Üzüntü deposunda yaşar gibiyim.
Ülkemde öyle şeyler oluyor ki, keşke görmeseydim, yaşamasaydım Türkiye’nin bu acıklı dönemini.
Siyaseti, yönetim şeklimizi, demokrasi anlayışımızı anlatacak değilim. Hepimiz seyirciyiz olanlara. Ama bir de görmediklerimiz, takipte zorluk çektiklerimiz var ki onların üzerinde ısrarla durmak gerek.
Doğal güzelliklerimiz mahvediliyor. Yangın yerine döndü ortalık. Ormanlar biçiliyor, gelişigüzel dağıtılan maden ruhsatları ile delik deşik ediliyor yeşil örtümüz.. Denizlerimiz, akarsularımız, göllerimiz sürekli kirletiliyor, rezil ediliyor. Tarım topraklarımız bile imara açılıyor. Güzelim ovalarımızın ortasına fabrikalar dikiliyor. Kutsal zeytin ağaçlarının katliamı hız kesmeden sürüyor. Yaş kesen baş keser diye bilirdik, ellerinden balta, hızar düşmüyor Müslüman rantçılarımızın. Yahu Allah korkusu da mı yok bunlarda?
Devamlı yazıp çiziyorum, yetkililer oralı bile değil. Duvara söyleseydim, belki insafa gelir yıkılırdı duvarlar. Ama bizim insanımızda, yöneticimizde acıma duygusu kayboldu, vicdanlar köreldi adeta. Ankara’dan esen sert rüzgârlar, doğal kaynaklarımızın ve güzelliklerimizin üzerinde kasırgaya, hortuma dönüştü. Önüne geleni yakıp yıkıyor, geçtiği yerleri harabeye çeviriyor. Biz de kalkmış burada dövünüp duruyoruz. Şimdiye kadar sağır sultana seslenseydik bir cevap gelirdi ama bizim Ankara’dan ne bir ses, ne bir nefes gelmiyor. Şehircilik ve Çevre Bakanlığı kapandı mı acaba? Yoksa istifa mı etti Kayserili Bakan?
Karacasöğüt sadece Marmaris’in değil, Gökova’nın en güzel bir orman köyüdür. Ayrıca çam balının merkezidir de… Koylarıyla, doğal ürünleriyle, balığıyla, yat turizmine katkısıyla meşhurdur. En ünlü ressamların bile çizemeyeceği görkemde zengin ve çarpıcı bir doğallığı vardır. İşte burası, son yıllarda feci şekilde tahrip edilmiş, geleceği karartılmış ve fotoğrafına büyük zarar verilmiştir.
Önce girişine, yasalara aykırı olmasına rağmen orman içinde bir beton fabrikası konulmuş, sonra seyreltiyoruz diye Orman Bakanlığınca ağaçlar kesilmiş, yine ormanın en güzel yerine taşocağı ruhsatı verilmiş, sanki bütün bunlar yetmemiş gibi, bir de Büyükşehir Belediye yasasıyla güzelim köyümüz mahalleye çevrilmiştir. Bu kadarla kalsa iyi, köy muhtarlığına ait yat bağlama iskelesi mini bir yat limanına dönüşerek, yönetimi vilayete bağlı ilgisiz ve bilgisiz bir vakfa verilmiş, şimdi de galiba ihalesiz filan bir şirkete devredilmiştir.
Anlayacağınız Karacasöğüt köylükten çıkmış ve halen yapılmakta olan tahribatlarla ne idüğü belirsiz bir yola girmiştir. Ne köydür, ne şehirdir şimdi Karacasöğüt. İlerde ne olacağını ise kimse söyleyemez. Ben bu köyün doğal güzelliklerini ve zenginliklerini korumak için, bölgeyi Özel Çevre Koruma kapsamına aldırdım. Yetinmedim, 28 yıl önce bir de Cumhurbaşkanlığına minik bir dinlenme evi yaptım. İstedim ki bizim Cumhurbaşkanlarımız doğada yaşasınlar, doğal güzellikleri ve zenginliğimizi fark etsinler, korumasına yardımcı olsunlar. Ayrıca tam karşısındaki Ören’de bulunan termik santralin çalışmasını da engellesinler.
Dünyanın en zengin ülkesi Amerika’nın Başkanı, Camp Davit’de devlete ait basit ve küçük bir evde tatilini geçiriyordu. Biz Amerika’dan zengin miydik? Olmadığımıza göre biz de benzerini yapabilirdik. Üstelik devletin hazinesinden tek kuruş çıkmadan… Oradaki bekçi kulübesini Vakıflar Bankasının reklam fonundan onarttım. Bahçesini ellerimle yaptım. Cumhurbaşkanlığının en üst yönetimini, karavanlarda yatırdım. Bu mütevazi evde rahmetli Özal, üç yaz tatilini geçirdi. Orada kralları, yabancı Başbakanları, Bakanları, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterini ağırladı. Hepsinin çok hoşuna gitti bu mekân. Bazıları birkaç gün yatıya bile kaldılar.
Devlete hiç yoktan bir yer kazandırmanın bedelini, Turgut Özal hayata gözlerini yumduktan sonra mahkemeye verilerek ödedim. Allah'tan o dönemin mahkemeleri haklı ile haksızı iyi ayırıyor, cezayı kitaba uygun şekilde veriyordu; hakimin takdir ifadeleriyle beraat ettim. Bunları şunun için yazıyorum. O mütevazi evin yerinde şimdi ayrı ayrı büyük binalar yapılıyor, yolların genişletilmesi için güzelim çam ağaçları kesiliyor, tepeler düzleniyor, köylünün kullandığı yollar berbat ediliyor. Ne o, Cumhurbaşkanlığına büyük bir yazlık yapılacak. Yazık değil mi dökülen milletin milyonlarca lirasına, tahrip edilen doğasına, kesilen binlerce ağacına yazık değil mi?
Keşke 28 sene önce yapmasaydım o mütevazi evi. Açmasaydım bugünün feci doğa tahribatının yolunu. Öyle diyesim geliyor ama bugünün yöneticileri orası olmasa başka bir yeri de aynı hale getirirlerdi. Böyle teselli ediyorum kendimi. Acaba diyorum, çevreciliğin daniskasıyız diyenler bir gelip görmezler mi sebep oldukları çevre faciasını? Görseler belki en azından üzülürler, belki de tahribatın daha da büyümesini önleyebilirler. Benimki de ham hayal işte…
Her yönetimin bir sonu vardır. Mevcut yönetim de bir gün makam ve koltukları bırakıp gidecektir. Ama bizim şu 14 yılda yitip giden doğal değerlerimiz ve güzelliklerimiz, bir daha geri gelemez ki…14 yılın tahribatını 100 yıl bile telafi edemez. Yazık çok yazık…
*****
NOT. Bu konuyu işlemeye, gündemde tutmaya ve yazmaya devam edeceğim. Önümüzdeki hafta köydeyim, yapılanları daha dikkatli bir gözle izlerim inşallah. Cumhurbaşkanına yazlık bir ihtiyaçtır. Benim derdim yazlıkla değil, yazlığın çok büyütülmesi ve doğanın feci şekilde tahrip edilmesiyle ilgilidir. Bunun böyle bilinmesinde fayda var.