Herkes memleketini, toprağını, havasını, suyunu, nimetlerini sever. Ayrı düşüncelere ve görüşlere sahip insanlarımızın Türkiye sevgisi tartışılmaz. Ancak yönetime öfkeli ve gelecekten umudunu kesip, başka ülkelere kapağı atmaya çalışanlar ve düşünenler var ki bunlar da minik bir topluluktan öteye gitmiyor.
Şurası bir gerçek ki, Türkiye’yi iyi yönetemiyoruz. 20 yıla yakındır akıl almaz işler yapıyoruz. Hatalarımızın, inat ve yanlışlarımızın bedelini çok ağır şekilde ödüyoruz. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Ülkeyi yönetenler iyi işler yaptıklarına inanıyorlar. Oyların yarısından fazlasını almayı, bir devleti tepeden tırnağa değiştirmek için yeterli görüyorlar. Oysa Anayasada engelleyici hükümler var, yasalar ve yönetmelikler, aklımıza eseni yapmamızı frenliyor. Öyle ama, iki sene sonra 100. yılını kutlayacağımız Cumhuriyetin yönetim modelini çoktandır 'ben yaptım oldu'ya çevirdik. Bu değişiklik, şimdi tanıyamadığımız Türkiye fotoğrafını ortaya çıkardı.
Yönetimin temelde yaptığı motor değişimi, ülkeyi beton fotoğrafında ileri götürdü ama, ruhunu ve milletin birlik ve beraberliğini iyice tehlikeye düşürdü. Özetle yeni Türkiye masalı, eskinin güçlü ve saygın Türkiye’sini perişan etti. Mevcut yönetim, aslında günlük hayatımızı kolaylaştıran işler yapmadı değil, ancak din ağırlıklı kendi ideolojisini yerleştirme çabaları, yaptığı iyi işleri de çok kolay sıfırladı. İç ve dış politikada öyle hatalar yaşadık ki, bunları mevcut siyasi yapı ve kadrolarımızla düzeltmek kolay değil.
Geçmiş yönetimlerde de büyük hatalar yapıldı. Hatasız yönetimle dünya ülkeleri tanışamadı henüz. Ama bizim hatamız affedilecek gibi değil. Ülkenin temelini değiştiren, güçlü kurumlarını çökerten, dini siyasete iyice bulaştıran, milleti gırtlağa kadar borçlandıran hata ve yanlışlar zincirinin böylesine, yakın tarihimizin hiçbir döneminde rastlamadık. Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, hata ve yanlışı söylemek bile suç. Hemen hain ilan ediyorlar söyleyeni. Televizyonlarda müthiş başarı hikayeleri duyuyor, iç ve dış politikadaki zafer bilançolarına tanık oluyoruz. Acaba biz mi başka bir ülkede yaşıyoruz yoksa bizi yönetenler mi başka bir ülkeyi anlatıyorlar millete, şaşırdık kaldık..
Tuzu kuru olanlar rahat, devletten geçinenler memnun hayatlarından. Ama milletin büyük bir çoğunluğu yoksullaşıyor, geçim sıkıntısı çekiyor, mutfaklarda yangın var. Korkunç hayat pahalılığı, önlenemeyen fiyat artışları, vahşi serbest piyasa kuralları, kendi yağıyla kavrulan onurlu insanlarımızı mahvediyor. Evet, Korona salgını ile salgını önleme tedbirleri de ekonomimize çok büyük zararlar verdi ama, paramızı betona gömmeseydik ve maddi değerlerimizi har vurup harman savurmasaydık eğer, bu denli perişan olmazdı insanımız. Merkez bankasındaki yedek akçelerini bile yerse eğer bir devlet, üzerinden geçmediği köprüye, tünele, uçmadığı havaalanına para öderse bir millet, olacağı budur işte.
Şimdi döğünmeyi, durumumuza bakıp ağlaşmayı bir tarafa bırakıp, devleti ve milleti iyice zora düşüren sorunları nasıl çözebiliriz, ona bakalım. Bakalım ama, bakabilmek için konuşmak, dialog kurmak ve yanlışlarda ısrar etmemek lazım. Herşeyi ben bilirim, ben yaparım anlayışının Türkiye’ye daha fazla zarar vermemesi için, siyasi bir barışta buluşmamız şart. Böyle bir barış olabilir mi? Buna ihtimal verenlerin sayısı bir elin beş parmağını geçmez. İktidar devamlı gündemi değiştirerek, ortamı gergin tutarak, altını boşalttığı demokrasi alanında rahat top koşularına devam etmeye çalışıyor. Rektör ataması, Anayasa değişikliği, erken seçim, aşı ve yaşamı kısıtlama kararlarıyla meşgul ediliyoruz devamlı. Adalet reformu gelecekti, basın hürriyeti rahatlatılacaktı, yeni düzenlemeler yoldaydı, hani ne oldu? Yerine Anayasa değişikliği geliyor. Lüzum var mı böyle bir değişikliğe, olsa ne değişecek ki?.. Yönetim aklına eseni yaparken, Anayasa’ya mı bakıyor? Baksa böyle delik deşik olurmuydu mevcut Anayasa’mız?
İçerde durumumuz iyi değil dostlar. Millet bölünmüş durumda, yarısından çoğu yönetime öfkeli, dişlerini gıcırdatıyor, derdine çare bulamamanın tepkisini gösteriyor. İktidarı destekleyenler ise, kavuştukları imkanları kaybetmemenin hesabını yapıyor, ciddi önlemlerini alıyor. Mevcut yönetim hala kindar ve dindar gençlik yaratmanın peşinde. Camilerde gençlik kolları kuruyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri, dinsizlikle suçluyorlar. Onlara göre muhaliflerin çoğu dinsiz, ateist hatta deist. Muhalifler ise mevcut iktidarı din istismarı yapmakla, laikliği ortadan kaldırıp Türkiye’yi karanlığa taşımakla, cemaat ve tarikatları devlet parasıyla beslemekle itham ediyorlar. Ben kavganın özetini belirttim, aslında altında daha çok nedenler yatıyor.
İçerde durumumuz iyi değil de, dışarıda farklı mı sanki? Şöyle bir etrafımıza bakın, Araplar dahil tek bir dostumuz yok. Azerbaycan bile Kıbrıs’ı tanımadı hala. Türk dış politikası iyice irtifa kaybetti. İslam aleminin liderliğine oynamak ne fayda sağladı Türkiye’ye? Aksine tüm dünyayı karşımıza geçirdi. Dünyanın her tarafına cami yaparak, halkın geçim sıkıntısı çekerken, Afrika ülkelerine yardım yollayarak, ele geçmiyor liderlik. O Araplar dinden nemalanmayı sana bırakırlar mı? Suriye’ye bulaşarak 5 milyon insanı neden soktuk vatanımıza? Neden bozduk demografik yapımızı? 18 adamızı niçin kaptırdık Yunanistan’a?Rahibi neden yolladık Amerika’ya, gazeteciyi hemen nasıl gönderdik Almanya’ya? Gemilerimizi neden çektik Kıbrıs açıklarından? Kimse konuşmuyor ki, anlatmıyor ki gerçekleri millete…
Herneyse hepimizin bildiklerini tekrarlayarak vakit kaybetmeyelim. Yok Cumhur ittifakı, yok Millet ittifaki laflarıyla milleti daha da keskin bıçaklarla bölmeyelim.
Milletin şefkata, merhamete, kucaklanmaya ihtiyacı var. Aklı başında insanlar siyasi kavgalardan, kavgacı dil ve üsluplardan artık son derece rahatsızlar. Huzura ve morale ihtiyacı var milletin. Yönetimler yönettikleri toplulukları bölmeye değil, birleştirmeye çalışırlar. Bugün Türkiye’deki değişikliklerin hiçbiri, iktidarın seçim beyannamesinde yok. Alın okuyun beyannamelerini. Yazdıklarını değil, akıllarına eseni yapıyorlar kolaylıkla.
Bu gidişin sonu iyi görünmüyor. Ekonomik ve siyasi kriz, milletin huzursuzluğu ve ortamdaki sürekli gerginlik elbirliğiyle frenlenemezse eğer, daha büyük üzüntüler ve endişeler yaşayabilir, acı sonuçlarına ister istemez katlanabiliriz. Artık aklın ve sağduyunun egemen olması lazım. İktidarıyla muhalefetiyle Türkiye’den sorumlu olan tüm kadrolar, siyasi hesapların kitap, defter ve kalemlerini bir yana bırakarak, ellerini süratle birbirlerine uzatıp tokalaşmalıdırlar. Türkiye’nin ve insanının daha fazla gerginliğe, kavga ve gürültüye tahammülü kalmadı. Siyasi gözlükler çıkarılır ve mevcut tabloya Türkiye’nin çıkarları açısından bakılırsa, durumun vehameti kolayca anlaşılır.