Mevlana Hz. Tasavvuf Yolunun İlâhî Mürşididir. Ve Türk Milletinin Tartışılmaz Değerlerindendir...
Peki, Mesnevi Neden Türkçe Değil?
Orta Asya’nın Türkistan ve Horasan bölgelerinde yaşayan halkın büyük bir kısmı Türk’tür. Bunların ana dili Türkçe’dir. Bugün dahi, Azerbaycan’dan doğuda Çin Seddi’ne kadar bütün bir Orta Asya’yı içine alan geniş bölgelerde, hiçbir engelle karşılaşmadan rahatça Türkçe konuşabilir, Türkçeyi değişik lehçeleriyle her yerde kullanılırken görebilirsiniz. Bu bölgede Oğuz Türklerinin, XI. Yüzyılın başlarında kurdukları Büyük Selçuklu Devleti, kısa zamanda gelişip yayılmış. Türk dili de geniş ve yaygın Türk topluluklarının dili olarak tarihi seyrini sürdürmüştür.
Büyük Selçuklu Devletinin Horasan, İran, Suriye ve Anadolu Selçukluları adıyla dört kola ayrılmasından sonra da durum değişmemiş. Türkçe, Arap ve Fars dillerinin kuvvetli baskısı altında, varlığını geniş halk yığınları, aşiret ve boylar arasında koruyabilmiştir.
Türklerin çoğunlukta olduğu ve Parsların çok az sızabildikleri Orta Asya’nın Türkistan ve Horasan bölgesinin ünlü kültür merkezi Belh şehrinde dünyaya gelen ve pek genç yaşlarında Baha Veled’le birlikte Anadolu’ya göçen, yine bir kültür merkezi Konya şehrine yerleşen Mevlâna Celâledin’in ana dili; soyca sopca Türk oluşuyla da şüphesiz Türkçe’dir. Bunun aksini düşünmek, biraz tarihi, tarihin seyrini, Mevlâna’nın doğduğu bölgenin etnik karakterini bilmemek olur. Ne var ki, İslâm dininin etkisi ve İslâm halifesinin İslâm devletleri üzerindeki manevi nüfusu ile Arapça devlet diline hâkimdir. Resmi yazışmalar, fermanlar, beratlar, vakfiyeler, kitabeler Arapça ile yazılmakta medresede Arapça okunulmakta öğretilmektedir.
Bunun yanıbaşında Farsça, işlenmiş bir dil olarak tasavvufa ve edebiyata girmiş, kültürlü ve entelektüel tabakanın bilmesi, okuması, yazması gereken bir dil olmuştur. Mevlâna da daha tahsil çağının eşiğinde bu iki dille karşılaşmış, babasından ve hocalarından Arapça ve Farsça’yı öğrenmiş, bu dillerde yazılan eserleri okumuştur. Anadolu’nun Selçuklular eliyle Türkleşmesinden sonra, kalabalık bir Rum halkının oturduğu bölgelere, aralıksız Türk akınları olmuş, Orta Asya’dan getirilen veya Moğol akınlarının şerrinden kurtulmak için kendi arzuları ile göçen Oğuz Türkleri yer yer Anadolu’ya yerleşmiş bu aşiretler Anadolu’da köyler, kasabalar kurmuş, kısa zamanda yerli halkı aralarında eritmiş, İslâmlaştırmış veya onları azınlık durumuna düşürmüşlerdir. Böyle bir ortamda Mevlâna ana dili olan Türkçe ile Konyalı müritlerine seslenirken, azınlıklarla da ilişiğini kesmemiş, Rumcayı öğrenmiş, hatta Rumca şiirler söylemiştir.
Evinde, ailesi ve çocuklarıyla, halkla günlük konuşmalarında, vaazlarında Türkçe konuşan Mevlâna, eserlerini devrinin icabı alarak Farsça, bazılarını da Arapça yazmış, yazdırmıştır. Mevlana’nın eserlerindeki Farsçanın, bir Anadolu Farsçası olduğu, Mevlâna’nın bu dili sonradan öğrendiği üzerinde bilginler, zaman zaman durmuşlardır. Bunlar arasında yer yer Türkçe şiirleri. Türkçe beyit ve ibareleri vardır. Bunlara Divan-ı Kebir ve Mesnevi adlı eserlerinde rastlanır. Bu konuda Martinovitz, Saleman, Veled Çelebi İzbudak, M.Şerafeddin Yaltkaya. Mecdud Mansuroğlu gibi bilginler geniş araştırmalar yapmışlardır. Tarihçi Necip Asım’a göre, Mevlana`nın Türkçesi, daha çok Kıpçak Türkcesi`ne, Mansuroğlu`na göre de Oğuz lehçesiyle veya onların yakın şiveleriyle konuşan Türk kabilelerinin şivelerine benzemektedir.
Mevlâna Mesnevi’sinde, “Amaç, armağan, aş, götürü, kışlak, yaylak, konuk, sınır, Tanrı, töre, ulak, yasa, yurt” gibi öz Türkçe kelimeleri ustalıkla kullandığı gibi, Divan-ı Kebîrinde; Okçulardır gözleri Hoş nişandır kaşlar; Öldürür yüz suvari Kimdir ol Alparslan. Veya "Şems" mahlası ile bastan başa Türkçe, 22 beyittik bir gazelinde:
"O! kim gide uzak yola gerek azık ala bile Almaz ise yolda kala. İrmeye hergiz menzile" şeklinde öz Türkçe şiirler söylemiştir.
Mevlâna bir sanatçı, bir şair, hatta çok kere söylendiği gibi bir filozof değil, gerçek bir sûfidir. Sonsuz bir âşk ve coşkun bir âşk ve coşkun bir vecdle tasavvuf yolunda ilâhî mürşittir. Fikir ve düşüncelerini öğretmek için çevresinden, günlük olaylardan, okuduğu, kitaplardan, dinlediği hikâyelerden faydalanmış, örnekler vermiş, ele aldığı konulan, ayet ve hadislere bağlamış, Türk Atasözleri ve tabirleriyle bezemiştir. O`nun eserlerinde:
”Ateş olmayan yerde duman tütmez”, “Ağlamayan çocuğa meme vermezler”, “Ne ekersen onu biçersin”, “Vakitsiz öten horozun başını keserler”, “Zaman sana uymazsa, sen zamana uy”, “Yıkık köyden haraç alınmaz”… vs. bugün de atasözlerimiz arasında yaşayan, öz be öz yüzlerce Türk atasözü yer yer serpiştirilmiştir. Yine eserlerinde, halk tabirleri, Türk gelenekleri, örfleri, inançtan ile ilgili pek çok konulara geniş yer verilmiştir. Bütün bunlar incelenmeden, Mevlâna, eserlerini Farsça yazdı diye, onu bu dillerle konuşan milletlere mâl etmek ilmî gerçeklere uymaz yanlış olur. Ya da Türk düşmanı gösterecek kadar ileri gitmek hele hiç ağza alınmayacak iftiralar ki bunların bilinçli yapılırsa Allah korusun ağır vebal alacağı aşikardır... Evet, Mevlana bir Allah dostudur. Allah dostlarına dil uzatmanın manevi cezası ise ağırdır... Bu konuda hırsımızla değil aklımızla konuşalım...
Mevlâna; Türk Milletinin bütün bir insanlığa yayılan ölümsüz armağanıdır.
Sözlerimizi Mevlana’nın rubâî’si ile bağlamak istiyorum...
"Yabancı bellemeyin, ben de bu ildenim."
"Sizin ocağınızda kendi ocağımı arıyorum"
"Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim."
"Hindu soyuyorsam da. gerçekte aslım Türk’tür benim.."buyurmuştur..
O MEVLANA
Mevlana’ya Hz. Allah(c.c) rahmet eylesin. Bizleri de aslımıza uygun tarihimize yakışır bir şekilde millet olarak yeniden diriliş nasip eylesin... Bir şiirimle saygılar sunuyorum..
Şebi Arûs..
Mevlana’nın izindeyim
Ben hep barış yazacağım
Dağa taşa kurda kuşa
Karış karış yazacağım
Dünya ukba gündüz gece
Onda gizli sır bilmece
Kalpten kalbe bin bir hece
Beste beste dizeceğim
Şems sönmeyen meş’aledir
Aşk içinde aşk iledir
Hak yolunda aşk çiledir
Yana yana gezeceğim
Hikmet dolu sonsuz rahmet
Hoşgörü yâr istikamet
Mecusi’de gelir elbet
Pırıl pırıl süzeceğim
Mutasavvıf devr-i zaman
Büyük divan, büyük ferman
Uyan deli gönlüm, uyan
Döne döne ezeceğim
Devrildi put, çözüldü haç
Gel diyor gel, gönlünü aç
Dünya ona, ona muhtaç
Renk renk göğe kazacağım
Pirim sensin rehberim sen
“Fîhi Mâ Fih” desen desen
İlham aldım eserinden
Şerha şerha çözeceğim
Şeb-i Arûs derûn-i ses
Ben sen o biz bütün herkes
Bencil nefsim feryadı kes
Serin serin yüzeceğim