Türkiye’de yıl boyunca yaz saatinin uygulanması, sonraki yıllarda dövizle ilgili müthiş(!) öngörüleri ile ün salan damat Berat Albayrak’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptığı 7 Eylül 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile başladı.
Bu uygulama 2018 yılında çıkan cumhurbaşkanlığı kararı ile kalıcı hale getirildi.
Konunun özeti bu!
Özellikle kış ayları olmak üzere ekim ayının sonundan mart sonuna uzanan dönemde çalışanların ve bilhassa öğrencilerin “gün doğmadan” yollara dökülmesine sebep olan ve ciddi tepki çeken bu uygulamadan ısrarla vazgeçilmemesi, insanların aklına malum o soruyu getiriyor.
“Kim bilir kimlerin ne menfaati var?”
Aslında Türkiye’de enerji sektöründe kimlerin at koşturduğu, sorunun cevabı konusunda ipuçları içermekte.
Konuyu iktidarın “ideolojik takıntısına” ve bu doğrultudaki “toplum mühendisliği” çalışmasına bağlayanlar da çok. Bu yaklaşıma “haksız” denemez ama… Hitap ettiği kitle göz önüne alındığında, bu yaklaşımın iktidarın lehine kamuoyu yaratmasını kolaylaştırıcı bir rol oynadığı da yadsınamaz. Bununla birlikte durumun çarpıklığını da ifade etmek şart.
Mesela Ankara’dan yola çıkıldığında ortalama 1000 km’de vardığımız Makedonya ile saat farkımız 2, ama Ankara’dan ortalama uzaklıkları 2600 km olan Suudi Arabistan ve 2900 km olan Yemen ile aynı saatteyiz.
Bu sadece eşyanın değil insanın da tabiatına aykırıdır.
Bu çarpık durum ve uygulamanın meydana getirdiği olumsuz sonuçların “ekonomik ve insanî boyutta” ele alınması en doğrusu. Çünkü hepimizin, her bir vatandaşımızın “ekonomik” ve “psikolojik” açıdan uğradığı zarar ortada.
İktidar, en başından beri bu uygulama sayesinde enerji tasarrufu sağlandığını ısrarla savunmakta. Ancak Elektrik Mühendisleri Odasının (EMO) çalışmasında, “kış mevsiminde yaz saati” uygulamasının tasarruf sağlamadığı gibi tüketimi arttırdığı ifade ediliyor.
Cambridge Üniversitesinden Dr. Sinan Küfeoğlu da "2016 yılında Enerji Bakanlığının iddiası çok ciddi miktarda tasarruf yapılabileceği yönündeydi. Bizim bulduğumuz kadarıyla böyle bir tasarruf söz konusu değil. Son 5 yıldaki elektrik verilerini aldık, inceledik. Aynı şekilde atmosferik değişkenleri alıp inceledik. Bunları modellediğimizde şunu gördük: Yaz saatinden kış saatine geçmemenin -çünkü biliyorsunuz geçmedi Türkiye son 5 yılda- elektrik tüketimi üzerinde gözlemlenebilir veya ölçülebilir bir etkisi olmamış. İspatlanabilir bir etkisi yok" ifadeleri ile konuya katıldı.
Coğrafya ve ekonominin yanı sıra işin bir de -aslında en önemlisi- “insan” boyutu var.
Biyolojik saat dediğimiz “sirkadiyen ritmimizi” düzenleyen saatimizin, yalnızca zaman algısını değil aynı zamanda psikolojik ve bedensel sağlığımızı, iştahımızı, enerjimizi, duygudurumumuzu, dikkatimizi, konsantrasyonumuzu etkilediği bir gerçek.
Geceye uyanan, uyanmak zorunda kalan insanlar ve bilhassa çocuklar güne yorgun başlıyor, yorgun başladıkları günü yorgun bitirmek zorunda kalıyorlar. Bu durumun psikolojik sorunlara sebep olduğu ortada.
Bununla beraber karanlıkta evden çıkıp tekrar binalara giren insanlar gün ışığından mahrum kalıyor. Bunun da yetersiz gün ışığı alımı nedeniyle D vitamini eksikliğine yol açtığını söylüyor konunun uzmanları.
Yani hükümet bu anlamda da “gün yüzü göstermemekte” ısrarcı.
Karanlık, tüm bunlar dışında güvenlik konusunda da problemli. Özellikle de okula giden çocuklar ve çalışan kadınlar için.
Durum buyken Eskişehir Milletvekili Jale Nur Sülllü, 13 Aralık 2023 günü uygulamanın kaldırılması yönünde kanun teklifi verdi.
Şu an komisyondaki teklif için iktidar ve yancısının otomatik parmakları birçok kanun teklifinde olduğu gibi yine “istemezük” diye havalanacak belki ama…
Olsun! Biz yine de sıkıntılı durumu ortaya koymaya devam edelim.
Çünkü bu hepimizi ilgilendiriyor.
İktidar halka kulağını tıkasa da verimliliği düşen, dünya ile entegrasyonu sorunlu hale gelen “enerji sektöründe olan üç beş tanesi hariç” işveren kesimine karşı tavrı ne olur kestiremiyorum.
Birçok yönden “zamandan” ve “insandan” uzaklaştık ama en azından yaşadığımız günün saatleri “insana ve zamana yakın” olsaydı bari, değil mi?
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde diyor ya:
"Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır."
Özetle…
Saatin “yürüyüşünün” bozulması demek, başta insan olmak üzere her şeyin “ayarının” bozulması demektir.
Senelerdir “geceye uyandırılarak zulmedilen” evlatlarımızın gelecekleri sorunlu, sıkıntılı ve mutsuz olacaktır.
Aslında hedef bu mu?
Bilemiyorum.
*************************************************************************
Kıymetli Okurum,
Hani Fuzuli demiş ya, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diye. Ölçüsüz, izansız, şuursuz öyle sözler söyleniyor ki bazen, susmaya gönül razı olmuyor. Dahası, bu sözlere gösterilmeyen her tepki söyleyen kişi ya da grupların cesaretini arttırıyor bildiğiniz gibi. Bu sebeple bazı yazılarımın sonunda bundan böyle “haftanın notu” başlığı ile kendime ve size bazı notlar bırakacağım.
Haftanın Notu:
"Sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz." diyen Milli Eğitim Bakanı’na ve onun kafasındakilere M. Akif’in şu mısralarını hatırlat!
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Teşekkürler,