Kimle konuşsam, kime rastlasam caddede, sokakta, çarşı ve pazarda herkes seçim güvenliğinden kuşkulu… Cumhur ittifakının karşısında kim varsa, karışık seçim sisteminden, sandık kurullarındaki tasnif ve kontrolden, il ve ilçe seçim kurullarından, hatta Yüksek Seçim Kurulu’ndan şüphe ve kaygı duyuyorlar. Öyle ya, bir metreden uzun oy pusulası, üstündeki çapraşık ve zor işaretlemeler, şöyle katlarsan böyle olur, mühür üstte kalırsa oyun geçersiz sayılır gibi uyarılar, vatandaşın zaten karışık olan kafasını daha da karıştırıyor. Hele Yüksek Seçim Kurulunun seçime ayrı giren partilerin ittifak bölümünde birlikte görülemeyecekleri şeklindeki kararı, millet partisi ile millet ittifakının birbirine karışması ihtimali çorbaya çevirecek seçimi. Böyle bir fotoğraftan sağlıklı bir seçim ve yine sağlıklı bir sonuç beklemek zor olmaz mı?
Sandık başlarındaki kargaşa ihtimali bir yana, partilerin eşit şartlarda katılmadıkları bir seçimin ve sonuçlarının sağlığından nasıl emin olabiliriz ki? Eskiden seçimden üç ay önce İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanları Parlamento dışından seçilir, böylece seçim güvenliği bir miktar da olsa sağlanmış sayılırdı. Ama günümüzde bu bakanlar hem partili, hem de milletvekili adayı. Böyle şey olur mu demeyin, bizde oluyor işte. Sadece bununla kalsa iyi, mevcut Cumhurbaşkanı tekrar aday olup, kendisi için seçimde devlet imkânlarından yararlanacağına dair karar çıkartıyor. Diğer adaylar kendi imkânlarıyla katılıyorlar seçime, kendi imkânlarıyla yapıyorlar kampanyalarını. Tüm kamu görevlileri, tüm resmi araçlar, memurlar, bürokratlar mevcut Cumhurbaşkanının emrinde, imtiyazsız kütle diğerlerinin yanında.. Şimdi biz buna nasıl adaletli ve tarafsız bir seçim gözüyle bakabileceğiz?
Yüksek seçim Kurulunun kararlarına itiraz hakkı yok. Geçen seçimde mühürsüz oy pusulalarını da geçerli saymıştı da, itiraz yok ya, kimse sesini çıkaramamıştı. Böyle şey olur mu? Tövbe haşa Allah’tan başka hepimiz yanlış yapabiliriz. Yanlışı düzeltmek varken, itiraz kapılarını kapatmak doğru mu acaba? Konuştuğum gençlerin en fazla takıldıkları nokta burası. Ayrıca seçim dil ve üslubu ile dinin seçim ve politikaya bulaştırılmasına da büyük tepki duyuyorlar. Cami önünde politika olur mu, kem söz söylenir mi, cemaat siyasi çıkarlara itilir mi? Seçime mi gidiyoruz, savaşa mı? Cami önlerindeki, namaz çıkışlarındaki bunca hakaret, iftira, aşağılama dinimizde günah sayılmıyor mu?
Adayların ve siyasetçilerin ağızlarından çıkanı kulaklarının duyması lazım. Doğu ve Güneydoğu halkını, HDP’ye oy veren milyonları terörist ilan etmek, ilan sahiplerine belki birkaç oy kazandırır ama Türkiye’ye ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne büyük zarar verir. Ayrıca millet ittifakına oy vermeye hazırlanan yüzde 50’den fazla bir çoğunluğa da hakaret sayılır. Bu hassas konuyu siyaset malzemesi yapmamak gerek. Evet, HDP yöneticilerinin “Biz teröristlerle işbirliği yapmıyoruz. Bu iddiaları şiddetle reddediyoruz. Türkiye’nin yasal bir partisiyiz ve terörün her çeşidine de karşıyız” dememeleri hepimizin dikkatini çekiyor, öfkemizi ve üzüntümüzü, kızgınlığımızı arttırıyor ama bu HDP’ye oy veren milyonları toptan suçlamamızın bir gerekçesi olamaz. “Ne mutlu Türk’üm” diyoruz ama bu vatana, toprağa, bayrağa ve yasalarına en az bizler kadar bağlı milyonlarca Kürt yurttaşımıza da saygısızlık etmemeli, terörist yandaşı muamelesi yapmamalıyız. Geçmişte bugün suçladığı HDP’lilerin gerçek teröristleriyle kol kola girenlerin, günümüzde Kürtçülük konusunu kaşıyarak, bundan oy devşirmeye çalışmaları hoş görülemez, affedilemez, bağışlanamaz. Türkiye’nin artık huzura ve gerçek kardeşliğe ihtiyacı var. Yasalarımıza göre suç sayılan eylemlere işimize geldiği zaman değil, her zaman engel olmalıyız. Hem HDP’yi seçime sokacaksın, hem milyonlarca lira para yardımı yapacaksın, hem 50’den fazla mebusu olacak, sonra da çıkıp “bunlar terörist” diyeceksin, onlara selam verenleri bile “siyasi terörist” ilan edeceksin. Madem bunlar terörist, sen iktidar olarak niye görevini yapmadın? Seçime giderken terörist, işine geldiği zaman siyasi müttefik, olmaz böyle şey… Türkiye Artık bu sorunu çözmek zorundadır. Bu sorun, diyalog tanımayan tek partinin kafası ile değil, tüm partilerin katılımlarıyla, doğru tarifler ve doğru yasalarla çözülebilir.
Hem ben bu Kürt ve Kürtçülük olayını sağlam bir zemine oturtmakta zorlanıyorum doğrusu. Evet, geçmişte Güneydoğu bölgemizde çok yanlışlar, çok haksızlıklar yapılmış, çok canlar yakılmış. O bölgenin halkı geri bırakılmış, kalkınmanın nimetlerinden tam yararlanılmamış, devletin şefkat ve merhamet eli başlarına bir türlü değmemiş. Evet, bunlar doğru ama çeyrek asırdır o bölgeye yapılan yatırımlar, insanlarına götürülen hizmetler, isteklerin çoğunun yerine getirilmesi de görmezden gelinemez. Ayrıca bu ülkenin Parlamento üyeleri ile yüksek bürokratlarının yarısından fazlası, hatta daha çoğu Kürt.. Müteahhit, sanayici ve işadamları içinde Kürtler ilk sıradadır. Türkiye’nin en büyük zenginleri sıralamasında Kürtlerin yeri küçümsenemez. Eğitimde, yargıda, askerde, poliste Türk’ten çok Kürt asıllı yurttaşlarımız vardır. Ama ben hepsine, bu topraklarda ve bu bayrağın altında yaşayan tüm yurttaşlarımıza kardeş gözüyle bakar, eşit haklara sahip olduğumuza inanırım.
Kürtçülük rüzgârını siyaset malzemesi olarak kullananlar, Kürtçe Tv istediler verildi. Lisanımızı serbestçe konuşalım dediler serbestler ve her yerde rahatça konuşuyorlar. Kürtçe dil okulları açılsın dediler açıldı. Her ilimize Üniversite kurun denildi kuruldu. Ama ne Kürt TV’yi doğru dürüst izleyen var, ne Kürtçe dil okullarına giden... Hani insanın aklına geçmişte “ne istediniz de vermedik” diyen politikacılar geliyor. Diyarbakır’ın adı Amed olacakmış, Tunceli’nin Dersim.. Yaraları böyle kaşımak kimseye fayda getirmez. Bu vatan toprağında, bu bayrağın altında, eşit şart ve imkânlarda kardeşçe yaşamalıyız. Sadece Kürt’ler yok Anadolu’da. Lazlar- Çerkesler-Türkmenler- Tatarlar- Azeriler- Gürcüler- Çeçenler- Balkan Türkleri- Arap’lar- Rumlar ve Ermeniler de yaşıyor, hem de kardeşçe yaşıyor bizlerle.. Bunların da Kürtler gibi kendi davalarının peşine düştüklerini, özgürlük istediklerini bir düşünsenize.. O zaman devletimizin birliği ve bütünlüğü, kardeşliği nerede kalır? Allah korusun Yugoslavya’dan beter oluruz.
Türkiye’nin samimi ve sıcak politikalara, samimi ve sıcak politikacılara ihtiyacı var. Hepimizi sımsıkı birbirine bağlayacak bir siyasi iklime muhtacız. İnşallah önümüzdeki seçim, böyle bir sonucu yaratır da, milletçe ohh! deriz…