‘Juliet & Romeo’
Kalıpları kıran, kışkırtıcı ve düşündürücü eserleriyle günümüz İngiltere’sinin önde gelen yönetmenlerinden Ben Duke’un, Shakespeare’in ölümsüz aşk trajedisi ‘Romeo ve Juliet’i ters yüz ederek tasarladığı, yazdığı ve yönettiği ‘Juliet & Romeo’, her evlilik için tanıdık deneyimlerle dolu tümüyle orijinal bir esere dönüşmüş, çağdaş bakışı, derin teatralliği, çok katmanlı yaklaşımıyla övgüler toplayan özgün bir oyun.
Juliet & Romeo ölümsüz ama ölümcül aşkın simgesi olmuş ünlü ikiliyi, o trajik ve müthiş romantik mezar sahnesindeki ölümlerinden kurtarılmış olarak karşımıza çıkarır. Juliet’le Romeo evlenmişler, Sophie adını verdikleri bir kızları olmuş ve daha beteri… birlikte yaşlanmışlardır. Efsane aşklarının iyice sıradanlaştığı, 40’lı yaşlarına girdikleri günümüzde, tadı da tuzu da kaçmış evliliklerinin sorunlarını çözmek için psikoterapiden, hipnoza, çiftler masajına her şeyi denemişlerdir. Çabaları sonuçsuz kalınca farklı bir yöntem denemeye karar verirler: sorunlarını interaktif biçimde izleyicilerle paylaşacak, yaşamlarının belirleyici anlarını onların önünde tekrar canlandırarak, ilişkilerini yeniden yaşayacak ve tekrar değerlendireceklerdir.
Juliet’in “..’da zorluk çekiyor” diye başladığı, irkilen Romeo’nun onu susturduğu bu farklı terapide, hemen herkesin bildiği o büyük ve trajik aşk hikâyesi, en dokunaklı davranışların bile aslında yanlış anlaşılmalarla örüldüğü son derece komik bir anımsamalar zincirine bürünür: Aşklarının başlangıcı Shakespeare’inkinden biraz farklıdır; Romeo, (bu kez Beatles eşliğinde) havalarda uçarak, ama bu kızla olmasa da olur diyerek Juliet’le ilk dans ettiğinde, duyguları şiirsel değil, açıkça şehvet doludur. Juliet rahibin verdiği iksiri içerken yaşama tekrar dönememekten değil, geçen içtiğindeki pamukçuk enfeksiyonundan korkmaktadır; Juliet’in öldüğünü sanan Romeo, son dakikada zehir içmektense, Juliet’siz bir yaşama katlanmaya karar vermiştir, uyanan Juliet ise şişenin kapağını kapatmakta olan Romeo’nun kendini öldürmeye hazırlandığını sanmıştır vs.
İkilinin tartışarak, yüzleşerek, dans ederek, birbirleriyle çarpışarak, hatta birbirini ısırarak ilişkilerini düzenlemeye çaba gösterdikleri, zeki, alaycı, epey de hınzır bir oyundur.
İki oyuncusunun müthiş uyumlu kimyası ve çok başarılı yorumları minimal bir dekorda oynanan oyunu nefes nefese izletir.
Duke’un topluluğu Lost Dog’un turnesinde Duke’un yerini alan Kip Johnson’un Romeo’sunun biraz dağınık ve alttan alta gerginliğiyle, oyunun prömiyerinden beri Juliet’i canlandıran Solène Weinachter’in zarif ve alaycı kesinliği hem çelişir hem birbirini tamamlar. Romeo Shakespeare’in en romantik sözcüklerini Juliet için değil, taparcasına sevdiği kızı Sophie için söylerken, Juliet öfkeli bir soloyla anneliğin bezdirici ve klostrofobik baskısını yansıtır.
Hepimiz için mümkün, ulaşılabilir ve anlaşılabilir bir hikâyeyi zekice, eğlenceli biçimde ve duyarlı bir oyunculukla aktaran Juliet & Romeo, evlilikte aşinalığın giderek ilk tutkunun yerini almasının inceden inceye gözlemlenmiş portresini çizerken, özellikle çiftin kendi idealleştirilmiş versiyonlarının baskısı altında bunalmalarını ustalıkla yansıtıyor. Festivalin en iyilerinden.
‘Yaşam’
İspanyol kukla ustası Javier Aranda’nın yaratıcılığının zirvesine ulaştığı, En İyi Gösteri dalında Julieta Agustí Altın Ejderha Ödülü de dahil olmak üzere Huesca Uluslararası Tiyatro Festivali, Feten Festivali ve Lleida Kukla Festivali’nde birçok ödüle layık görülen ‘Yaşam’, kanımca festivalin en heyecan verici, etkileyici gösterisiydi.
Aranda el kuklasının sınırlarını zorlayarak, sadece iki eli, bir dikiş sepeti ve az sayıda aksesuarla, kukla gösterisine yepyeni boyutlar katan benzersiz bir dünya kuruyor. İzleyiciyi insanı insan yapan tüm anların yalın bir dille kuklalar aracılığıyla aktarıldığı içten, duygu dolu ve eğlenceli yolculukta, hikâyenin karakterleri yaşam döngülerinin tamamını sahnede geçiriyor. Son derece özenli kurgulanmış bir oyunculuğa ışık ve müziğin eşlik ettiği, sona erdiğinde çocuk, büyük tüm seyircilerin çığlık çığlığa alkışlamış olduğu benzersiz bir gösteri,
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
‘Yaşasın Demokrasi’
“Az gittik, uz gittik, bir de döndük baktık ki; olduğumuz yerdeyiz.” Ne diyelim? Ne denebilir? Yaşasın Demokrasi!”
Eskişehir Şehir Tiyatroları, tiyatromuzun efsanelerinden Haldun Taner’in oyunlarından, hikâyelerinden ve gazete yazılarından Ali Eyidoğan’ın derleyip sahneye uyarladığı, yönettiği ve müziklerini yaptığı ‘Yaşasın Demokrasi’ ile festivale konuk oldu.
Oyunun koreografisini Filiz Sızanlı, dekor tasarımını Tülay Kale, ışık tasarımını Ali Rıza Tekin, rolleri Çiğdem Altuğ, Umut Bazlama, Gamze Demirer, Nagihan Orhan, Serhat Onbul, Alp Sunaoğlu ve Ali Eyidoğan üstleniyor. Müzikli ve danslı bölümlerde oyunculara sahne üzerinde piyanist Başak Karakaş eşlik ediyor.
“Demokrasi kuru bir etiket değildir” diyen Taner’in döneminde henüz çocuk olan demokrasimizin artık ergenliğe girdiği günümüzdeki izdüşümüne odaklanan oyun, tüm aksaklıklara rağmen çözümün yine demokrasiden geçtiğinin altını çiziyor.
Ustanın dünyasını canlı ve renkli biçimde yansıtmak amacıyla yola çıkan Ali Eyidoğan, hem uyarlamada hem sahnelemede, özellikle de dört dörtlük ekip oyunculuğunda çok başarılı.
Oyun, iki bölümde, yaklaşık iki saat sürüyor. Kanımca, akıcı ve devamlılığı ustaca kotarılmış metin, kimi kendini tekrar eden bölümler biraz kısaltarak tek perdeye indirgense daha tempolu ve kesintisiz bir seyir oluşur.
Gönül, adında demokrasi olan bir oyunda, demokrasinin hem olmazsa olmazı, hem de baş düşmanı politikacının ‘Keşanlı’daki o nefis monoloğunu da bulmak isterdi. Yine de keyif ve ibretle izlenen, yaptıkları hep belleğimizde dursa da, büyük bir ustanın taptaze kalmış metinlerini yeniden anımsamamıza önayak olacak bir çalışma.
Festivalin ardından
İKSV’nin bu yıldan itibaren İstanbul Tiyatro Festivalleri’ni her sene farklı bir küratörün yöneteceği kararını tartışmanın bana düşmeyeceğini, ancak bireysel olarak bazı çekincelerim olduğunu daha önce belirtmiştim. İlk ‘küratörlü’ festivalin muhasebesini, tabii ki tamamen kişisel bir bakış açısından yapmak istiyorum.
Uluslararası seçkiden başlarsak, ‘Molière Maratonu’, İngiltere’de çok ses getiren ‘Juliet & Romeo’, dans tiyatrosunun iki efsanesi, Akram Khan ve Euripides Laskaridis’in yapıtları müthiş başarılı işlerdi. Kukla gösterisi ‘Yaşam’ belki de festivalin en iyisiydi. Fakat, Pasolini’nin P’siyle bile ilgisi olmayan, dans olarak da epey orta halli ‘Gizli Yangınlar’ kanımca bu seçkide yer almamalıydı.
Yerli yapımlara gelince, İstanbul’un özel tiyatrolarıyla, Lefkoşa, Eskişehir ve İstanbul belediye tiyatrolarının oyunlarından oluşan, popüler tiyatro izleyicisini de ilgisini çekme amaçlı seçkide çok başarılı, çok iyi hazırlanmış olanlar da, henüz tam oturmamış olanlar da vardı. Daha önceki festivallerde de yaşanmış bu ikilemi, oyunların büyük bölümü festivalde ilk kez sahnelendiği için belirli bir hoşgörüyle kabullenmiştik ama, festivalin onca yıllık tarihinde böylesine bir açılış fiyaskosunu ilk kez yaşıyorduk.
Festivallerde, izleneceklerin heyecanını hazırlayan, adındaki şenlik kavramını ilk kez duyumsatan açılış gösterileri ayrı bir önem taşır. Çok sayıda efsanevi yapımlar sahneleyen, tiyatroyu çok seven ve iyi bilen Işıl Kasapoğlu gibi bir tiyatro dehasının açılış oyunu olarak ‘Kibarlık Budalası Remix’i seçmiş olduğuna inanamıyorum. Olsa olsa vakitsizlikten genel provasını izleyemeden programa katmış olduğunu düşünüyorum.
Artıları ve eksileriyle bir festival daha sona erdi. Böyle zorlu bir görevi üstlenen sayın teşekkür ederken, sanat festivali yönetme görevinin o sanat dalını iyi bilen, hatta eğitimini almış bir profesyonel organizatör ve yöneticiye verilmesi gerektiği, bu işin mesleği tiyatro olanların işi olmadığı kanısında olduğumu yine belirtmek isterim.
Hepinize iyi seyirler.
Erdoğan Mitrani / ŞALOM