Ülkemizin en değerli yerleri, tarımımızın can damarları, verimli topraklarımızın çok önemli bir bölümü, bilinçsiz yapılaşmaya kurban edildi.
Göz göre göre beton, doğayı hezimete uğrattı. Köylerimizi de kentlerimizi de rezil ettik. Hububat alanlarımızdaki inşaatlara göz yumduk. Hani tarım alanlarına bir şey yapılamazdı, hani bunu önleyen çok ciddi yasalarımız vardı. Ne oldu bunlara? Hangi yasamızı çiğnemedik ki, tarım alanlarını koruyan yasamızı çiğnemeyelim? Yasa çiğnemenin, hatta bırakın yasaları Anayasa’yı çiğnemenin bile cezasız kaldığı, hoş görüldüğü dönemlerden geçiyoruz. Laikliğe boş vermek, dini siyasete alet etmek Anayasal suç değil mi? Günümüzde değil herhalde… O değilse, çevre katliamı hiç değil… Öyle anladık çoğumuz.
Hes’ler dedik, akarsularımıza zarar verdik. O akarsulardan enerji üreteceğiz diye, köylülerimizin tarlalarını kuruttuk. Karadeniz köyleri ayağa kalktı, kadını erkeği tüm köylüler direndi, jandarma ile susturmaya çalıştık. Sadece Karadeniz mi, tüm ülkede tanık olduk benzer olaylara. Maden kanunu dedik, ormanları delik deşik ettik. Altın çıkartacağız dedik, başta güzelim Kazdağları olmak üzere, çok yerimize siyanürle zarar verdik. Artık oralarda zeytin, çam filan değil ot bile bitmez. İnsanımızın sağlığını tehlikeye düşürdük. Köylümüzün çığlıklarına kulak tıkadık, tepkilerini biber gazıyla engelledik.
Termik santrallere kömür yetiştirebilmek için, tarım alanlarımızı ve arkeolojik değerlerimizi gözden çıkardık. Taş ocakları ve kum ocakları ruhsatlarını, yerlerinin değerine aldırmaksızın peynir-ekmek gibi dağıtıp durduk. Türkiye’yi şantiyeye çeviriyoruz diye, rantiyeye çevirdik sürekli. Turizm alanlarını, sahilleri, plansız-programsız yatırımlara açtık. En güzel yerlerimizi, özellikle Ege kıyılarımızı yılda üç ay çalışıp 9 ay boş duran otellerle, tatil köyleriyle doldurduk.
İmar barışı adıyla kaçak yapılaşmaya açtık Türkiye’yi. 3-5 kuruş toplayacağız diye, eskiden yapılan kaçaklara ve eklerine gizli affı çıkardık. İmar barışını millet imar affı olarak anladığı için, eskiye yeniye bakmaksızın kazmaya küreğe, çimentoya tuğlaya sarıldı herkes. Kimi odasını, kimi balkonunu, kimi çatısını büyüttü. Bazıları kat ekledi yapılarına. İmar barışı güya 2018 yılına kadar yapılan yapılar ve ekleri için çıkmıştı. Ne 2018’i, günümüze kadar devam ediyor barış, hem de ne barış…
Şehirlerdeki rezaletlere alıştık, peki köylerdekine ne demeli? Köyleri zaten mahalle haline getirerek, en büyük zararı kolayca verdik. Artık köy ekmeği bile yapılmıyor köylerimizde, hayvan yeminin fiyatı sütü bile karşılamıyor diye, pek çok köyümüzde kesime gitti hayvanlar. Köy okulları kalmadı, köylerimizin çocukları taşımalı eğitim adı altında minibüslerle ilçelere taşınıyor artık. Köy bakkalları bile kapandı günümüzde, Şok- Seç- Migros- Bim- A 101 marketleri çalışıyor köylerde. Anadolu’da da öyledir ama, siz gelin de Ege ve Akdeniz köylerini bir dolaşın bakalım. 4-5 katlı apartmanlar var artık köylerde. Altyapı filan hak getire, turizmden milyonlarca dolar gelir sağladığımız şehirlerimizde bile yok ki altyapı, köylerimizde olsun.
İnanılmaz bir sahipsizlik kol geziyor ülkemizde. Güzelim kentlerimiz yetmedi, şimdi güzelim köylerimizi de mahvediyoruz. Kaçakla mücadele mi, güldürmeyin beni Allah aşkına… Türkiye’de kaçağa laf eden pek yok. Ama yasalara uygun ciddi bir projeniz mi var, başınıza gelecek pişmiş tavuğun başına gelmez. Şu bizim çevrecileri köylerdeki apartmanlara, köyü betona bulayan sitelere, yemyeşil köyleri tanınmaz hale getiren çağdışı girişimlere karşı çıkarken hiç görmüyoruz. Tarım alanlarını evlerle, apartmanlarla donatanlara nedense hiç aldırmıyorlar. Var mı yok mu büyük projelere karşı çıkıyorlar hep. Yasalara aykırıysa eğer, büyüğüne de küçüğüne de ses çıkarmaları, tepki koymaları gerekmez mi?
Milas-Bodrum arasına, hem de en verimli tarım arazisinin tam ortasına Türkiye’nin en büyük cezaevi yapıldı da, kimsenin kılı bile kıpırdamadı. Yine oralara iki büyük ilçenin çöpleri depolanacak. Tarım arazilerimiz çok kıymetli, artık bir karış tarım arazimizi bile değerlendirmek zorundayız. Ama kime anlatacağız bunları. Dünyada tarım üretimiyle kendine yeten 7 ülkeden biriydik. Bugün neredeyse bütün bakliyatımızı ithal ediyoruz, dışarıdan buğday almasak ekmeğe bile un bulamayacağız. Hayvanlara otu bile yurtdışından getirtiyoruz. Günlük politikalarla uğraşırken, temel sorunlarımızı hafife aldık. Oy toplayacağız diye, aklına esenin her istediğini rahatça yapabildiği bir ülke haline geldik. Dünya zeytin ağaçlarını gözü gibi korurken, zeytin ve yağı en kıymetli gıda maddesi sayılırken, biz inşaat yapacağız diye zeytinlerimizi sorumsuzca kesiyoruz. Dur diyen yok, ne yapıyorsun diye soran hiç yok ki? Sadece zeytinlerimizi değil, meyve ağaçlarımızı bile inşaatlara kurban ediyoruz. Allah’ın parmağı yok ki gözümüze soksun. Bir gün aç kalınca aklımız başımıza gelecek ama, o zaman da iş işten geçmiş olacak.
Seçimler yaklaşıyor, erken seçim ihtimali var diye her yerde inşaatlar hızlandı. Malum seçim lafı çıktı mı, arkasına imar affı yapışır hemen. Ehhh bizim partilerimiz de oy gelecek yerden kazı esirgeyecek değiller ya, seçim öncesi kaçak inşaat furyasını görmezden geliyorlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle maalesef. İnşaatı millet seviyor da, devlet sevmiyor mu sanki? Devlet-millet el ele güzelim Türkiye’yi betona çevirmekte kararlıyız. Öyle mi, öyleyse doğa bizden intikamını feci şekilde alacak bilesiniz. Nitekim alıyor da.. Bakın son yıllardaki afetlere, sellere ve fırtınalara..
Gerçekten çok matrak bir ülkeyiz. Türkiye’nin doğasını korumakla görevli Çevre Bakanlığını, hammaddesi beton olan Şehircilik Bakanlığına bağladık. Ateşle barut bir arada durur mu hiç? Hem çevreyi koruyacaksınız, hem şehirciliği geliştireceksiniz, hem de TOKİ’leri yeşil alanlara yapacaksınız. Tepeden uçan kargalar bile gülüyordur bu işe.
Şu Çevre Bakanlığını kurdurmak için geceli gündüzlü çalışmış, çok gayret sarf etmiştim. Birleşmiş Milletlerin çevre için çok iyi ve güçlü fon ve destekleri vardı. Bu bakanlığa sahip olmayan ülkeler, bunlardan yararlanamıyorlardı. Türkiye geç de olsa, güç de olsa sonuçta kurdu çevre Bakanlığını. Kim derdi ki o bakanlık, yıllar sonra Tarım, Orman ve Şehircilik Bakanlıklarının kanatları altında eriyip gidecek. Şimdi adı var, adına iklimi de yapıştırdılar ama, kendisi pek yok ortalıkta, tabela kuruluşu olmaktan öteye gidemedi. İşin doğrusu, çevreyi şehirciliğin kazma ve küreklerinin etkisinden kurtarmak ve doğrudan ilişkili olduğu Turizm Bakanlığına bağlamak… Ama planlı ve programlı olmak, doğal güzelliklerimizi ve değerlerimizi korumaya almak şartıyla…