Değerli Okurlarım, bugünkü öykümü; Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesinde bir oyun sırasında, biz seyircilerin gözleri önünde kalp krizi geçiren ve tüm çabalara karşın kurtarılamayan usta aktör HALİL AYAN’a atfediyorum. Işıklar içinde uyusun…
Lanet olasıca bir geceydi. Güzel başlayan ama bir trajediyle sonlanan.. Halil Ayan oyuna her zaman olduğu gibi son derece enerjik ve coşkulu başlamış ancak bir süre sonra sahnede durgunlaşmıştı. Bu durum oyuncu arkadaşları tarafından fark edilmiş ve biri; “Abi iyi görünmüyorsun.” dedi. Bunun üzerine aktör: “iyiyim kardeşim, merak etme” diye cevap verdi.
Halil Ayan çok sigara içiyor ve nefes darlığı yaşıyordu. Gerçi 40 gün kadar önce sigarayı bırakmıştı ama gene de arkadaşları onun bu durumundan hayli tedirgin olmuşlardı. Bu arada sahneye yakın oturan seyirciler de durumu fark etmişlerdi. Merakla birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Oyuncular çok ikna olmasalar da oyuna devam etmişlerdi. İşte olan da bundan sonra olmuştu zaten. Aktör kalp krizi geçiriyordu. Yer düştü. Oyuncular ve seyirciler onun yanına koştular. Nefes alamıyordu. Hemen ambülans geldi. Hastanede doktorlar ellerinden geleni yaptılar fakat sanatçıyı ne yazık ki, tüm çabalara karşın kurtaramadılar.
Haluk Ongan Sahnesi önünde yapılan tören sonrasında Halil Ayan ailesi ve sevenleri tarafından gözyaşları arasında toprağa verildi.
Bir hafta sonra,
Halil Ayan’ın hayatını kaybettiği akşam oyunun sahnelendiği son akşamdı. Ancak Trabzon Devlet Tiyatrosu, Halil Ayan’a ithaf etmek üzere bir akşam daha aynı oyunu oynama kararı almıştı. Halil Ayan’ın rolünü başka bir sanatçı oynayacaktı. Bu sanatçı, bir hafta boyunca gözyaşları arasında aktörün repliklerini ezberledi ve oyuna hazır hale geldi. Oyun öncesinde aktörü tanıtan bir program vardı. Program sonrasında oyun başladı. Sanatçılar yürekleri kan ağlasa da, oyunun hakkını vererek HALİL AĞABEY’leri için kusursuz bir performans sergilemeliydiler. Öyle de yapıyorlardı. Seyircilerin çoğu da, aktörün kalp krizine şahit olan seyircilerdi.
Yirmi dakika kadar sonraydı. Sahne ışıkları yavaşça kararmaya başladı. Oyuncular, oyunun bu bölümünde sahnenin aydınlık olması gerektiğinden bu duruma bir anlam veremediler. Zifiri karanlıkta birbirlerinin yüzlerini görmeseler de aynı şeyleri düşündükleri açıktı. Çok geçmedi. Işıklar yavaş yavaş artarken. Oyuncular ve seyirciler sahnenin hemen önünde gördükleri şey karşısında gözlerine inanamadılar. Rolündeki kostüm içinde; yalnız kendilerine göre daha silik, daha çok alacakaranlıktaki insan siluetlerini çağrıştıran bir biçimde ve yüzü belli belirsiz olan HALİL AĞABEYLERİ hemen yanı başlarındaydı. Dokunmak, sarılmak, öpmek istediler Onu. Bunları yapamıyorlardı. Dokunamıyorlardı; elleri boşlukta kalıyordu. Oyuncular ve seyirciler bu durumu zerre kadar umursamadılar bile. Hepsi anın tadını çıkarıyorlardı. Gözyaşlarını tutamayanlar vardı. Halil Ayan, yanına gelen izleyicileri kibar bir şekilde eliyle koltuklara davet etti. Aynı anda sanatçılara dönerek: “haydi bakalım, yeter bu kadar durduğunuz, oyuna devam” dedi. Sanatçılar adeta büyülenmiş gibiydiler. Oyun devam etti. Sanatçıların bir yandan ağlıyor, bir yandan oyunlarına devam etmeye çalışıyorlardı. Çalışıyorlardı ama duygu yüklü, titreyen seslerine engel olamıyorlardı. Onlar böyleyken Halil Ayan’ın sesinde ya da oyununda en küçük bir farklılık yoktu. Performansı, ölümünden önce olduğu gibi seyirciyi alıp götürüyordu. Halil Ayan oyununu oynarken, fersiz ışık demetlerinin çevrelediği bedeninde, bu ışık demetlerinin yerini görülesi kuvvetli ışıklar alıyordu. Göz kamaştırıyordu. O anlarda gökyüzünden onun üzerine yıldızlar yağıyordu. Bu yıldızlar, gerçekte olduğu gibi nokta şeklinde değil; çocukların tertemiz kalpleriyle resim defterlerine çizdikleri ve gönüllerince boyadıkları yıldızlardı. Belki de sanatçı çocukları çok sevdiği gibi üzerine yağan yıldızlar böyleydi. Bir türlü oyuna devam edemiyorlardı. Şimdi de sahnede dört genç vardı. Bu gençler; ailelerinin maddi durumları iyi olmayan ve Halil Ayan’ın, eğitimlerini üstlendiği gençlerdi. Sevinçle sanatçının yanına geldiler. Kocaman açtıkları kollarıyla Ona sarıldılar. Dokunamadılar ama olsun onu görüyorlardı ya bu onlara yetiyordu. Sanatçı sevgi dolu bakışlarla baktı, kendi çocuklarından ayırmadığı bu gençlere. Sonra, onlara da: “haydi bakalım sizler de seyircilerin arasına, oyunumuzu bitireceğiz.” dedi. Çocuklar hızla seyircilerin arasına karıştılar. Oyunun sonlarıydı. Bir Gökkuşağı oluştu sahnede ancak bunlar ışık yönetmenin yaptığı gökkuşağı değildi. Gerçekti. Yağmur yağmamıştı. Güneş açmamıştı ama gökkuşağı salondaki insanlar kadar gerçekti. Renklerini Halil Ayan’ın üzerine yansıtıyordu.
Oyun bittiğinde başta Halil Ayan olmak üzere tüm aktör ve aktristler dakikalarca ayakta alkışlandılar. Kuvvetli sahne ışıkları altında usta aktör yeniden siluete dönüştü. Salondakilerin yüzlerinde oluşan tarifsiz keder eşliğinde gözden kayboldu…
O akşamdan sonra HALİL AYAN her oyun akşamında kimi zaman sahnede, kimi zaman kuliste, kimi zaman da boş bir seyirci koltuğunda oyunların tadını çıkarmaktadır.
Replikleriyse dünya döndükçe Trabzon Haluk Ongan Sahnesi'nde yankılanmaya devam edecektir.
Tanışma şerefine nail olduğum usta oyuncunun hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Sizi hiç unutmayacağız…
SANATÇILAR ÖLMEZLER…