Türkiye’nin gerçekten çok büyük bir temizliğe ihtiyacı var.
Her sahada temizliğin, hem de vakit kaybetmeden başlaması lazım. Evlerimizin önünden, sokak ve caddelerimizden, mahalle ve kentlerimizden, tüm kurumlarımızdan, siyasi hayatımızdan politikacılarımıza kadar her şeyin temizlenmesi gerekiyor. Tabii devlet yönetiminin de, çalınan sorularla devlete sızmış bürokratların da, keyfe keder değişip kirlenen yasaların da…
Böyle bir temizlik Ankara’dan beklenemez. 20 yılda ülkeyi tanınmaz hale getiren yönetim, çok başarılı olduğuna inanıyor. Hatta önümüzdeki seçimlerin peşin galibi olarak görüyor kendini. Muhalefetin de gücüne, 6’lı masaya filan bakınca “kelin merhemi olsa başına sürecek” dedirtiyor insana. 8 milyon oyun temsilcisi yok ki masada. Gerçi olsa da, o masadan birlik ve beraberlik görüntüsü çıkar mı? Kemik gibi bir altılı masa yok ki karşımızda. Bakın Karamollaoğlu bile iptal edilen İstanbul sözleşmesinde hemen yan çizdi. Davutoğlu’na hiç güven yok. Babacan’a şüpheyle bakıyor herkes… İşte AKP Genel Başkanını da mutlu eden, keyifle gülümseten bu tablo değil mi?
Peki, kim temizleyecek ortalığı, kim huzura ve sükûnete kavuşturacak ülkeyi? Ortasından karpuz gibi ikiye bölünen millet mi? Hiç şüpheniz olmasın, eğer seçim yapılırsa o millet çözer bu problemi. Cahiliyle, okumuşuyla, bıçağın kemiğe dayandığını gören o millet çıkaracak düze Türkiye’mizi. Nasıl çıkaracak, nasıl olacak, hepimiz göreceğiz. Geçmişte yaşamadık mı bunları
Bir Karaoğlan çıktı, koskoca İsmet Paşa’yı ezip geçerek, çoğunluğun oyuyla iktidara oturdu. Bir Özal çıktı, askerin gücünü aşıp sandıkları patlatarak tek başına iktidara geldi. Bir Recep Tayyip çıktı, geçmiş iktidarların hatalarından yararlanıp, din rüzgârını da arkasına alarak 20 yıldır ülkeyi yönetiyor.
Artık millet bir değişim istiyor. AKP’ye oy veren ciddi bir kesim de, bu değişim ikliminin duble yollarında yürümeye başladı. Siyaset mühendisleri, siyasi gözlemciler, anketçiler artık açık açık belirtiyorlar bu değişiklik istemini. Üstelik tencere de zorluyor ülkeyi, böyle bir değişim için.. Rahmetli Demirel’in bir lafı vardı, “tencerenin karşısında hiçbir iktidar duramaz” diye. Günümüzde durum böyle. Tencerenin gücü, tüm farklı oyların gücünün çok üzerine çıktı. Bunu iktidar hariç, herkes görüyor. Gördüğü içindir ki, yakın bir gelecekteki değişimin heyecanını şimdiden yaşamaya başladı millet.
Diyeceksiniz ki, tamam ama hala AKP’nin oylarında çok büyük bir erime yok.. Üstelik kriz var diyorsunuz, millette para kalmadığını söylüyorsunuz ama tatil yerleri tıklım tıklım dolu, restoranlarda oturacak yer bulunamıyor. Depolar bin liraya dolsa da, yollarda trafik hala tıkalı. Doğru ama son paralar bunlar. Zenginin parasını bitiremezsiniz. Sistem onun parasını oturduğu yerde arttırıyor. Hani faiz yok diyorlardı, faizin ağababasını dövize bağlı tasarruflarda bu iktidar yarattı. Tuzu kuru olanlar için, hayat mükemmel şekilde sürüyor. Ama orta direk göçtü, memurlar, işçiler, emekliler korkunç bir geçim sıkıntısı çekiyorlar. Hele gençlerimiz, hele gençlerimiz..
İktidardan beslenenleri biliyoruz. 11-12 milyon insanın evlerine çeşitli kalemlerde maaşlar ve gıda yardımları giriyor. Torununa bakan nine de maaş alıyor, çocuk doğuran ana da, engellisi de alıyor ,ona bakan da, işsiz kalan da para alıyor, sırtını partiye dayayan da.. 10 milyondan fazla mülteciye de bakıyor bu iktidar. İnanılmaz paralar harcıyor bunlar için, inanılmaz imtiyazlar da veriyor. Bizim vergiler sadece betona yatmıyor, oy için rahatlıkla dağıtılıyor rastgele. Bu durumda iktidarın oyu nasıl erir ki? Üstelik kaç mülteciyi vatandaş yaptıklarına dair sağlıklı bir rakam da yok ki elimizde. Devletin istatistik Kurumuna bile güvenemiyoruz. Enflasyon rakamını yüzde 72 diye açıklarken, yaşanan enflasyon yüzde yüzü çok aştı. Çarşıda, pazarda, mutfaklarda yangın var.
Seçime kadar dayanabilir mi bu iktidar? İçinde bulunduğumuz şartlara bakılırsa zor görünüyor. Peki, mevcut iktidar, kaybedeceğini bile bile bir seçime gider mi? Aynı zorluk bu soru için de geçerli. O zaman da dış sorunlar devreye girer, artık Yunanistan’la mı papaz oluruz, yoksa Suriye ya da Irak’a mı dalarız bilinmez. Gerçi ülkemizin dış sorunları, iç sorunlarımızdan da beter hale geldi. Baksanıza tüm müttefik ülkeler, Türkiye’nin azılı düşmanı gibi davranıyor. Amerika ve Fransa’dan büyük silah malzemesi alan, ABD’ye bize sınır her yerde üs veren Yunanistan, arkasına aldığı dayılarına güvenerek bize kafa tutmaya başladı. Suriye ve Irak topraklarımızdan çekil diye sürekli bastırıyor. Büyük darbeler yemesine rağmen PKK hala rahat durmuyor, doğudan ve güneyden saldırıp duruyor.
Dış politikada ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildik. Dünya haritasında yerini zor bulacağımız minik birkaç Afrika ülkesinin lideri ile Venezuelalı Maduro’dan başka dostumuz yok. Güya kardeşimiz Azerbaycan bile hala tanımadı Kıbrıs’ı. Bakmayın öyle uluslararası toplantılardaki yapmacık samimiyetlere, el-kol hareketlerine, Biden yada Putin’in yanında fotoğraflara girmelere.. Arkamızı döndük mü, şer ittifakı tüm gücüyle çalışıyor aleyhimize. Hikâyelere karnımız tok. Hepimiz şunu bir defa daha ve kesinlikle bilmeliyiz ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yok. Dış politikamızın sağlıklı ve güçlü olabilmesi için, içerde tek yumruk olmamız lazım. Bölünmüş, ayrışmış, birbiriyle kavgaya tutuşmuş bir toplumun dışarıda güçlü olabilmesi mümkün değil. Hele de gırtlağına kadar borca batmış bir toplumun.
Bizi birleştirecek, samimiyetle kucaklaştıracak, ümmeti millet haline getirecek, dini siyasetten arındıracak bir lidere ihtiyacımız var. Böyle bir lideri mevcutların içinde aramak, karanlıkta elektrik düğmesini aramakla eşdeğerdedir. Karanlıkta düğmeyi bulma şansınız sıfır olduğu gibi, kafayı duvara vurup yarmak da ihtimal dâhilindedir.
Yeni lider AKP ve 6’lı masadan çıkmayacak. Göreceksiniz bambaşka, ihtiyar ve yorgun değil, orta yaşlı inanılır ve güvenilir bir liderimiz olacak. Bana kalsa Mehmet Haberal ya da Yılmaz Büyükerşen’in peşine düşerim. Ama onlar da değil, soyadı Yavaş ama kendisi hızlı, kararlı, ciddi bir yeni lider. Medya ve siyaset kameraları şimdi o tarafa Yavaş ama sağlıklı bir dönüş yapıyor gibi.
Haydi hayırlısı…