Depremin üzerinden üç hafta geçti ama artçı sarsıntılar hala sürüyor. Hala binalar yıkılıyor, hala insanlar enkaz altında kalıyorlar.
Böylesine büyük, kapsamlı ve ağır bilançolu bir felaketi yaşamadık hiç. Allah da bir daha yaşatmasın. Kolay değil, birkaç saniyede büyük bir bölge yerle bir oluyor, büyük bir nüfusu uykuda yakalıyor, müthiş bir panik, korkunç bir şok.. Bu durumda hemen toparlanmanın imkânı yok.
Yeni Türkiye diyerek eskinin köklü ve güçlü kurumlarını zaafa uğrattık. Askeri vesayetten kurtuluyoruz sevinciyle Ordumuzu mevsimsiz ve sorumsuzca budadık. Ülke savunma ve seferberlik gizli planlarının bulunduğu kozmik odayı sivillere açtık. Yargıdan eğitime kadar, aklımıza esen her şeyi değiştirdik. Torba kanun icadıyla, akla ziyan bir sürü yasa çıkardık. Devletin iyi yetişmiş, eğitimli, donanımlı ve tecrübeli kadrosunu kapının önüne koyarak, yerlerine siyasette bizim gibi düşünen, çoğu imam-hatip mezunu, bu dünyaya değil öteki dünyaya odaklanmış kişileri aldık. Bu günlere gelene kadar az yanlışlıklar yapmadık. Az canlar yakmadık. Kulüp yönetir gibi yönettik koca ülkeyi. Duble yollar yapmayı, gökdelenler dikmeyi, alt-üst geçitleri devreye sokmayı, havaalanı sayılarını arttırmayı, güzelim hastanelerimizi kapatıp, yerlerine ulaşana kadar yolda öleceğimiz büyük hastaneler yapmayı marifet saydık. Betonda belki sınıfı geçtik ama, ekonomide ve huzur-güven içinde yaşamda çakıldık. İktidarın nimetlerinden beslenen kesim hariç, insanımızın büyük bir kısmını mutsuz, perişan ettik. Bu acıklı tabloyu görmemekte direndik, yaptığımız yanlışlarla zarar verdiğimiz kesimin eleştiri ve çığlıklarını “Bunlar alçak, vatan haini, şerefsiz, namussuz” diyerek geçiştirdik. Ne Anayasa Mahkemesi tanıdık, ne yasaları çiğnememize karşı tepkilere kulak astık, hiçbir şeye aldırmadık. “Ben bilirim” dedik hep. “Ben yaptım oldu” ya getirdik sistemi.
Milletin bağışıyla yaşayan Kızılay’ımızı bile şirkete çevirdik. Bünyesinde pek çok firma kurulmuş, ticaret yapıyorlarmış. Deprem olmasa bunu da öğrenemeyecekti millet. Yönetimde eşe dosta yer verilir mi? Bunlara üçer beşer maaşlar ödenir mi? Haydi her yanlışı yaptık ama milletin merhamet ve şefkat duygularıyla yaşayan bir hayır kurumunda böyle yanlışlıklar yapılır mı hiç?
Ya Diyanet İşlerine ne demeli?6 bakanlığın bütçesinden fazla gelire sahip bu kurumu günlerce ortalıkta göreniniz oldu mu? Camileri açıp, soğuktan donmak üzere olan halkın bir bölümünü koruyamaz mıydı? Cenazelerin yıkanması ve usulüne göre defni için araçlar ve personel gönderemez miydi? Hiç değilse hüviyeti belirlenmiş ölenlerin selalarını okutamaz mıydı? Sonradan yapılmaya başlanmış olabilir ama, Diyanet Teşkilatı günlerce neredeydi? Hele muazzam bir gelire sahip Diyanet Vakfı, sanki depremde yarılan yerin içinde kaybolmuş gibiydi.Oysa elindeki inanılmaz mali güçle yaraların sarılmasını süratle kolaylaştırır, pek çok yerde aşevleri kurabilir, pek çok bölgeye hijyen destekleri yapabilirdi. Bunları da göremedik maalesef.
Artık bunların kavgalarıyla, siyasi atışmalarıyla vakit kaybetmemeliyiz. Şu anda devlet, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler olağanüstü bir güçle çalışıyorlar. Hiç değilse onların morallerini bozmayalım ve çalışma heyecanlarına zarar vermeyelim.
Bir yandan yaraları sararken, diğer yandan da seçim çalışmalarını başlatabiliriz Ankara’da. Öyle deprem bölgesine heyet göndermekle, “bu şartlar altında seçim yapılır mı” kuşkularını araştırmakla geçirmeyelim zamanı. Hepimizin devlette adresi, kaydı, kimlik numarası var. Kayıpların hepsini, gerçek rakamlarını, yıkılan yerlerde kimlerin oturduklarını biliyor devletimiz. İçişleri Bakanlığı bilgisayarlarında, bölgenin nüfus müdürlüklerinde en ince ayrıntılarına kadar kayıtlıyız. Kaybettiğimiz insanın gerçek sayısını da biliyor ilgili kurumlarımız .Eğer seçimi yapmamak ya da geciktirmek için mazeret arayacaksak, bulmamız kolay değil. Kaldı ki, rahmetli Evren döneminde seçimlere bir hafta kala Erzurum’da büyük bir deprem olmuş, o depremde de büyük kayıplar vermiştik. Ama buna rağmen, çok zor koşullarda dahi bir hafta sonra seçim yapılabildi. Hem de sağlıklı bir şekilde..
Depremin ve kötü yönetimin hesabını şimdi sorarak, bir sonuca varamayız. Bunun hesabını millet sandıkta soracak ve iktidar değiştiğinde ise sorumlular yaptıklarının hesabını yargıda verecekler. Onun için seçimi kayıkçı kavgası yaparak zaman kaybetmek yerine,14 Mayıs’ta ya da Haziran’da hemen yapmalı ve bunun ciddi hazırlıklarını süratle başlatmalıyız.
Yönetime tepki iyice yükseliyor. Pahalılık müthiş tırmanıyor. Hükümet stadyumlarda istifaya davet ediliyor. Öfkeler, kızgınlıklar, karşı tepkiler, gerginlikler artıyor. Böylesine tehlikeli bir ortamı sürdürmek yerine hemen seçime gitmek, çok daha doğru bir iş olur.