Huzura, sükûna ve güvene en çok ihtiyacımız olan bu dönemde, toplumdaki gerginlik giderek tırmanıyor.
Belki de bilinçli bir şekilde tırmandırılıyor. Dindar ve kindar bir nesil yaratma politikaları yıllardır meyvalarını verirken, günümüzde Atatürk’ümüze, Cumhuriyetimizin köklü kurumlarına ve laikliğe saldırılar şiddetini arttırarak sürüyor. Bunda siyaseti devlete ısrarla bulaştırma gayretleri kadar, Anayasa’yı değiştirme rüzgârının da rolü var. Bu arada provokatörleri de gözden kaçırmamak gerek. İçimizde ne idüğü belirsiz 11 milyonu aşkın yabancı yaşıyor. Türkiye’den ev alıp vatandaşlığı da zahmetsiz cebe indiren uluslararası mafya, ülkeyi karıştırmada aktif rol oynuyor olabilir.
Türkiye’deki sessiz ama çok sabırlı topluluk, olup bitenleri ibretle seyretmeye devam ediyor.
Nüfusun yüzde 70’ini aşan bu topluluk, artık can çekişmekte olan muhalefet partileri ile de köprüleri atmış durumda. Ama burnundan soluduğunu, dişlerini sıkmaktan yorulduğunu bilmenizi isterim. Türk devletinin yapısını bozan yürüyüşler, adımlarını sıklaştırmaya başladı. Politikaya hevesli devlet memuru bazı din adamları öyle şeyler söylüyorlar ki akıllarından zorları olmalı. Hele daha 4 ay önce Meclis kürsüsünden Anayasa’ya, hem de namusları üstüne sadakat yemini eden milletvekillerine ne demeli? Karma eğitime karşı çıkma, hafta tatilini Pazar’dan Cuma’ya çekme, okullara imam atama, Anayasa’nın değişmez dört maddesine el uzatma gayret ve önerilerine sessiz ve kayıtsız kalıyor, hatta destekliyorlar da…
Kadına şiddet ve aile yapısıyla ilgili yasayı da değiştirmeye kalkıyorlar. Öyle taleplerde bulunuyorlar ki, kadınların sahip oldukları hakları toptan tehlikeye düşürebilirler. Ama asıl tehlike, ülkemizin kurucu lideri Atatürk’ümüze, heykellerine, fotoğraflarına yapılan sürekli saldırılardır. Bunları bazı meczuplar, ülkemizi karıştırmak ve milleti birbirine düşürmek isteyen provokatörler, yabancı ajanlar yapıyor olabilirler. Ama bu saldırılara karşı, devleti yönetenlerden bir tepki gelmemesi çok düşündürücü. Her konuda sürekli konuşan AKP Genel Başkanı niye susuyor? Millet Meclisinin Başkanı neden iki çift laf etmiyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı nasıl seyirci kalıyor bu tehlikeli gelişmelere? Yetkililer konuşmaz ve müdahale etmezlerse, tepkiler farklı noktalardan gelebilir ve üzücü olabilir. Yanan sobaya çıplak elle sarılmamak gerek.
Şu Anayasa değişikliği isteklerinden de geri durmak lazım. Ülkenin şu sıra Anayasa değişikliğine mi ihtiyacı var, yoksa enflasyonun dizginlenmesine, geçim şartlarının iyileştirilmesine, milletin belini büken pahalılığın önlenmesine mi? Siyasetçiler halkın sıkıntılarını arttıracak, milletin sinirlerini yerinden oynatacak, kafasının tasını attıracak girişimlerden uzak durmalılar. Hiç değilse şu önemli ve kritik dönemde buna dikkat etmeliler. Televizyonlardaki pembe tablolara, nurlu ufuk vaatlerine, uçuyoruz gibi komik değerlendirmelere aldanmayın. İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan, problemlerden, iç ve dış tehditlerden ancak milletçe kucaklaşarak, ortak bir mücadeleyi sürdürerek kurtulabiliriz.
Dünün yanlışlarına düşmemeliyiz. Tarikatların devleti kuşatmalarına izin vermemeliyiz. Dün “Fetö bizi aldattı” diyenler, bugün menzil aldatmalarına zemin ve fırsat yaratmamalı, göz yummamalıdır. Devleti mevcut yasalarla, bu yasaları herkese eşit uygulayarak çok rahat yönetebiliriz. Yeter ki, dini siyasete alet etmeyelim ve toplumu yandaş-bizden-bizden değil gibi parçalara bölerek ayrıştırmayalım.
Gerçekten kardeşçe kucaklaşacağımız, milleti birbirine düşürmek isteyenlerin ve provokatörlerin oyununa gelmeyeceğimiz ve süratle kenetleneceğimiz bir döneme ihtiyacımız var. Ayrışımı körükleyecek, demokrasiyi kötüye kullanacak her girişimden dikkatle kaçınmalıyız.