın okunmasının kaldırılması, “eğitim” adına büyük bir kayıptır. Yeni nesil, “milli ve manevi ruhu” yaşamaktan mahrum edilmiş olmaktadır.
Andımızın kaldırılmasına, “kimlik", “kişilik" ve "karakter” açısından bakıldığında yanlış bir karar olmakla birlikte, beraberinde "eğitimde sosyalleşme" yönüyle de büyük bir eksiklik meydana getirecek olması dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
O günlerde, Türkiye Kamu Sendikaları (Türk Eğitim-Sen) andımızın kaldırılmasına büyük tepki göstermişti. Bu durumu mahkemeye taşıyarak "milli" ve "eğitim" davasına sahip çıkmıştı.
Danıştay 8. Dairesi, andımızın okunmasının kaldırılması kararına itirazı (şikayeti) yerinde bularak okunması gerektiği yönünde karar verdi.
Danıştay’ın bu kararına, üst makamlardan tepkiler gelmesi üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı, Danıştay’ın bu kararına itiraz etti.
M.E.Bakanlığının Hukuk Bürosu, temyiz dilekçelerinde "11 sayfa olacak kadar ne vardı, neler yazıldı" diye soracak olursanız, neler yazıldı, neler...! Öyle şeyler yazdı ki, savaş sebebi olacak cinstendi. Bu skandal sözler (gerekçeler) çok büyük tepki gördü. Çünkü, bunu, adı “milli” olan ve “eğitim” görevi yapan bir bakanlığımız söylüyordu.
Andımızı, komünizim ve faşizm uygulamalarına benzeterek “çağdışı ve bilimsel değil, papağan gibi tekrar” dedikten sonra, “Türkler, kendi çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan topluluktur” diye bozuk ve saçma bir cümle kullanmış olmalarını bilgisizliklerinin bir ifadesi olarak değerlendiriyorum.
Neticesinde 3 hukukçu görevinden alındı. Görevden alınmalarından ziyade, bu zihniyette olan kişilerin böylesine önemli yerlerde bulunmasının sıkıntılı ve düşündürücü olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Bu hatırlatmaları ve açıklamaları yaptıktan sonra gelelim asıl meseleye.
Andımızın okullarımızda okutulmasının “kimleri?” ve “neden?” rahatsız ettiğini anlamakta zorlanıyorum. Okutulmamasının sebeplerini mantıklı bulmadığım ve eğitimde eksiklik olacağını düşündüğüm için bu durum beni de çok rahatsız etmiştir.
Andımızdaki sözlerin rahatsız edici bir yanı da yok. “Türküm, doğruyum, çalışkanım, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yükselmek, ileri gitmek” demek, “Ey büyük Atatürk, ne mutlu Türküm diyene” ile milli ve manevi ruhu ifade etmek bu kadar zor ve sıkıntılı olmamalı. Sıkıntılı ve sakıncalı olsaydı, yaklaşık 80 yıldır söylenmesi mümkün müydü?
Değerleri bilmek ve kavramları karıştırmamak gerekir. Fertler ırkçı olabilir ama, devlette "vatandaşlık" ve "millet" bilinci, birilik-beraberlik anlayışı olmak zorundadır.
Milli marş ile andımız çok farklıdır, karıştırmamak gerekir. Milli marş, meclis ve bayrakla birlikte bağımsız millet olmanın şartlarından birisidir. Andımız ise, milli ve manevi ruh verilen, ideal insan yetiştirmek için uygulanan bir eğitim unsurdur. Okullarda okuttukları antları olmayan milletler vardır. Ülkelerin çoğunda benzeri eğitim uygulamaları görülür. Milli marşı olmayan bir millet olamaz.
Ben, 1989 – 1994 yılları arasında Elmasbahçe İlköğretim Okulu müdürlüğü yaptım. Andımızı, bildiklerimden ve yaşadıklarımdan hareketle söylüyorum. Okulumda, Roman öğrencilerle birlikte, Arnavut göçmenleri ağırlıklı olmak üzere diğer ülkelerden gelen göçmen vatandaşlarımızın çocukları okuyorlardı. Andımızı okumak için yarıştıklarını biliyorum. Andımız ile, “millet olma” ve “birlik-beraberlik bilinci”, en güzel haliyle ifade ediliyordu. Öğrencilerimin ıslandıklarını ve üşüdüklerini de hiç hatırlamıyorum. Çünkü, eğitimciler çocuklarını mağdur etmezler, hayatın zor şartlarının da olacağı durumları bilirler ve öğretirler. Olumsuz hava şartlarında okul içerisinde veya sınıflarda söyletilmesini isterdim. Topluluk karşısında konuşmanın havasını teneffüs eden öğrencilerin “eğitimde sosyalleşme” olgusunu yaşadıklarını vurgulardım.
11 sayfalık temyiz dilekçesindeki ifadeler asılsızdır ve bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Yazanlar, kasıtlı bir niyet içerisinde hareket ediyorlarsa durum çok daha vahim demektir.
Türkler, millet olma bilincini yaşayan ilk milletlerden birisidir. Orhun Abideleri, Göktürkler'deki Türk adı, Dünyanın 7 harikasından biri olan Çin seddinin yapılma sebebi, Mete Han'ın Çinliler'e kayalık, çorak bir vatan toprağını dahi vermeyerek savaşmayı tercih etmesi, Avrupa'nın, Batı Hun hakanı Atilla korkusu, Kürşat ihtilali, Türk destanları, Dede Korkut hikayeleri, 1071 Malazgirt zaferi... diye eski Türk tarihi ile ilgili kısa bir hatırlatma yapsam ve Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügati't Türk (1072) adlı eserini söylemiş olsam bilgilendirmiş olurum diye düşünüyorum.
Dünya tarihinde ve yeryüzünde her yerde "TÜRK" vardır. Türk'e ait bir eser, bir iz bulunur. Bazı milletler "dün" kurulmuş gibi yenidir. Türk milletinin varlığı milattan önceye dayanır.
Diyelim ki, Fransa'ya gittiniz. Size, “kimsiniz?” diye sorduklarında “TÜRKÜM” dersiniz. TÜRKİYE'den geldiğinizi, TÜRKÇE konuştuğunuzu söylersiniz ve hayran oldukları ATATÜRK'ten söz edersiniz. Hep "TÜRK" adını söylemiş olursunuz. Gerisi teferruattır.
TC, TBMM, TÜBİTAK, THY, TDK, Türk Edebiyatı, Türk Halk Müziği, Türk sineması...vs. gibi pek çok kurumlarımızın ve kuruluşlarımızın adı "TÜRK" ile başlar ve Türk, her yerde vardır.
SÖZÜN ÖZÜ: Unutmayalım ki, "kudretsiz dimağlar, zayıf gözler hakikati kolay göremezler." Milli birlik ve beraberlik ruhu ile iri ve diri olmak zorundayız. Bunun için de, muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızdaki asil kanda mevcut olduğunu bilmeliyiz. Adımız andımızdır çünkü, “Ne mutlu Türküm diyene” demenin onuru ve gururu yaşanılmaktadır.