MHP lideri Devlet Bahçeli, 1999'da yakalandığında Türkiye'ye hizmete hazır olduğunu bildiren terör örgütü PKK elebaşı Abdullah Öcalan'a çağrıda bulunarak, "'Her türlü hizmete açığım' diyen teröristbaşı, çıksın terörü bitirdiğini ilan etsin" dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli, terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın 1999'da Türkiye'ye getirildiği sırada sarf ettiği, "Türkiye'ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz ederim. Kaydedin, yayınlayın. İşkence etseydiniz... İşkence etmediniz. Ama ben gerçekten söylüyorum. Türkiye ve Türk halkını seviyorum. Onlar için iyi hizmet edeceğime inanıyorum. Fırsat verilirse yaparım. Bir fırsat verilirse, bir hizmet imkanım varsa ki inanıyorum vardır, hizmet yapabilirim" sözlerini hatırlatarak Öcalan'a çağrıda bulundu.
"ÖRGÜTÜN TASFİYE EDİLECEĞİNİ TEK TARAFLI İLAN ETSİN"
Bahçeli, "Türk-Kürt kardeştir, araya giren, bozgunculuğa heveslenen kim varsa kamburdur, kalleştir, kanser hücresidir, kahrolmaya mahkumdur. DEM Parti’nin iradesini İmralı’ya rehin bırakması siyasetin doğasıyla ve ahlakıyla bağdaşmayan, hür ve bağımsız siyasetçi yapısıyla uyuşmayan ilkelliktir. Türkiye’ye getirilirken, 'Her türlü hizmete hazırım' diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Ama devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından dahi geçirmesin. Hodri meydan, kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler" şeklinde konuştu.
"TÜRKİYE CUMHURIYETİ’NİN ALİ MENFAATLERİ UĞRUNA ELİMİ UZATMAYA HAZIRIM"
Bahçeli, DEM Parti'ye yönelik yumuşama mesajlarıyla ilgili şunları dedi:
Türk milletinin vatan sevgisiyle dolu göğsü, düşmanların lanetlenmeye layık ihtirasları karşısında daima çelikten bir duvar gibi yükselecektir. Yeri gelir elimi uzatır müşterek ve milli değerlerde toplanma çağrısı yaparım; yeri gelir vatan için, millet için, bayrak için, ezan için, devlet için başımı uzatır, şehadet şerbetinden tadımlık değil kana kana doyumluk içerim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ali menfaatleri uğruna her vasatta temel ve ortak değerler etrafında el ele tutuşmaya, elimi uzatmaya varım ve hazırım. Ancak bu elin yanlışa yorumlanmasını, açılan kollarımın, gülümseyen yüzümün ihanetin saklanacağı kisve olarak tevilini asla affetmem, buna da cihan yıkılsa razı gelmem. Vakur yumuşaklığımızı, sağduyulu yaklaşımımızı, uyuklayan dimağ, tavize teşne, teslimiyete tekmil olarak formüle eden güruhun aklına şaşar, alınlarını da santim santim karışlarım.
"BÖLÜCÜ TERÖRÜN KÖKÜ KAZINMALI"
Terörün her türlüsünü reddetmenin, defetmenin ve imha etmenin sonsuz kararlığındayız. 1984’den bu yana devam eden PKK terörünün nasıl bir yıkıma, nasıl bir sosyal ve ekonomik maliyete yol açtığını en iyi bilenlerdeniz. Terörle huzur arasında güvenli bir durak yoktur. Terörle siyaset arasında bağ ve bağlantı yoktur. Terör demokrasinin celladı, özgürlüğün katili, insan haklarının infazcısı, insanlığın can düşmanıdır.
Hem siyaset hem terör aynı kalıba giremez, aynı bedene sığamaz, aynı ağıza sığınamaz. Ya siyaset ya terör, ya siyaset ya silah; arası, ortası, şurası, burası yoktur. Ve de bölücü terörün kökü kazınmalı, Türk ve Türkiye Yüzyılında bin yıllık kardeşlik pekişmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle müzakeresi, görüşmesi, anlaşma yolları araması, yeni süreçlerin imal çabası, sadece ve sadece terör örgütünün değirmenine su taşımak demektir. Hepsinden daha mühimi de şudur: Kürt kökenli kardeşlerimin, bölücü terör örgütüyle hiçbir ortaklığı, benzerliği, yakınlığı, irtibatı ve ilişkisi yoktur.
"TÜRK-KÜRT KARDEŞTİR"
Bu hususta DEM Parti’nin aklını başına alması, uzattığım eli sabote etmek amacıyla tahrik ortamını kamçılamaktan uzak durması herkesin hayrınadır. Kaldı ki, Kürt kökenli kardeşlerim oyunu görmüştür. Karanlık emel sahiplerini sezmiş ve fark etmiştir. 13 Ekim Pazar günü, Diyarbakır Yenişehir İstasyon Meydanı’nda düzenlenmek istenen kanunsuz ve korsan mitinge katılımın çok az olması, buna rağmen marjinal bir grubun terör örgütü propagandası yaparak ülke ortamını germe teşebbüsleri hamd olsun ters tepmiştir. Buradan Diyarbakırlı kardeşlerimi; soğukkanlı ve provokasyonlara gelmeyen cesur tutumlarından dolayı kutluyor, alayını hasret ve muhabbetle bağrıma basıyorum. Türk-Kürt kardeştir, araya giren, bozgunculuğa heveslenen kim varsa kamburdur, kalleştir, kanser hücresidir, kahrolmaya mahkumdur.
Günlerdir fitne yayan başta CHP olmak üzere sözde yorumcu ve kerameti kendinden menkul uzman ve akademisyenler suyu bulandırmak için her kılığa girmişler, her maskeyi takmışlardır. PKK, 1978 yılında, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nin Fis Köyü’nde birinci sözde kongresinde, Marksist-Leninist çizgide büyük Kürdistan’ın kurulmasını hedef olarak belirlemişti. CHP yönetimi, siyasete, akademik hayata ve medyaya tutunmuş vagonları cevap versin, dört parçalı büyük Kürdistan’ın kurulmasından yana mısınız, değil misiniz? Açıklayın da görelim. Söyleyin de öğrenelim. Netleşin, yüzleşin, cesaretiniz varsa ifade ve itiraf edin.
Terör örgütünün taleplerine boyun eğmek, yeni saldırıların ve hain emellerin teşvik edilmesinden ve özendirilmesinden başka hiçbir şeye yaramaz. Devlet terör örgütüyle pazarlığa tutuşmaz, müzakere etmez, sonuna kadar, kıran kırana mücadele eder. Bölücü terör örgütü PKK’nın önünde üç seçenek vardır. Bu üç seçenek yıllardan beri savunduğumuz görüşlerdir.
"PKK'LILAR İÇİN YEGANE ÇIKIŞ YOLU..."
19 Kasım 2006 tarihinde yaptığımız 8.Olağan Büyük Kurultayımızda demiştim ki; Terör çıkmazına saplanarak Türkiye’ye ihanet eden her kademedeki PKK militanları için yegâne çıkış yolu,
1 - Terör eylemlerine koşulsuz olarak derhal son vermek,
2- Silahlarıyla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak,
3- Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmek olacaktır.
8 Kasım 2011 tarihinde İzmir’de yaptığım bir konuşmada aynen değindiğim üzere, “Bunun dışındaki her yöntem, devletin teröre teslim olması ve teröristlerin önünde diz çökmesi anlamına gelecektir ve çok açık söylüyorum ki; makamı ve mevkii ne olursa olsun bunu yapmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.” 24 Nisan 2012 tarihli grup toplantımız, 5 Mart 2013 tarihli grup toplantımız, 31 Ekim 2023 tarihli grup toplantımız çerçevesinde yaptığım değerlendirmeler hep aynıdır, değişmez ve ilkeli çizgimizi ihata etmesi suretiyle ayan beyan ortadadır. Siyaset konuşma sahası, demokratik rekabet vahasıdır. Ancak teröristlerle konuşulacak, konuşularak çözülecek hiçbir şey yoktur. Uzattığım eli bağlamından koparıp başka mecralara çekenlerin nereye varmak istedikleri malum ve mahuttur.
"UZATTIĞIM EL İYİ NİYETLİ BİR ELDİR"
Uzattığım el hesapsız bir eldir. Uzattığım el samimi ve iyi niyetli bir eldir. Uzattığım el Türkiye’de birleşelim, Türk milletinde kenetlenelim tebliğidir. Günlerdir uzattığım elden farklı sonuçlar çıkarıp uyduruk yorumlar yapanlar elbette yanılgının ve yanlışın pençesine düşmüşlerdir. Aklında sadece Türkiye olan bir dava insanı ve Genel Başkan olarak, elimi vatan, millet ve devlet için uzattığımı, dışarıda sert rüzgarlar eserken, içimizde barışsever ve hoşgörülü bir havanın kati surette hakim olmasını gönülden istediğimi herkesin bilmesinde yarar olacaktır.
"İÇ CEPHE" VURGUSU
Biz elimizi yeni bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatırız. Kaldı ki, aynı noktadayım, aynı düşüncedeyim. 30 Nisan 2024 tarihinde yaptığımız grup toplantımızda şöyle konuşmuştum:
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk demişti ki: “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir ülkeyi yok edemez. Ülkeyi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.” Belki niyetleri öyle olmayabilir, fakat eylem ve söylemleriyle iç cephemizi tahrip etmek, milli birlik ve dayanışma hissiyatını saf dışı bırakmak için her fırsatı ganimet sayan bir güruhun varlığı çok açıktır.”
İç cephemiz çökmeyecektir. Bunun güvencesi Türk milletinin tarihi kucaklaşması ve birbirine bağlığıdır. Her partinin Türkiye’yi önceliğine alması, yabancı başkentlerin gözüne ve kumandası altına girmek için ortam yoklamasından geri dönmesi herkesin çıkarınadır.
17 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirdiğimiz 14.Olağan Büyük Kurultayı’mızda kabul edilen ve ana teması “Milli Yükseliş İradesi” olan Parti Programımızda uzlaşma hem kavram hem de fikir olarak ön plandadır: “Milliyetçi Hareket Partisi, en geniş boyutta sağlanacak toplumsal uzlaşma ve mutabakat ile Türkiye’nin büyük hedeflere yönelmesini, bütün imkân, kaynak ve kabiliyetlerini “Lider Ülke ve Süper Güç Türkiye” hedefi doğrultusunda harekete geçirmesini öngörmektedir. Yerel ve yöresel farklılıkların Türk kültürünün zenginliği içinde ve onun tamamlayıcı renkleri olarak görüldüğü bir anlayış üzerinde sağlanacak genel bir uzlaşmanın, toplumsal barış ve huzur için önemli katkı sağlayacağına şüphe yoktur.”
Başka Türkiye yoktur. Hakkari de bizim, Edirne de bizimdir. İzmir de bizim, Şırnak da bizimdir. Trabzon da bizim, Mardin de bizimdir. Biz köklere, kökenlere bakmayız. Biz inançlara, mezheplere ayırmayız. Bölmeyiz, parçalamayız, dağıtmayız. Bayrağa saygı var mı, ona bakarız. Millete hürmet var mı, ona bakarız. Vatana sadakat var mı, ona bakarız. Buradan her zaman olduğu gibi çağrımı tekrarlıyorum, Gün birleşme günüdür. Gün dayanışma günüdür. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak bizim gönlümüzde herkese yer vardır. Bu topraklara vatanım diyen herkese ocağımız açıktır. Bu insanlara milletim diyen herkese kucağımız açıktır. Bu bayrak benim, bu ülke benim diyen herkese kapımız açıktır. Bu kavramlara yabancı olmayanlar, Bu değerlerde bir sıcaklık görenler, Çağrım sizleredir, Gelin bir olalım. Diri olalım. İri olalım. Türk ve Türkiye Yüzyılını hep birlikte inşa edelim. Aziz Atatürk bakınız ne diyordu: “Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini kendi saadetini memleketin, milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”
NUMAN KURTULMUŞ'A YANIT
Bahçeli, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un "Devletin ülkesi olmaz. Devletin milleti olmaz. Bu metin, 'Milletin devleti ve ülkelisiyle bölünmez bütünlüğü' şeklinde ifade edilmelidir. Bu seçkinci, devletçi anlayışın da yeni anayasada milletin gücü üzerine yükselen bir devlet anlayışıyla yeniden ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum" sözlerine tepki gösterdi:
"Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçiş köprüsü TBMM'dir. Hazırlıklar demokratik yollarla icra edilmiştir. Silah siyaset ve stratejiye tutunmuştur. Kısaca temas etmek isterim ki Türkiye Cumhuriyeti demokrasi zaferidir. Mücadele bereketi muazzam bir halk hareketidir. Anlatmak ve açıklamak istediğim özetle şudur. Türk devlet felsefesine hangi açıdan bakarsak bakalım. Devlet millettir, millet de devlettir. Devlet ülkesi ve milletiyle bir ve bütündür. İkisini birbirinden ayırmak, ayrı değerlendirmek, zaman zaman da çatıştırmak, fahiş bir yanlış olmanın yanı sıra devlet umurunu ve onurunu hazmedemeyen nevzuhur demokrat yobazların handikap ve hüsranıdır. Devleti milletten ayırmak, milleti devletten ayrıştırmak su katılmamış bir bölücülüktür ve çok tehlikelidir."
ORHUN YAZITLARI ÖRNEĞİ
"Bizim istikbal vizyonumuz, Türk milletinin dünya üzerinde olmasını arzuladığı en üst mertebeyi hedef alan ve uzun vadeyi kapsayan ufuk ötesi bir menzilin arayışıdır. Asıl mesele önümüzde perde perde açılan ufuk çizgisine odaklanmak değil, ufkun ötesine bakabilmek, bu suretle muhtemel fırsat, mükafat ve müşkülatları zamanında öngörebilmektir. Bu yüksek öngörü seviyesinin şükranla anılan misallerini milli abidemiz olan Orhun Yazıtları’ndan itibaren tarihimizin kilometre taşlarında görmemiz mümkündür" diyen Bahçeli, şöyle devam etti:
Aziz Atatürk tam da bu düşüncelerimizi veciz bir sözüyle bakınız nasıl teyit etmişti: “Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır.” Uzakları yakınlaştıran, uzayan mesafeleri kısaltan, risk ve tehditleri doğru okuyan, çağların üzerinde fikir kanatlarını açıp zamanı bütün zaviyelerinden kuşatan inanmış milli yürekler tarihe derin izler bırakmaya daima namzettir. Bunu yapabilmek için evvela sağlam ve sağlıklı bir tarih şuuruna ihtiyaç olduğu elhak tartışmasızdır. Ne söylüyorsak, hangi uyarıları yapıyorsak, bilinmesini özellikle temenni ederim ki, mutlaka tarihi kaynakları ve haklı gerekçeleri vardır. Toplumların üretim ilişkileri nasıl ki beceri geleneğine dayanıp, kuşaktan kuşağa aktarılarak bir işkoluna veya sanata dönüşüyorsa, milli hafızaya kazınmış pek çok hadise de aynı şekilde aktarılır ve tarih şuuru beslenir.
"İKTİSAT TEORİSİNDE ANLATILDIĞI ÜZERE..."
Yaşanan milli tecrübelerin kılavuzluğuyla yozlaşmayı sileriz, yokuşları ineriz, yönümüzü belirleriz, yükümüzü hafifletiriz, yürüyüşümüzü emniyetli şekilde temin ederiz. Bizim yolumuzu çizen hem yaşadığımız hem de hafızamızda taşıdığımız vatan coğrafyası, bağrından çıktığımız Türk milleti ve tarihin bin bir facialarını kaydeden ıstıraplı sayfalarından elde ettiğimiz doğru sonuçlardır.
İktisat teorisinde anlatıldığı üzere, marjinal büyüme gayri ekonomik hale gelmişse, öne çıkan zenginleşme değil, yoksullaşmadır. Halbuki milletlerin hayatında istikrarlı büyümenin ve imrenilecek hedeflerin marjinal temelde izahı yapılamaz ve buna dair hiçbir sınır da koyulamaz. Hatta sürekli büyüme halinin, sonlu bir gezegenin ekolojik limitlerine çarpmadan nasıl ve ne zamana kadar devam edeceği de uzun zamandır sorgu altındadır.
"AHLAKİ İFLAS, MANEVİ ERİME"
1970’li yıllarda Roma Kulübü’nün başını çektiği işbu sorgulamanın mihrakında şanslı azınlıklar, gelir ve servet yığılmasıyla öne çıkan gelişmiş ülkeler değil, tam tersine azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler yer almıştır. Ekonomiden siyasete, enerjiden eğitime, teknolojiden ticarete, sanattan spora, tarımdan sanayiye, sağlıktan turizme, bilimden kültürel hayata, güvenlikten silah endüstrisine varıncaya kadar dünya hakim güç ve çevrelerin tek yanlı dayatmasına çok tehlikeli şekilde maruz kalmıştır. Adaletsizliğin kökleşmesi, ahlaki iflas, manevi erime, insani felaket yer kürenin her köşesine nüfuz etmiş ve saltanat kurmuştur.
"SİYONİST BARBARLIK"
İsrail'in Filistin'de yaptığı soykırıma bir kez daha tepki gösteren Bahçeli, şöyle devam etti:
Zora ve zorbalığa dayalı haksız güç kullanan mütehakkim ülkelerin suçu ve suçluyu, caniyi ve cinayeti kayıran sübjektif hukuk dalaveresi, güçsüzlerin haysiyeti ve insan hakları üzerine katliam şantiyesi kurmuştur. Katliam makinesi, soykırım çetesi Siyonist barbarlığın bugüne kadar durmayışı, insanlık adına ve uluslararası hukuk namına hiçbir tazyik, tenkit, telin ve telkine aldırmaması yalnızca bir utanç anıtı gibi karşımızda değil, azami ölçüde uyanık olmamızı gerektiren ibret verici bir saldırganlık ve haydutluk anarşizmidir.
İsrail tehdidinde tüm eşikler aşılmış, sözün hükmü hepten aşınmıştır. Bilindiği üzere, Lübnan’da konuşlu bulunan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, bölge güvenliğine destek amacıyla faaliyetini sürdürmektedir. İsrail öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bir yanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni istenmeyen adam ilan ederken, diğer yanda Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’ne periyodik saldırılar düzenlemektedir. Bu durum bir cinnet halidir.
Otokontrolünü kaybeden sözde bir devlet şiddetin bütün düğmelerine gözü kapalı halde basmaktadır. Sözde devlet diyorum, çünkü İsrail uluslararası hukukun evrensel ilkelerine göre devlet olma vasfından hızla kopmuş, bir cinayet aygıtına, bir ölüm mangasına, bir terör örgütüne dönüşmüştür. Batı Şeria ve Gazze’den sonra Lübnan’ın işgal ve yıkım planı sistematik olarak devam etmektedir.
İsrail’in hiçbir yaptırım ve cezai takibata uğramaması, alçaklığının, korkunç azgınlığının, hak ve hukuk tanımayışının başlıca motivasyonu ve moral deposudur. Birleşmiş Milletler aciz, atıl, dilim varmıyor söylemeye ama korkaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kahredici sessizliğe ve tepkisizliğe gömülü vaziyettedir. Uluslararası toplum derhal harekete geçmelidir. İslam ülkeleri üç maymunu oynamaktan vazgeçerek ahlaki tavrını ve tarafını erdemli ve eylemsel adımlarla berrak şekilde göstermek durumundadır.
İSRAİL MALİYE BAKANINA TEPKİ
İsrail Maliye Bakanı, vaat edilmiş topraklar ve büyük İsrail hayalini anlatırken hedef ülkeleri tek tek sıralamış; Suriye, Irak, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan’ı direkt rencide etmiştir. Anlaşılan bu nobran itiraf bile henüz müessir bir uyanışı tetikleyememiştir. Elbette böyle gidemez, akan kana hiçbir surette seyirci kalınamaz, insanlık vicdanının heder ve helak olmasına daha fazla iradesiz durulamaz.
Tekrar ifade ediyorum, Birleşmiş Milletler derhal kuvvet kullanmalı, suçlular tarih ve adalet önünde cezalandırılmalıdır. İsrail’in savaşı bölgeye yayma hamleleri, Lübnan’dan sonra Suriye’yi işgal hevesleri, üstüne basa basa ifade ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti ve mazlum milletler aleyhine çok ciddi bir güvenlik tehdididir. Bu gidişle sınırlarımıza dayanması kuvvetle muhtemel olan Siyonist saldırganlığın ve arkasındaki küresel emperyalizmin asıl gayesi bellidir, herhangi bir ihmal ve kayıtsızlık ağır bedellere kapı aralayacaktır.
CHP'YE "FİLİSTİN ELEŞTİRİSİ"
Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin gelişmeler karşısındaki ilkesiz, ilgisiz, ikircikli ve iltihaplı siyaseti gerçekten de endişe verici boyutlardadır. Mahalle yanarken CHP’nin ısrarla havanda su dövmesi, kaçak güreşmesi, polemik ve dedikodu çarkını süratle çevirmesi ayıplı bir siyasetin ucuz numaralarından başka bir şey değildir.
"NORMALLEŞME" İÇİN 1999 ÖRNEĞİNİ VERDİ
Normalleşme çığırtkanlarına samimi bir hatırlatma yapmanın vakti sanıyorum gelmiştir. Hiç kimse unutmasın ki, hakiki normalleşme 1999 yılında kurulan 57’inci Cumhuriyet Hükümetiyle vücut bulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi’yle Demokratik Sol Parti’nin koalisyon hükümetinde buluşması, o güne kadar devam edegelen ideolojik katılıkları ve siyasi karşıtlıkları yumuşatmakla kalmadı, milli birlik ve dayanışma hissiyatını perçinledi. Yıllarca kuzey-güney kutbu gibi ayrı düştüğümüz siyasi bir gelenekle deyim yerindeyse Türkiye ve Türk milleti ortak paydasında el ele vererek hizmet etmedik mi? Karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde normalleşmeyi kuvveden fiile geçirmedik mi?
Ucuz normalleşme teklif ve temennileri bize kalırsa maksatlıdır, nihayet bu mevzu 25 yıl önce samimi tokalaşma ve kucaklaşmayla zaten halledilmiş ve yeni normal tezahür etmiştir. Normalleşme takıntısı içinde olanlara diyorum ki, geçin bunları geçin, zahmet edip siyasi tarihimizin sayfalarına bakın, orada aradığınızı mutlaka bulacaksınız.
Geçtiğimiz hafta Salı günü, İsrail saldırıları ve Ortadoğu’daki gelişmeler kapsamında Meclis Genel Kurulu’nda yapılan kapalı oturumdan hemen sonra Özgür Bey’in açıklamaları ucuz olmasının yanında ileri derecede sorumsuzluk ve savrukluktur. Muhalefetin Türkiye’ye yabancılaşması, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan dönemde hezeyan nöbetine girmesi siyaset ve demokrasi hayatımız içim vahim bir sancıdır.
"MALUM SÜZÜLMÜŞ MONŞER"
Daha kötüsü ise, Özgür Bey’in yanından hiç ayırmadığı, ikili görüşmeleri kimlerin namına kayıt altına aldığı meçhul ve muamma olan bir eski büyükelçinin milli gerçeklerle çatışan sözleridir. Hükümetin İsrail ve ABD karşısında ortaya koyduğu tavrı, Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine ihanet sayan, Türkiye’nin güvenlik kaygısını saçma bulan malum süzülmüş monşerin İsrail’in diplomatik misyon temsilcisi gibi konuşması şayet mankurtluk değilse, biliniz ki müptezelliğin daniskasıdır.
İsrail ve sırtını dayadığı ülkeler terörizmin ana sponsorudur. Bunu yok saymak demek köleliğe razı olmak, küfre diz çökmek, zillete yaka iliklemek demektir. CHP’nin durduğu yer Türk milletinin durduğu yer değildir. CHP’nin baktığı yer Türkiye’nin milli hedefleriyle bir ve aynı değildir. En temel milli meselelerde uzlaşmaya yanaşmamak, düşman emellerinin vatanımıza ulaşmasına aleni çanak tutmaktır. Gerçi huylu huyundan vazgeçmez, ancak biz yine de CHP’den umudu kesmeyeceğiz, Türk milletinin ve Türkiye’nin yanında zoraki olsa bile makul bir pozisyon alacağı günleri sabırla bekleyeceğiz.
"ORTAK DİRENİŞ HATTI KURULMALI"
Vakit kaybetmeksizin İsrail terör devletine karşı ortak bir direniş hattı kurulmalıdır. Birleşmiş Milletler operasyonel askeri gücünü sahaya yansıtmalıdır. Bunu bölge ve dünya barışı için acilen yapmalıdır. Eğer yapamıyorlarsa, geldiğimiz bu aşamada teklifim şudur: Muhatap ülkeler yeter ki gölge etmesinler, yeter ki çekilsinler önümüzden, yeter ki kapatsınlar gözlerini, ezcümle görsünler kahramanlığı, görsünler Ortadoğu’nun nasıl huzura kavuştuğunu, Türk mü yaman Siyonist eşkıyalık mı yaman tüm dünya şahit olsun.
"ÇOK DİKKATLİ OLMAMIZ GEREKMEKTE"
Hizbullah’ın İsrail’in Hayfa kentinin güneyindeki askeri üssünü İHA’larla vurması çatışma sürecinin kızışacağının açık işaretidir. Sadece Ortadoğu değil, dünyanın geneli bıçak sırtında, diken üstünde, belirsizliğin kapsama alanındadır. Nitekim çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Lübnan’da bulunan vatandaşlarımızın başarıyla ve zamanında tahliyesi de bugünkü sıkıntılı atmosferde milletimizi teselli eden bir gelişmedir. Kuzeyimizde cereyan eden Rusya ile Ukrayna savaşı, güneyimizin baştan ayağa tutuşması, batımızda Yunanistan’ın yaygın tahrikleri, doğumuzda silahlı bölücü terörün iğrenç emelleri ehl-i vatanın ayağa kalkması için gerek ve yeter şartların sağlandığına en bariz delildir.
Milliyetçi Hareket Partisi hem içimizde hem de dışımızda barış havasının, barış kuşağının egemen olmasını iliklerine kadar arzulamaktadır. Çatışmanın sonu yoktur. Savaşın galibi yoktur. İsrail’in Ortadoğu’da tarihi bir hüsran ve hezimete mahkum olması kaçınılmazdır. 1967 sınırları temelinde, bağımsız, coğrafi bütünlüğüne haiz, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devleti mutlaka tanınmalıdır. İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözümün dışında da bir üçüncü yol bulunmamaktadır.
Odatv