Çok zengin bir ülkemiz var. Bu zenginlik iyi kullanılsa, devletimizi ve milletimizi iyi yönetebilsek, insanımızı iyi ve verimli çalıştırabilsek hiç sıkıntımız kalmaz. Gül gibi geçinip gideriz hepimiz.
Ama bunu beceremiyoruz işte. Demokrasiyi yanlış anladıkça, kişisel çıkarlarımızı milli menfaatlerin önünde tuttukça, siyaseti aklımıza eseni yapma rejimi haline getirdikçe, Türkiye’yi bir türlü düze çıkaramıyor, halkımızı bir türlü mutlu edemiyoruz.
Oysa düne kadar mükemmel bir Anayasa’mız, eksiksiz uygulansa iyi kanunlarımız vardı. Ama bugün öyle bir Anayasa’dan ve ikide bir değiştirerek tanınmaz hale getirdiğimiz kanunlardan eser yok. İktidara gelenler yasaları, milletin ihtiyaçlarına göre değil, işlerine geldiği gibi kolayca değiştiriyorlar. Anayasalar ve yasalar ihtiyaç varsa eğer, elbette düzeltilebilir. Ama ülkenin alışılmış ve yerleşmiş düzenini tepetaklak edecek değişiklikler yapılamaz, yapılmamalı...
Bugün kontrolsüz bir devlete sahibiz. Parlamento’nun siyasi yönetimi denetliyecek gücü kırıldı. Milletvekili sayısı durduk yerde arttırıldı ama, işlevi askıya alındı denebilir. “Benim mebus sayım fazlaysa, aklıma eseni yaparım. Anayasa’yı da kuşa çeviririm, kurumları da dize getiririm, kanunları da tersyüz ederim. Yetişmiş deneyimli ve bilgili bürokratları hallaç pamuğu gibi atarım, yerlerine bana kayıtsız şartsız itaat edecek adamlarımı koyarım..” Böyle bir mantıkla şirket yönetir gibi, dernek yönetir gibi koca ve köklü bir devleti yönetemeyiz.
Nitekim yönetemiyoruz işte. İç ve dış politikadaki müthiş ve ısrarlı hatalar, dünün güçlü ve saygın Türkiye’sine büyük zararlar verdi. Tam tüketici, kredi kartlarıyla yaşayan, yarınını düşünmeyen hedefsiz bir toplum haline geldik. Tarımı çökerttik, sanayiyi çelmeledik. Eğitimi çağdaş eksenden dini rotaya çevirdik. Okullarımızın çoğunu İmam Hatipe yönlendirdik. Bunların yerine özel okullara gitmek isteyenler, bir yıllığına servet ödüyorlar artık.
Halkı ikiye böldük. Polisimiz yetmiyormuş gibi, özel güvenliği getirdik, şimdi de silahlı bekçileri saldık ortaya. Bunlar da kesmemiş olmalı ki, özel silahlı gruplar türettik. Devlet kadrolarını şişirdikçe şişirdik. Güya otomasyon dönemindeyiz, bir kişinin işini on kişiye yaptırıyoruz. İşsizliğin faturasını da devlete kesiyor, yandaşlarımızı yüksek ücretlerle devlete yamıyoruz. Lüks, gösterişli, ağır masraflı resmi dairelerde, içlerinde ihtiyacımız olan ciddi işlerin yerine, günlük politikamıza prim kazandıran ve yandaş tribünleri coşturan projeler üretiyor, buna kafa yoruyoruz.
Ayağımızı yorganımıza göre uzatamıyoruz. Bütün paramızı yollara, tünellere, hava alanlarına, şehir hastanelerine, gösterişli binalara ve lüks yönetime harcadık. Yapılanlar kötü mü oldu, aksine mükemmel oldu ama, olanlar da bizim hazinemizi tam takır hale getirdi. Keşke paramız olduğunda yapsaydık bunları da, ekonomik krize girmeseydik. Şimdi şehirlerin fotoğrafları, modern görüntüsü düzeldi ama, halkın geçimi ve huzuru iyice bozuldu. Dış politikamızda hata üstüne hata yapmasaydık, Atatürk’ümüzün “yurtta sulh-cihanda sulh” politikasını dikkatle sürdürebilseydik eğer, bugün dünyada böylesine yalnızlaşır mıydık acaba? Ordumuz böylesine her cephede savaşa girmek zorunda kalır mıydı?..
Şapkamızı önümüze koyup, iyi düşünmeliyiz bunları. Siyaset borsasında durumu düzeltebilecek bir gücü göremiyoruz şimdilik. Başkanlık sistemi bizi bozdu. Plansız programsız bir ülke haline geldik. Devleti akrabalarla değil, ehil ve bilgili, becerikli insanlarla yönetmeliyiz. Gırtlağımıza kadar israfa ve lükse boğulduk. Bunun önüne geçme yollarımız da tıkalı. Tıpkı siyaset gibi, maliyemiz de kontrolsüz, masraflarımız da... Sayıştay’ın raporlarına kulak asan yok. Bu raporlar geçmiş dönemlerde yazılsaydı eğer, hapishanelerimizde bol miktarda bürokrat ve idareciyi görürdük.
Yanlış yapma, yanlış kararlar alma, yanlışlarla kasıtsız zararlar verme, günlük hayatımızda belki hoş görülebilir. Ama devleti yönetenlerin böyle bir hakkı ve lüksü yoktur. Aldatıldık ve yanıldık gibi mazeretlerin yaratacağı sorunlar, bir ülkeye telafisi mümkün olmayan zararlar verebilir. Buna rağmen, “zararın neresinden dönsek kardır” diyebilir ve sağlam diyaloglarla sorunların üstesinden gelebiliriz.
Şunu unutmamalıyız ki, barışmayı bilmeyen siyasetçi başarılı olamaz. O halde, ülkeyi yönetenler ellerini rakiplerine samimiyetle uzatmalı, onlarla diyaloga girmeli, söylediklerini dikkatle dinlemeli ve ülkeyi bulunduğu çıkmazdan kurtaracak iş birliğini hemen başlatmalıdırlar.
Hikayelerle, “ekonomimiz pik yapıyor” gibi aldatmacalarla, “bizim dolarla filan işimiz yok” gibi komik söylemlerle tencereler kaynamıyor artık. Piyasadaki ve mutfaklardaki yangını bir an önce söndüremezsek eğer, yönetimdeki yanlışları ve adaletsizlikleri süratle düzeltemezsek, kendimize ve ülkemize bir çeki düzen veremezsek, daha büyük problem ve sorunlara hazır olmalıyız.
İyiyi yakalamak varken, kötüde ısrar etmemeliyiz.