Siyonizm’in (İsrail’in) Uyuşturucu Trafiği ve PKK-PYD'nin Beyaz Zehir Ticareti

21 Ekim 2020 tarihinde NTV akşamüstü haberlerinde: “Paraguay’dan İsrail’e gidecek olan bir yük gemisinde yapılan aramada, yaklaşık dört (4) milyar TL tutarında uyuşturucu madde yakalandığı…” bilgisi aktarılmıştı. Ancak aynı günkü diğer haber bültenlerinde ve internet haber sitelerinde, ne öncesi ne sonrası süreçte bu çarpıcı gelişmeyle ilgili hiçbir haber ve yorumun yer almaması daha da enteresandı. Anlaşılıyor ki Gizli Dünya Devleti sayılan Siyonist merkezler, anında bu habere sansür uygulatmışlardı. Böylece Siyonist çetenin ve emperyalist sömürü şebekesinin kirli ve tehlikeli yüzü saklanmaya çalışılmıştı.

21 Ekim 2020 NTV haber kuşağında: “Paraguay’da Ülke Tarihinin En Büyük Uyuşturucu Baskınını” aynen şöyle duyurmuşlardı;

“Paraguay’da, narkotik ekipleri ülke tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonuna imza attı. İSRAİL’e doğru yola çıkmak üzere bir gemiye yüklenen kömür konteynırlarından 2,5 tona yakın uyuşturucu çıktı. Ele geçirilen uyuşturucunun piyasa değerinin 500 milyon dolar yani 4 milyar lira olduğu açıklandı. Olayla ilgili çok sayıda kişi gözaltına alınırken, kaçakçılık şebekesinin liderinin de Paraguay devlet televizyonunun eski genel yayın yönetmeni olduğu saptanmıştı.”[1]

Bu durum, Sn. Recep T. Erdoğan’ın aynı günlerdeki: “Biz zahiren iktidar olduk amma fikren (ve fiilen) hâlâ iktidar olamadık!”… “Medya maalesef bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmamaktadır!..” itiraflarını haklı çıkarmaktaydı… Çünkü Türkiye’deki ve dünya genelindeki MEDYA; görünüşte yandaş da olsa, muhalif rolü de oynasa, hepsi Siyonist merkezlerin komuta ve kontrolü altındaydı. Böyle olmasaydı, NTV’nin 21 Ekim 2020 tarihli akşam haberlerinde aktardığı “Paraguay’dan İsrail’e gidecek gemide 4 milyar TL’lik uyuşturucu yakalandığı” haberi bütün haber bültenlerinden ve internet sitelerinden bir anda çıkartılamazdı.

Öyleyse, Sn. Erdoğan’ın “Gerçek iktidar ve güçlü Başkan oldukları, ülkesel ve bölgesel sorunlara hâkim bulundukları” da bizzat kendi itirafıyla, asılsız bir palavra ve propaganda mıydı?

Aynı Günde (21 Ekim 2020’de) Kokain Yüklü Bir Gemi Mersin Limanı’nda Yakalanmıştı!

Mersin Limanı'nda kağıt yüklü konteynırda ele geçirilen 220 kilo kokainin, Brezilya'dan Türkiye'ye ulaşıncaya kadar adım adım izlendiği ortaya çıkmıştı. Türkiye'nin yıl içerisinde ikinci büyük yakalaması olan operasyonda ele geçirilen kokainin, Avrupa ülkelerine gönderileceği öğrenilirken, uyuşturucuyu Mersin'de teslim almak üzere Hollanda'dan gelen şüpheli, yakalanacağını anlayarak kaçmaya çalışırken Adana Havalimanında gözaltına alınmıştı. Mersin İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce gerçekleştirilen nefes kesen operasyonda, Brezilya'dan gelen gemiden limana aktarması yapılan A4 kağıdı yüklü konteynırda yapılan aramada, 200 paket halinde 220 kilogram kokain yakalanmıştı. Olayla ilgili U.U. ve M.N.Y. adlı iki şüpheli gözaltına alınmıştı. Ayrıca konteynırın Mersin’den İsrail’e, oradan da Avrupa ülkelerine gideceği de saptanmıştı.

2019 Haziran’ında ABD'de Siyonist Yahudi Sermayeli JP MORGAN’a Ait Gemide 20 Ton-1,5 milyar dolarlık Kokain Yakalanmıştı.

Hatırlayınız; dünyanın en büyük finans kuruluşlarından biri olan Siyonist sermayeli JP Morgan'a ait olan MSC Gayane isimli gemide, piyasa değeri yaklaşık 1,5 milyar dolar olan 20 ton kokain yakalanmıştı. Şili’den yola çıkan geminin Peru, Panama ve Bahama Adaları rotasını izleyerek Amerika’ya ulaştığı saptanmıştı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu olan sıfırcı JP Morgan’a ait gemide, 20 ton kokain ele geçirilmesi dünyayı şoka uğratmıştı. Bölge Savcısı McSwain, 10 bin konteyner taşıma kapasiteli 90 milyon dolar değerindeki gemiye el konulabileceğini açıklamıştı. Liberya bandıralı geminin sekiz kişiden oluşan Sırbistan ve Samoa pasaportlu mürettebatı tutuklanmıştı. Şili'den yola çıkan gemi Peru, Panama ve Bahama Adaları rotasını izleyerek Amerika'ya ulaşmıştı. Gemi, buradan da Avrupa'ya doğru yola çıkacaktı. Aynı şirketin daha önce de gemilerinde uyuşturucu yakalanmıştı.

Amerikan makamları mart ayında da kapasite bakımından dünyanın en büyük ikinci konteyner gemi operatörü olan MSC tarafından işletilen Desiree isimli gemide yaklaşık yarım ton kokain ele geçirildiğini açıklamıştı. Yetkililer şubat ayında ise yine bir başka MSC gemisi Carlotta’da 1.6 ton kokain bulmuşlardı. Bu iki olaydan sonra ABD Gümrük Ajansı MSC’yi düşük risk kategorisinden çıkarmış ve taşıdığı kargoların daha sıkı denetlenmesi kararını almıştı. Olay hakkında Business Insider tarafından yapılan habere göre ise JP Morgan konu hakkında açıklama yapmaktan kaçınmıştı.[2]

Uyuşturucu Ticaretinin Merkezi İsrail Olmaktaydı!

Rus gazeteci ve araştırmacı Dimitri Somarkov; “Uyuşturucunun merkezi İsrail’dir” çıkışını yapmıştı.

Siyonist yönetim içerisindeki bazı üst düzey yetkililerin uyuşturucu ticareti yaptığına dikkat çeken Dimitri Somarkov, yaptığı değerlendirmede ayrıca, uyuşturucunun Körfez ülkeleriyle, Ürdün, Suudi Arabistan ve Avrupa ülkelerine sevk edilmesinde İsrail’in önemli bir istasyon haline geldiğini vurgulamıştı. Filistin Enformasyon Merkezi’nin Rusça bölümü, uyuşturucuyla mücadele konusunda uzman Rus gazeteci ve araştırmacı Dimitri Somarkov’un çalışmalarına dayanarak İsrail’deki uyuşturucu ticareti ile ilgili ayrıntılı bir rapor yayınlamıştı. Rapor, İsrail toplumunda uyuşturucunun nasıl yaygınlaştığını ve bu zehrin Batı Şeria’daki Filistin toplumu arasında yayılması için nasıl çaba harcandığını açıkça ortaya koymaktaydı. Rus gazeteci yaptığı araştırmanın sonunda şu çarpıcı tespitte bulunmuşlardı: “Filistinlilerin yaşadığı bölgelerde uyuşturucu, İsrail istihbaratı tarafından ve yerli hainlerin himayesinde pazarlanmaktaydı!..” Araştırmacı yazar Somarkov yaptığı araştırmada ayrıca, İsrail’in dünyadaki en önemli uyuşturucu merkezlerinden biri olduğunu belirterek, işgal yönetimindeki önemli bazı şahısların doğrudan uyuşturucu işiyle ilgili olduklarını yazmıştı. Rus yazar, değişik kaynaklara dayanarak verdiği bilgilerin devamında, Siyonist işgal yönetiminin yılda 100 ton morfin, 5 ton eroin, 3 ton kokain ve tonlarca uyuşturucu hap ithal ettiğini aktarmıştı.[3]

Filistin'de Üretilen Uyuşturucular İsrail'den Pazarlanmaktaydı!

Marihuana, melez kenevir, hydro, ekstazi ve fenetilin... Bunlar Filistin basını ve sosyal medya sayfalarında sıkça anılan konulardı. Bu isimler, Filistin topraklarında, en son ekipmanlar ve sulama teknikleriyle donatılmış modern seralarda birkaç kez ele geçirilen uyuşturuculardı. Söz konusu uyuşturucu seralarında, mağaralarda, su kuyularında ya da vatandaşların ikamet ettiği veya terk edilmiş alanlarda rastlanma imkânı vardı. 2019’un ilk altı ayında polis, 910 vaka kaydederken 1067 kişi uyuşturucu kullanmak, yetiştirmek ve satmaktan gözaltına alınmıştı. Bununla birlikte Independent Arabia’ya konuşan Filistin Polis Sözcüsü Albay Luay Arzikat’a göre uyuşturucu üretenlerin yüzde 1’ini kadınlar oluşturmaktaydı.

İsrail Uyuşturucu Pazarıydı!

Filistin’de ele geçirilen büyük miktarlardaki bu uyuşturucu maddelerin satıldığı yer Filistin değil, İsrail olmaktaydı. Uyuşturucu maddelerin genellikle ‘C’ olarak sınıflandırılan Filistin topraklarına ekildiklerini söyleyen Polis Sözcüsü Albay Arzikat, ancak bu bölgeler dışında veya ayrılma duvarı ve sınır bölgelerinin yakınlarında polisin kontrol sahibi olmadığını, buralarda çoğunlukla İsrailliler veya İsrail’de yaşayan Filistinlilerin olduğunu vurgulamıştı.[4]

ASALA ve PKK, İsrail'in (MOSSAD’ın) Truva At'larıydı!

2011 yılında, ırkçı ve tutarsız söylemleriyle Müslüman dünyanın tepkisini çeken (İsrailli siyasetçi ve siyasi parti lideri) Avigdor Lieberman; İsrail'in PKK terör örgütüne olan desteğini 'en yetkili ağızdan' itiraf etmek zorunda kalmıştı. Lieberman, Türkiye'nin yaptırım kararına karşılık İsrail'in Ermeni lobisiyle işbirliği yapacağını ve PKK'ya her yönden destek çıkacağını açıklamıştı. Böylece, yıllardır bilinen İsrail'in Truva At'larının ASALA ve PKK olduğu da ortaya çıkmıştı. Mavi Marmara baskını ile İskenderun saldırısının aynı saatlere denk düşmesi dikkatlerden kaçmamıştı. İsrail 9 Türk'ü hunharca katletmiş, aynı saatlerde İskenderun Deniz Üs Komutanlığı'na PKK'lı teröristlerce roketli saldırı yapılmış ve 6 askerimiz şehit olmuşlardı. İsrail'in saldırıyı gündemden düşürmek için İskenderun saldırısının PKK'ya 'ihale' edildiği konuşulmaktaydı. Oysa bu işin altında İsrail gizli servisi MOSSAD'ın parmağı olduğu açıktı. Stratejistlere göre, MOSSAD dünyadaki tüm kontrgerilla hareketlerinin eğitimi için kurduğu merkezler Aman Kfar Sirkin ve Aman Beersheba, Jonathan Institute Jerusalem’dı. Buradan yollanan subayların dünyadaki kontrgerilla hareketlerinde görev aldıkları saptanmıştı. Hindistan'da Sihler, Sri Lanka'da Tamiller, Peru'da Aydınlık Yol, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Sırbistan'da Çetnik ve Sırbistan Yenileme Harekâtı, Hırvatistan'da Ustaşa, İspanya'da ETA, Ermenistan'da ASALA, Ortadoğu'da PKK gibi birçok kontrgerilla hareketiyle İsrail'in ilişkileri belgelerle kanıtlanmıştı.

Ortadoğu uzmanı Ömer Özkaya, İsrail'in Truva At'larından bahsederken, "İsrail'in ülkemize yönelik kirli operasyonlarında, Off-Shore adalara kayıtlı özel güvenlik şirketlerini kullanmasına çok dikkat edilmelidir" uyarısında bulunmuşlardı. "İsrailli emekli askerlerin de, Türkiye karşıtı gruplara, TSK hava sistemlerine karşı daha etkili silah temin edeceğini tahmin ediyoruz" diyen Özkaya: "İsrail, ekonomisi silah sanayine dayanan bir devlet. Bu nedenle İsrail'den silah alan Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika'da iç savaş veya diktatör yumruğu altında bulunan ülkelerle, uyuşturucu baronları ve terör örgütleri yıllardır İsrail'in müşteri listesinde yer alıyor.'' ayrıntılarını da aktarmıştı.

Sicilya Bir Yahudi Adasıydı!

Her taşın altından MOSSAD’ın çıkmasına şaşılmamalıydı. İtalya'da Gladio skandalı, İtalyan P2 Mason Locası, MOSSAD, mafya, istihbarat servisi ilişkilerini Milli Çözüm Dergisi defalarca yazmıştı. Sicilya mafyasının uluslararası uyuşturucu satışı işinde Kuzey ve Güney Amerika'nın suç aileleriyle uzun süreden beri bağlantıları olduğunun ispatıydı. Sicilya'nın, Yahudilerin en yoğun bulunduğu yerlerden birisi olması nedeniyle, bu ilişkilerin ayrıntıları tartışılmaktaydı! Ayrıca MOSSAD'ın eski asker ajanları, Nikaragua, Kamboçya ve Angola'ya askeri müdahalede rol almışlardı. Çad'da Hissene Habren'i iktidara taşımışlardı. Liberya, Etiyopya, Surinam ve Mauritius'ta politikaya iyice burunlarını sokmuşlardı.

Terör Örgütü PKK/PYD 'Beyaz Zehir'den Para Kazanmaktaydı

İçişleri Bakanlığınca hazırlanan "narkoterör" raporunda, uyuşturucu ticaretinin başta PKK/KCK olmak üzere terör örgütlerinin ana finansmanını oluşturduğu kanıtlarla anlatılmıştı. Terör örgütü PKK/KCK'nın, kenevir üretimi ve ticaretinden yıllık yaklaşık 500 milyon dolar gelir sağladığı, 1980-2017 tarihleri arasında ülke genelinde gerçekleştirilen 427 "narkoterör" operasyonunda yüklü miktarda uyuşturucu madde yakalandığı açıklanmıştı. İçişleri Bakanlığınca hazırlanan "Narkoterörizm ile Mücadele, Uyuşturucu ve PKK/KCK" raporunda, uyuşturucu ticaretinin başta PKK olmak üzere terör örgütlerinin ana finansmanını oluşturduğuna işaret edilerek, buna yönelik mücadeleye ilişkin detaylar açıklanmıştı. Raporda, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) tarafından hazırlanan Dünya Uyuşturucu Raporlarına göre, dünya genelinde 15-64 yaş arası her 20 kişiden birine denk gelen yaklaşık 247 milyon kişinin hayatlarında en az bir kere uyuşturucu madde kullandığı da vurgulanmıştı.

Dünya genelindeki uyuşturucu trafiği hacminin yaklaşık 320 milyar dolar olduğu, bu paranın organize suç ve terör örgütlerinin finans kaynağının büyük bir kısmını oluşturdukları Dünya Uyuşturucu Raporlarına yansıdığı belirtilen raporda, ayrıca Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre, uyuşturucu ekonomisinin uluslararası ticaretin yüzde 8’ini oluşturduğu saptanmıştı. “PKK/KCK terör örgütünün, uyuşturucu üretimi ve ticaretine ilişkin faaliyetlerini uzun bir süre gizlemeyi başardığı” tespitine yer verilen raporda, örgütün sadece Afganistan’dan Avrupa’ya giden Afgan eroininden yıllık 50-100 milyon dolar arasında bir gelir elde ettiği vurgulanmıştı. PKK’nın ayrıca İsrail’in milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticaretine kuryelik yaptığı da anlaşılmıştı.

FETÖ'ye uyuşturucudan yıllık 500 milyon dolar gelir sağlanmıştı.

Raporda, “Uyuşturucu ve terörün ayrılmaz bir bütün olduğu işaret edilerek, terörizmin finansmanıyla mücadeleye ilişkin geçerliliği en yüksek belgenin "Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme" olduğu hatırlatılmıştı. Dünyada finans kaynağı uyuşturucu olan terör örgütleri hakkında bilgilere yer verilen raporda, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) uyuşturucu imal ve ticareti faaliyeti içerisinde bulunarak, kaçakçılardan pay alarak, devlet içine sızarak, deşifre edilmeden önce uyuşturucu ile mücadele eden birimlere ve muhbirlere ödenen ikramiyelerden himmet toplayarak kazanç sağladığı, bu yollarla yıllık yaklaşık 500 milyon dolar gelir elde ettiği” tespitleri yer almıştı.[5]

PKK Terör Örgütü, Kandil üzerinden geçirilen bütün kaçak mallardan haraç alırken, Avrupa’ya taşınan birinci sınıf uyuşturucuyu bizzat kendi elemanlarına taşıtmaktaydı. Bu amaçla Terör Örgütü’nün özel bir Lojistik Birimi vardı. Silahsız olarak sadece uyuşturucu taşıyan bu birimin elemanları, şimdi Suriye sınırı üzerinden Türkiye’ye sızmak suretiyle uyuşturucu trafiğini yoğunlaştırmışlardı. Orta Anadolu’ya kadar PKK Lojistik elemanları tarafından taşınan uyuşturucular, Orta Anadolu’da yine sivil PKK’lılardan oluşan Batı Mafyasına teslim olunmaktaydı. Bu malların önemli bir bölümü Ege kıyılarından Yunanistan’a ve oradan da Avrupa ülkelerine ulaştırılmaktaydı. PKK Terör Örgütü, Avrupa’daki uyuşturucu dağıtımı işinde örgütün siyasi militanlarından ziyade Kürt Mafyasını ve yerel Mafya örgütlerini kullanmaktaydı. Bu yüzden, Türkiye’nin özellikle Ege kıyılarındaki bazı turizm merkezleri ile Orta Avrupa ülkelerindeki birçok eğlence merkezleri ve kumarhaneler Kürt Mafyasının eline geçmiş durumdaydı. PKK Terör Örgütü, Uyuşturucu trafiğinden elde ettiği gelirin önemli bir kısmını silah ve mühimmat alımında kullanmaktaydı. Bu konuda Terör Örgütü’nün en büyük ticari muhatabı -Rus Gizli Servisi tarafından korunan- Rus Mafyasıydı. Son zamanlarda, PKK-PYD Terör Örgütünün silah ve mühimmat temini için büyük paralar harcadıkları ve geçmişe göre daha tehlikeli işlere kalkıştıkları anlaşılmıştı. Ayrıca, önemli bir hususu da not etmekte yarar vardı: PKK Terör Örgütü, uyuşturucu trafiğinden elde ettiği büyük meblağdaki paralarını Alman bankalarına yatırmaktaydı. Terör Örgütünün Ortadoğu’da yaptığı büyük pazarlıkların bedellerinin Almanya ve Belçika’da ödendiği saptanmıştı. İşte bütün bu süreçlerde, İsrail diplomatları, MOSSAD ajanları ve Siyonist sermaye baronları PKK ve PYD’ye kolaylık sağlamaktaydı.

Kaostan beslenen terör örgütü PKK/YPG Suriye'yi uyuşturucu üssü yapmıştı!

PKK/YPG, ABD'nin desteği ile yerleştiği Suriye'de İsrail’in sağladığı uyuşturucu kaçakçılığı yaparak finansman oluşturmaktaydı. Washington yönetimi PKK'yı narkoterör örgütü olarak tanısa da uzantısı YPG'nin Suriye'yi uyuşturucu merkezi olarak kullanmasına göz yummaktaydı. 2011'de Suriye AKP’nin de gaflet desteği ile iç savaşa sürüklenince, terör örgütleri devreye sokulmuşlardı. Kaosun hüküm sürdüğü ülkede bu sefer pay kapma mücadelesi başlamıştı. SETA Dış Politika araştırmacısı Can Acun, PKK'nın Suriye'yi nasıl uyuşturucu üssüne çevirdiğini TRT Haber'e şöyle anlatmıştı: "DEAŞ, PKK gibi terör örgütleri bu kaostan yararlanarak toprak kontrolü sağlamışlardır. Bu dönemde elbette ciddi bir gelir kaynağı olan uyuşturucu üretimi ve trafiği, sevkiyatı açısından Suriye çok önemli merkezlerden birisi halini almıştır. Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığının açıklamasına göre, Suriye'de rejim güçleri ve Hizbullah, uyuşturucu trafiğine destek olmaktadır. Ancak Washington, terör listesindeki PKK'nın Suriye uzantısı YPG/PYD'nin uyuşturucu üretmesini ve kaçakçılığını görmezden gelerek inkara kalkışmaktadır.  Uzmanlar, PKK/YPG'nin, terörü finanse etmek için kullandığı uyuşturucu kaçakçılığından 1,5 ile 2 milyar dolar arasında kazanç sağladığını vurgulamaktadır. Bu kanlı trafik ve ticaret, dünyanın gözü önünde yapılmaktadır.”[6]

Afganistan, İran, Suriye ve Irak’ta üretilen ve Güney Amerika’dan İsrail’e getirilen uyuşturucu, Suriye üzerinden Türkiye ve Doğu Akdeniz yoluyla Avrupa’ya, İran yoluyla ise Kafkaslara transfer olunmaktadır. 2001 yılında ABD işgalinin ardından kaosa sürüklenen Afganistan, uyuşturucu üretim merkezine dönüşmüş durumdadır. Aynı senaryonun sahnelendiği Irak ile İran da PKK'nın en önemli uyuşturucu üretim üslerinden sayılmaktadır. Terör örgütü özellikle son dönemdeki kaostan yararlanarak Suriye'de alan kontrolü sağlamıştır. Bu da Suriye’yi ciddi anlamda örgütün uyuşturucu üslerinden birisi yapmıştır. Örgütün Suriye'yi ikincil bir taşıma üssü olarak kullandığını aynı zamanda burada üretim yapmaya başladığını da unutmamak lazımdır.

Ermeni saflarında teröristler savaşmaktaydı!

Azerbaycan’ın Tokyo Büyükelçisi Gürsel İsmayilzade, “Ortadoğu’nun farklı ülkelerinden teröristlerin Ermenistan ordusuna dahil edildiğini ve savaştırıldığına dair delillerimiz mevcut” açıklamasını yapmıştı. İsmayilzade, Japonya Dış Muhabirler Kulübü’nde gazeteci Ilgın Yorulmaz’ın moderatörlüğünde düzenlenen panelde, Dağlık-Karabağ’daki çatışmaların son durumuna ilişkin bilgiler aktarmıştı. Dağlık-Karabağ sorununa ilişkin tarihi süreci anlatan İsmayilzade, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Ağustos 2019 Karabağ’ı ziyareti sonrası Erivan’ın askeri politikada agresifleştiğini hatırlatmıştı. Paşinyan’ın, ziyarette, bölgenin Ermenistan ile birleşmesi çağrısı yaptığını, ziyaret sonrasında da Erivan tarafından Dağlık-Karabağ sorununa ilişkin “yeni bir bölge için yeni bir savaş” başlatacağı sinyalini verdiğini belirten İsmayilzade, bu yaklaşımlarla potansiyel müzakerelerin tehlikeye atıldığını vurgulamıştı. Ermenistan ordusunun uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirten İsmayilzade, şunları açıklamıştı: “Ortadoğu’nun farklı ülkelerinden teröristlerin Ermenistan ordusuna dahil edilip savaştırıldığına dair delillerimiz bulunmaktadır. Birçok Lübnanlı, Suriyeli ve bazı teröristlerin Ermenistan saflarında Azerbaycan’a karşı savaştığına dair kanıtlarımız vardır.”

Ayrıca PKK-PYD’nin de arasında bulunduğu bu teröristler İsrail’den aldıkları uyuşturucuları da Ermenistan’a taşımakta ve Ermeni askerleri de kullanmaktaydı!

PKK-FETÖ uyuşturucu ticareti ortaklığı kanıtlanmıştı!

Emniyet Genel Müdürlüğü Uyuşturucuyla Mücadele Daire Başkanlığı iki yıllık çalışma sonucu, PKK-FETÖ uyuşturucu ticareti bağlantısını belgelerle kanıtlamıştı! Dubai’de yakalanan uyuşturucu baronu İbrahim Işık’ın PKK ile çalıştığı, kazandığı paraları FETÖ’ye aktardığı anlaşılmıştı. Gaziantepli uyuşturucu baronu İbrahim Işık'ın İran-Dubai hattındaki ilişkiler ağı, hain ittifakı gün yüzüne çıkarmıştı.

 2014'te Gelen İstihbarat: 2014'te emniyete ulaşan ihbarda Gaziantep merkezli bir suç örgütünün uyuşturucu imal ve kaçakçılığı yaptığı uyarılmıştı. Gaziantep-İran-Dubai arasında süren uyuşturucu trafiği izlemeye alındı. İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri emniyet makamlarından da destek sağlanmıştı.

• Dubai'de Captagon Hapları: Türk güvenlik birimlerinin de katıldığı Nisan 2015'teki ortak operasyonda İbrahim Işık adlı uyuşturucu taciri Dubai'de iki adamı ile yakalanmıştı. Üzerlerindeki, 800 bin adet (8 milyon dolar değerinde) captagon uyuşturucu hapa el koymuşlardı.

• FETÖ Bağlantısı: O süreçte Dubai'de tutuklu olan İbrahim Işık'ın 17-25 Aralık darbe girişiminden sonra çocuklarını FETÖ'ye ait Özel Asım Kökoğlu, Özel Cahit Nakıpoğlu, Sunguroğulları Anadolu Okullarında okuttuğu, okullardaki öğretmenlere himmet adı altında yardımda bulunduğu anlaşılmıştı.

• Kardeşlerinin FETÖ İrtibatı: İbrahim Işık'ın kardeşlerinin de FETÖ adına yayın yaptığı için el konulan Dünya TV'nin yönetiminde görev aldığı, yine FETÖ'nün amaçları doğrultusunda hizmet verdiği tespiti yapılan Hür Sanayi ve İşadamları Derneği üyesi oldukları ve Kimse Yok mu derneğinde çalıştıkları ortaya çıkmıştı.

• Depoda Bulunanlar: Gaziantep'teki operasyonlar sırasında Kimse Yok mu derneğinin depolarında FETÖ'nün finans kaynağı olarak soruşturulan Naksan Holding'e ait yüklü miktarda hammaddeye el koymuşlardı. Naksan Holding'in Bank Asya'nın ortaklarından olduğu da saptanmıştı.

• Kobani'de Sahneye Çıkmışlardı: Işık ailesinin izine 6-7 Ekim 2014 Kobani olayları bahanesi ile Gaziantep'teki kalkışmada da rastlanmıştı. 5 kişinin öldüğü olaylar sırasında, Işık ailesi fertlerinin silahlı eylemlerde bulundukları teknik takipte ortaya çıkarılmıştı. Işık'ın akrabalarının tamamına yakınının PKK/KCK üyeliğinden kayıtları olduğu, Kobani olaylarına destek veren kuruluşlara maddi destek sağladıkları kanıtlanmıştı.

• PKK Dağ Kadrosunda Akrabalar: İbrahim Işık'ın akrabası Salih Işık'ın da PKK terör örgütünün dağ kadrosundan olduğu ve 2014’te bir çatışmada öldürüldüğü anlaşılmıştı.

• Evleri Mühimmat Depolarıydı: Kobani olaylarının ardından İbrahim Işık, kardeşleri ve akrabalarının ev ve işyerlerindeki aramalarda çok sayıda silah ve mühimmat ile PKK'ya ait örgütsel doküman çıkmıştı.

• TSK'dan Rehabilitasyon Sağlamışlardı: Kobani olaylarında yaralandığı ve Gaziantep'te tedavi gördüğü belirlenen İbrahim Işık ileri tedavi için 2015’te TSK Rehabilitasyon Merkezi'nde 1 ay yatmıştı.

• Eylül 2016 Operasyonları: 2 Eylül’de Gaziantep'te yapılan operasyonda 7 PKK'lı tutuklanmıştı. Ev ve işyerlerinde yapılan aramada FETÖ'ye ait yayınlar ve silahlar ortaya çıkmıştı.

PKK; İsrail’in kiraladığı, Ortadoğu’nun en büyük uyuşturucu kaçakçısıydı

Günümüzde, Güney Amerika’dan sonra dünyanın ikinci büyük uyuşturucu üretim merkezi Afganistan ama uyuşturucu dağıtım merkezi İsrail olmaktaydı. Özellikle, Peştunların yani Taliban’ın hâkimiyetindeki güney eyaletlerinde üretilen uyuşturucular, Afganistan ve Pakistan üzerinden İran’a sokulmaktaydı. Kontrol edilmesi oldukça zor coğrafi şartlar ve dağların bulunduğu uzun sınırın en önemli kısmı Zahedan bölgesi olmaktaydı. Bu bölgede yaşayan PKK’lılar tarafından teslim alınan uyuşturucular, İran Kürdistan’ı olarak bilinen Mahabad bölgesine taşınıp burada PKK’nın uzantısı olan PEJAK Terör Örgütü tarafından teslim alınmaktaydı. İran üzerinden Avrupa’ya uzanan uyuşturucu hattının 3 koridoru vardır: Birincisi, Rusya üzerinden Kuzey Koridoru, İkincisi Türkiye üzerinden Orta Koridor ve Üçüncüsü Irak, Suriye ve Rum Kesimi üzerinden Akdeniz koridoru olmaktaydı.

Ayrıca tonlarca uyuşturucu Güney Amerika’dan ve Kanada’dan İsrail’e taşınmakta, oradan da PKK-PYD, hatta IŞİD militanları üzerinden Güney Kıbrıs Rum kesimini ve Ege Denizi’ndeki 12 adayı kullanarak Avrupa’ya taşımaktalardı. Türkiye üzerinden, orta koridoru kullanan PKK militanları İsrail’den aldıkları uyuşturucuları, önce Yunanistan’ın kontrolündeki 12 adaya ulaştırmakta, oradan da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya dağıtmaktalardı. Bütün bunlardan Erdoğan iktidarının haberdar olmaması imkânsızdı!..

Terör örgütü YPG/PKK İsrail'den yardım talebinde bulunmuşlardı!

Barış Pınarı Harekâtı'yla köşeye sıkışan terör örgütü YPG/PKK'nın üst düzey bir sorumlusu İsrail'den Suriye'deki askerlerini çeken ABD'ye baskı yapması talebinde bulunmuşlardı. İsrail'in Kamu Yayın Kuruluşu KAN'ın haberinde, adının açıklanmasını istemeyen YPG/PKK'nın sözde üst düzey bir yetkilisinin, "İsrail'in ABD Başkanı Donald Trump'a, güçlerini Suriye'nin kuzeyinde tutması yönünde baskı yapması gerekir." şeklindeki sözleri aktarılmıştı. Aynı İsrail, Türkiye'nin güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek, bölgeye barış ve huzuru getirmek amacıyla yürütülen Barış Pınarı Harekâtı'na karşı çıkmıştı.

AKP’li Burhan Kuzu’dan İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti itirafı!

İranlı uyuşturucu baronu Naci Zindaşti'nin tahliyesine etkisi olup olmadığı sorulan AKP Milletvekili Burhan Kuzu, hâkimleri aradığını itiraf ediyorlardı. Üstelik siyasetin yargıya müdahalesini de "Ne ilk ne de sondur!" diyerek net şekilde ortaya koymuşlardı.

Haber Global TV’de (Mayıs 2020) yayınlanan “Jülide Ateş’le 40” programının konuğu olan ve 1 Kasım 2020’de vefat eden eski AKP milletvekili Burhan Kuzu uyuşturucu baronu Naci Zindaşti’nin tahliyesi için hâkimi arayıp aramadığı sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Adam, ‘Ben baron değilim diyor, ben baronsam Türk yargısı niye beni içeri atmıyor’ diyor, daha neyin peşindeler? Benim aradığım dönemde dava açılmamıştı ve dava açılmadan hâkimi aramak suç olmaktan 2014’te çıkarılmıştı. Türkiye siyasetinde yargı makamlarını arayan ne ilk benim ne de son benim. Binlerce arayan var. Bunlar gayet doğal olan şeyler.” diyen Burhan Kuzu Zindaşti için aracılık yaptığını saklamamıştı!?

Peki Neler Yaşanmıştı?

6 Nisan 2018’de düzenlenen operasyonda gözaltına alınan İranlı uyuşturucu baronu Naci Zindaşti 5 adamıyla, ‘adam öldürmek’, ‘cinayete azmettirmek’ ve ‘FETÖ üyeliği’ suçlarından tutuklanmıştı. 6 ay tutuklu kalan Zindaşti, bir gece yarısı kararıyla serbest bırakılmıştı. Savcılık tahliyeye itiraz etse de Zindaşti ve adamlarına bir daha ulaşılamamıştı. İddiaya göre eski AKP Milletvekili Burhan Kuzu, Zindaşti’nin tahliyesi için hâkimlere baskı yapmıştı. Hâkimler ve Savcılar Kurulu dosyaya el koymuşlardı. Tahliye kararını veren Hâkim C.Ö. görevinden alınarak geçici olarak Küçükçekmece Hâkimliğine oradan da Erzurum’a yollanmıştı. HSK soruşturma başlatıp müfettiş atamıştı. Müfettiş incelemesi başladığında ise Hâkim C.Ö. Erzurum’daki yeni görev yerine atanmıştı. Burhan Kuzu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma ise sonunda tamamlanmış ve Kuzu hakkında, ‘nüfuz ticareti’ suçundan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı. Kuzu iddianamedeki ifadesinde, hâkimlere talimat ve telkinde bulunmadığını belirterek şu anki görevinin herhangi bir şekilde yargı mercilerine baskı kurabilecek bir makam ve görev olmadığını savunmuşlardı. İşte AKP kurmaylarının suç ortaklıkları ve sonuçları!..

İsrail'de toplumsal çöküş hızlanmıştı

Uyuşturucu Kaçakçılığında İsrail’in Uzman Yetiştirdiği Ortaya Çıkmıştı.

Amerika'da 27 İsrailli bir uyuşturucu kaçakçılığı şebekesini yönlendirmekten dolayı göz altına alınmış ve bunlardan 5'i tutuklanmıştı. Yapılan açıklamada şebekenin asıl idarecisi durumundaki İsraillinin ise kaçmayı başardığı aktarılmıştı. Yapılan araştırma sonunda bu ekibin "İsrail"deki uyuşturucu şebekesiyle doğrudan irtibatının olduğu ve Amerika'ya daha önce tam 502 milyon dolar değerinde uyuşturucu soktukları ortaya çıkarılmıştı. Uyuşturucu Kaçakçılığıyla Mücadele ekipleri, yakalananların yanında ayrıca 507 milyon dolar değerinde uyuşturucu ve 550 bin dolar para yakalamışlardı. Zaten daha önce Orta Amerika ülkelerinden Kolombiya'da yaşanan uyuşturucu savaşlarında uyuşturucu kaçakçılarını İsrail ordusundan emekli subayların eğittikleri saptanmıştı. Mısır'ın İsrail'le Camp David Anlaşması imzalamasından sonra bu ülkedeki uyuşturucu kullanımında çok belirgin bir artış başlamıştı. Bu artışta İsrail'deki uyuşturucu mafyasının önemli rolünün olduğu yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştı. İsrail'in uyuşturucu mafyası Batı'da Orta Afrika'ya ve Amerika'ya ulaşırken Doğu’da ise Tayland'a kadar uzanmaktaydı. Reuters Ajansı'nın verdiği bir habere göre Tayland, iki İsrailliyi uyuşturucu kaçakçılığından suçlu bularak idama çarptırmıştı. Bunlar Jozef Ohafa ve Abraham Hori adlı iki İsrail vatandaşıydı. Bu hüküm üzerine İsrail, Tayland'a bir nota vererek mahkûm edilen iki kişinin idam edilmesi durumunda Tayland'la ilişkilerinin bozulacağı uyarısını yapmıştı. İsrail Dışişleri Bakanı David Levy de Tayland Dışişleri Bakanıyla irtibat kurarak idam hükümlerinin uygulanmasının vahim sonuçları olacağını hatırlatmıştı. Aynı şekilde İsrail Cumhurbaşkanı Waizman da Tayland Kralına bir mektup yazarak söz konusu iki kişi hakkındaki hükmün değiştirilmesi talebinde bulunmuşlardı.

İsrail'in uyuşturucu mafyası Nakab bölgesinde açtıkları tarlalarında uyuşturucu yapımında kullanılan bitkileri yetiştiriyorlardı. Buralarda yetiştirilen bitkilerin gece saatlerinde İsrail Ulusal Su Şirketi'nden çalınan sularla sulandığı Yediot Aharanoot adlı İsrail gazetesinde yayınlanan bir haberde açıklanmıştı. Suyun gece saatlerinde çalındığı iddiaları ise olayın arkasında duran "devlet eli"ni gizlemekten başka bir amaç taşımamaktaydı. Bu olay aslında İsrail'deki uyuşturucu mafyasının devlet yetkilileriyle de ortak olduğunu ortaya koymaktaydı. Ne var ki İsrail'deki uyuşturucu mafyası sadece dışarıya uyuşturucu satmakla, dünyanın değişik ülkelerindeki uyuşturucu mafyasıyla irtibat kurmakla yetinmiyorlardı. Bizzat "İsrail toplumu"nda da uyuşturucu kullanımının artmasına yol açmışlardı. Çünkü onlar için kazancın başladığı yerde bütün ulusal kaygılar ve ahlâki değerler ayaklar altına alınmaktaydı!

İsrail Okullarında Uyuşturucu Salgını Yaygınlaşmaktaydı

Siyonist İsrail işgal rejiminin okullarında uyuşturucu kullanımının hızlı bir şekilde yayılması duyarlı vatandaşları ciddi şekilde endişelendirmeye başlamıştı. İsrail polisi bazı okullarda yaptığı araştırmalarda bu okullarda uyuşturucu kullanımının hayli arttığını ve uyuşturucu tüccarlarının Yahudi öğrenciler arasında oldukça faal olduklarını saptamıştı. Polis adına açıklama yapan bir kişi, güvenlik güçlerinin Hayfa'daki bazı okullarda yaptığı baskın ve araştırmalarda öğrencilerin sınıflarda bile uyuşturucu toplantıları düzenlediklerini vurgulamıştı. Yine aynı kişinin açıklamasına göre, polis sorgulanan öğrencilerden bazılarının doğrudan uyuşturucu tüccarlarıyla işbirliği içinde olduklarını aktarmıştı. Uyuşturucu kullandıklarından ve kullanımını teşvik ettiklerinden şüphelenilen öğrencilerin birçoğunun zengin ve bölgenin tanınmış ailelerine mensup oldukları anlaşılmıştı.

İsrail’de Askerler Arasında da Uyuşturucu Kullanımı Yaygındı

Siyonist İsrail işgal rejiminin askerleri arasında da uyuşturucu kullanımının oldukça yaygın olduğu değişik kaynaklarda yazılmaktaydı. Özellikle Güney Lübnan sendromunun işgalci askerler arasında uyuşturucu ve intihar salgınının artmasında önemli etkisinin olduğu konuşulmaktaydı. Hatta İsrail'i Güney Lübnan'dan çekilme kararı vermeye zorlayan sebeplerden birinin de bu olduğu anlaşılmaktaydı. İsrail Piyade Birlikleri Komutan Vekili General Even Roconis yaptığı bir açıklamada İsrail askerlerinin %3'ünün uyuşturucu bağımlısı olduğunu, uyuşturucu bağımlılarının da %25'inin yeni göçmenlere mensup olduklarını vurgulamıştı. İsrail’deki uyuşturucu salgını cezaevlerinde çok daha fazla etkili durumdaydı. Polis İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan bir rapora göre özellikle yeni Yahudi göçmenlerden cezaevlerine girenlerin %35'i uyuşturucu kullanmaktaydı![7]

İsrail askerlerinin yarıdan fazlası uyuşturucu müptelasıydı!

2017’de yapılan araştırmaya göre İsrail ordusunda görev yapan askerlerin yarıdan fazlasının en az bir defa uyuşturucu madde kullandığı anlaşılmıştı. İsrail Uyuşturucuyla Mücadele Kurumunun (IADA) araştırmasına göre, İsrailli askerler arasında uyuşturucu kullanımı giderek yaygınlaşmaktaydı. Araştırmada, İsrail ordusunda görev yapan askerlerin yüzde 54,3'ünün en az bir defa uyuşturucu madde kullandığı saptanmıştı. Aynı yılın son bir ay’ında uyuşturucu madde kullanan askerlerin oranının ise yüzde 40'tan fazla olduğu ortaya çıkmıştı.

Sonuç olarak:

Kendilerinden olmayan herkese, hatta Siyonist olmayan Yahudilere bile, her türlü vahşeti ve dehşeti reva görüp uygulayan… Şehvet ve rezaletin her türlüsünü mübah sayan bu Siyonist zihniyet, Şeytanizmin ve Deccalizmin ta kendisi konumundadır. Bu bâtıl ve barbar düşünce sistemi ve onun devlet kılıfına bürünmüş işgalci ve katil İsrail terörizmi hizaya sokulmadan… Ve dünyayı avucuna alan bu Siyonist sermaye diktatörlüğü yıkılıp dağılmadan; ne insanlığa ne de Müslümanlara asla huzur ve refah kapıları açılmayacaktır. Ve bu tarihi hesaplaşma yakındır ve kaçınılmazdır!..


  [1] (Bak: 21.10.2020 NTV Dünya Haberleri / 16:45 – 17:00 arası olan haber programında 16:45’ten 16:55’inci dakikaya kadarki haber aktarımı)

  [2] Onedio-www.lojiport.com / 10.07.2019

  [3] 03 Ekim 2009 / Milli Gazete

  [4] 3 Eylül, 2019 / Londra / Şarku’l Avsat

  [5] 14.03.2017 / aa

  [6] 22 Ocak 2020 / TRTHABER

  [7]http://www.vahdet.info.tr/filistin/dosya1/0228.html

Yazan: Ahmet Akgül / Milli Çözüm Dergisi

Fotoğraf: Şark-ul Avsat

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.