20 Ekim 2024 tarihinde Hristiyanlar tarafından kutsal sayılan pazar günü Fethullah Gülen'in ölümü büyük yankı yaptı. Müritleri; yerine kimin geçeceği, müthiş mal varlığına nasıl sahip olunacağı ve nasıl paylaşılacağı konusunda kavgaya tutuştular. Hatta önde gelenlerin birbirlerine suikast düzenleyeceklerinden bile söz edildi. Darbe teşebbüsü ile 250'nin üzerinde şehit verilmesine vesile olması sebebiyle eli kanlı bir terörist olarak bilindi. Arkasından çok söz edildi. Bilinenler ile malum, bilinmeyenleriyle meçhul olan bu olayı bir de anlatmak istedim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki teröristler canidir. Milletin meclisi (TBMM) olan bir yerde konuşmasını bırakın adından bile söz edilmemelidir.
15 Temmuz Darbe teşebbüsünün üzerinden 8 yıl geçti. Açıklığa kavuşturulmayan sırlarının bulunması "acaba" düşüncesini ve mevcut durumun sorgulamasını aklımıza getiriyor.
Günümüzde darbeler demokrasi yönetimi oturmamış olan tam gelişmemiş ülkelerde görülmektedir. Her yönüyle hayat seviyeleri çok yüksek ülkelerde darbe yerine "istifa etme" anlayışı vardır.
12 Eylül 1980 darbesinde Eğitim Enstitüsü’nden 2 ay önce mezun olmuştum. Öncesinde gençlik hareketlerinin içerisindeydim. Cezaevinde yattım. 20’li yaşlarımda 1980 ihtilalini yaşadım. İnandığım ideallerim, milli ve manevi değerlerim uğruna verdiğim mücadelenin bedelini ağır ödedim. Kısacası, darbe gördüm, sıkıntılarını yaşadım ve mağdur oldum. (İlginçtir, bu darbeyi yapanlar, 2009 yılında, kendi adamlarını müdür yapmak için, beni okul müdürlüğünden almışlar ve bana da bir çeşit darbe yapmışlardı)
Bugünlere gelene kadar geçen süre içerisinde, "yönetime müdahale" şeklinde bazı olaylar yaşadık. "Her 10 yılda bir darbe oluyor" sözü siyasi terim oldu.
15 Temmuz 2016 Tarihinde çok vahim bir darbe teşebbüsüne maruz kalmıştık. Bugün, darbenin 7. yılında bazı hatırlatmaları yapmamım anlamlı ve faydalı olacağını düşündüm.
15 Temmuz 2016 günü yaşadığımız olay, inanın çok farklıydı. Korkunç bir kâbustu... Adına ister darbe deyin, isterseniz kalkışma, ayaklanma, ele geçirme, isyan, çete terörü...vs. ne derseniz deyin...
12 Eylül darbesini yaşayan bir mağdur olarak söylüyorum. Ben, böyle bir şeyi ne gördüm, ne de duydum. Durum çok vahimdi. Daha da ötesi bir vahşetti.
Darbe olayını biliyorsunuz. Açıklığa kavuşmamış durumlar olmakla birlikte ilk sivil darbe olması yönüyle oldukça düşündürücüydü. Kimin kiminle çatıştırıldığını, neler yapılmak istendiğini, derin yapılanmayı, hiyerarşik düzeni, istihbarat durumunu, dış güçlerin parmağını... gibi durumları görme, anlama ve sorgulama imkanımız oldu. Darbenin düşündürdükleri, tedbirler konusunda tecrübe edinmemize vesile oldu.
Öncelikle, "en kötü demokrasi yönetimi, iyi bir darbeden daha makbuldür" sözünden hareketle, darbe teşebbüsünü kınıyorum, lanetliyorum. Hürriyet ve demokrasi düşkünü asil milletimizin darbeye karşı koymasındaki cesaretinden dolayı bir Türk olarak gurur duyuyorum. Bu uğurda canlarını feda edenlere rahmet diliyorum
Biliyorsunuz, bir dönem faili meçhulleri sorgulamıştık.
15 Temmuz’da darbe girişimi ile bir fiil (eylem) gerçekleştirildi. Bu fiilin failleri meçhul değildi, malumdu.
Tıpkı, darbe girişiminde bulunanlar gibi, o zaman da bu örgüt mensubu kişiler, "kadrolaşma, yapılanma" adına insafsız, vicdansız, acımasız idiler.
Benim gibi, düzmece soruşturmayla görevden alınan müdürler, bir günde 76. madde ile müdür olanlar, atamalarda puanlama entrikalarıyla müdürlük görevinden alınanlar ve yerlerine liyakatı olmayanların müdür yapılması malum iken bunlar için faili meçhul demek mümkün müdür?
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Necip Hablemitoğlu... ve diğer olaylar açıklığa kavuşturulamadı. Bu ve benzeri olaylar artık, faili meçhul değil, faili malumdur.
Kadrolaşma, yapılanma ile devleti ele geçirmek üzere yola çıkan çetenin ayak sesleri uzaktan duyuluyordu. Bunu dile getirenler oluyordu. Köşe yazılarında, kitaplarda, TV programlarında (Uğur Dündar’ın ARENA gibi) anlatılıyordu.
Yurt içindeki ve yurt dışındaki okullar, dershaneler, yurtlar malumdu.
Çalınan sorular gündeme geldi. Hak gaspı ile mağdur edilenler yıllarca atanamadılar, perişan oldular. Kimleri ise "kul hakkı" ile tam puan alarak başkalarının yerine geldikleri, nerelere yerleştikleri malumdu.
Abant toplantılarında görüşülen konular, Türkçe Olimpiyatları’nı düzenleyenlerin niyetleri malumdu.
Televizyonlar, radyolar, kitaplar, gazeteler, dergiler ve bunlara reklam verenler, besleyenler, destekleyenler faili meçhul değildi. Basın-yayın gücü malumdu.
Bankalar, holdingler, AVM’ler, işletmeler, şirketler, araziler, binalar, vakıflar, dernekler biliniyordu. Şaşırtan mal varlıkları malumdu.
Önceleri, masum maskeli faili malumlar, sinsice faili meçhul makyajlarıyla kurumları ele geçirerek yapılanmayı tamamlamak istiyorlardı.
Kaset ve dinleme skandalıyla devlet görevlilerine, siyasilere namus suikastı düzenleyerek gözdağı vermek istedikleri malumdu.
Askerlere yapılan Ergenekon, Balyoz darbeleriyle, düzmece kumpaslarla vatansever subaylar tasfiye edilerek, kendilerine engel olarak gördüklerini ortadan kaldırılmak istemişlerdi. Askeri güç itibarsızlaştırılıyordu, zayıflatılıyordu. Hareket alanlarında hakimiyet sağlama niyetleri malumdu.
O dönem, bu askerleri "yok etme" görevini yerine getiren örgüt üyesi Savcı Zekeriya Öz’e, milletin, mazlumun ahı uzun sürmeyecekti, kaçacağı malumdu.
Devlette duygusallık olmaz. Anayasa, demokrasi, kanun, hukuk çerçevesinde devlet milleti için vardır. OHAL, O HAL için olmalıdır.
Evet, bir zamanlar faili meçhul denilenler, bu darbe ile faili malum oldu.
Her kurumdaki, kuruluştaki kadrolaşma ve yapılanma biliniyordu. Darbe ile “örgüt, çete, kimlik, niyet” malum oldu.
Bazı anlaşılmayan durumlardaki soru işaretlerini de “faili meçhul” olmaktan çıkarsak da her şey “faili malum” olsa diyorum.
Bunun için darbenin siyasi ayağına da el atmak gerekir.
Türk’ün tarihi destanlarla doludur. Bozkurt, Ergenekon, Çanakkale...gibi destanlarımızdaki olaylar olağanüstü durumlardır. “Darbeden destan olmaz” diyen iç ve dış güçlerin oyunları bozulmalıdır, senaryolar yazdırılmamalıdır.
Bilim-kurgu filmlerini bile gölgede bırakacak kadar aksiyonel, hızlı ve kanlı olan bu olay için "senaryo" sözlerine inanmamakla birlikte, her ihtimali de bir köşede saklı tutuyorum.. Bu duruma "neden?" ve "nasıl?" geldiğimizin muhasebesinin de yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca. “Hoca efendi” sevgisinden lanetlenen FETÖ haykırışına geçiş olayı… gibi konular da sorgulanması ve soruşturulması ile olayın faili meçhul olmaması için açıklığa kavuşturulmalıdır.
15 Temmuz darbesinin önemli isimlerinden Emekli Korgeneral Zekai Aksakallı, FETÖ darbesini anlatmıştı. FETÖ elebaşı Albay Semih Terzi’nin öldürülmesi için Ömer Halisdemir’e emir verildiğinden de söz edilmişti.
ABD’nin kendi çıkarları (milli menfaatleri) için terör örgütleri olan PYD, PKK, DEAŞ vs. yi kullandığı da belirtiliyor.
Gelişmiş ülkeler, "darbeyi" sivil, sosyal ve siyasi hayatlarından çıkarmışlardır.
Bizler de bunu hiç hak etmiyoruz. Heyecanı seven, tarihi ve destanları ile hareketli bir milletiz ama darbe, asaletimize hiç yakışmamaktadır.
Ve nihayet, neticede çirkin yüzünü masum görünümlü maskesiyle kamufle etmiş olan cemaat tarafından, hakkındaki temiz düşünceler kirletilmiş, iyi niyetler istismar edilmiş, dini duygular sömürülmüş velhasıl toplum yanıltılmış, uyutulmuş, kandırılmış... Milleti, jetlerin sesleri uyandırdı, tankların paletleri (hareketi) canlandırdı. Şer, hayra vesile oldu.
Bu gibi durumlar karşısında duygularımızı bir kenara bıraksak da makul ve mantıklı düşünmeye başlasak, malumla meçhulü ayırt etsek iyi olacak diyorum.
Aklımızın yüreğimizin veya yüreğimizin aklımızın yanında olması dilek ve duası ile...