Bütün masallar “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…” tekerlemesi ile başlar. Masalımız üç tarafı denizlerle çevrili dünyanın en bereketli topraklarına sahip, güneyi “Golden Earth” diye anılan, ardında birçok devletler bırakarak bu toprakları vatan edinmiş, bahtsız bir millete ait.
Gök tanrının inayetiyle zamanın çok ötesinde bilge bir kağanın diktiği yazıtlar asırlara ilham ve yön verecek değerdeymiş. Öyle bir millet ki varlığından korkanlar o zamana göre imkânsızı başarıp 6 bin km. duvar örmüşler. Düşmanın çaresizliği, bu milletin ululuğunu, yenilmezliğini gösterirmiş. Yıllar yılları kovalamış, ipekli kumaşlar ve emsalsiz güzellikte kadınlarla kandırılmış yöneticilerle zayıf düşmesi yetmezmiş gibi kuraklık ve istilalarla iyice zayıflamış. Korkulan millet iken kendisi korkar olmuş, Boy boy, soy soy bölünüp yok olmuşlar. Kimisi de terk etmiş öz vatanını.
O milletin yiğitleri tükenmezmiş. En olmadık zamanda birisi çıkar derler, toplarmış. Öyle de olmuş. Tekrar bir araya gelip, zorlukları aşa aşa yeni bir yurt edinmişler.
Bir büyüğün gördüğü rüyadaki ulu çınarı hayata geçirmek isteyen yenilmez hakanları varmış. Halkı, dürüst, güçlü, çalışkan olarak anılırmış. Çalışmışlar, savaşmışlar, kazanmışlar. Öyle çoğalmışlar ki toprakları yetmez olmuş. Büyüdükçe büyümüşler.
Bu topraklara sahip olmak isteyen açgözlü düşmanlar önce ülkeye binlerce yılan sokmuşlar. Savaşta yenemeyeceklerinin bilincinde, o milleti fitneyle yıkacaklarını keşfetmişler ve asırları aşan planlar yapmışlar.
Yıkıldığı yerden kalkmasını bilen bu milleti yok edemeyeceklerinden eminmişler. Sessiz ve derinden ülkeyi kemirmeye başlamışlar. Bir yandan da her yere sızıp çoğalıyorlarmış. Halk her şeye rağmen birbirine kenetlenmiş, çalışkan, aza kanaat edip, yalandan, dolandan, hileden uzak yaşamlarını mutlu bir biçimde sürdürüyorlarmış. O kadar ki altın dolu tezgâhları öylece bırakır ibadete gider, bir tanesinin bile ellenmediğini görürlermiş. Düşmanlar en çok buna hayret ederlermiş. Yılanların bu topluluğa sızmasını emretmişler. Kadınlar ve başka değerli eşyalarla akıllarını çelmeye başlamışlar.
Yıllar yıllar önce aynı tavırla yıkılmış uzak diyarlarda bir başka devletlerinin olduğunu çoktan unutmuşlar. Topluma zehir tohumları atılırken saray boş bırakılacak değilmiş elbette. Önceleri devlet kutsal sayıldığı için alınacak kararlar uzun süre tartışılırken, akıllı, kurnaz, düzenbaz saray erkânı ile kumpasçı kadınlar padişahları manipüle etmişler. Saray kadınları, tebaa, evlat sayıldığı için hep başka diyarlardan getirilmiş. Her şey aslına rücu edermiş ya onca eğitim, asıllarını, ailelerini ve doğdukları toprakların çıkarlarını unutturamamış onlara. Bu kutsal amaç uğruna da evlatlarını bile gözden çıkarmışlar. Yavaş yavaş en önemli noktalara yapılacak atamalara da bu kadınlar karar verir olmuş. Halkın gözünü boyamak ve ne kadar samimi olduklarına inandırmak için ibadethaneler, imaretler, kervansaraylar şifahaneler yaptırmışlar. Ülkelerinin çıkarları için devletin altını oyarken, kendilerine bağlanan iaşeyi sözüm ona halka hayır için harcayarak göz boyamışlar.
Hükümdarlar, asimile politikası yerine fethedilen her yere gönüllü aileleri yerleştirmişler. Din ve dillerine karışmamışlar. Ahalinin zamanla bu ailelerin dinleri ve törelerinden etkileneceklerini ummuşlar. Sefere giden ordular yenilerek dönmeye başlamış. Önceleri “cihad” aşkıyla sefere koşan askerler ulufenin ve sefih yaşamın peşine düşmüşler. Girdikleri üzüm bağından yedikleri her salkım için altın veren askerlerden yağmacı askerlere dönüşmüşler. Alkışlarla karşılanırken nefret ve kinle anılmışlar. Giderek akılsız, ayyaş, deli hükümdarlara kalmış ülke. Düşmanın istediği tam da buymuş. Pek çok yenilgi ile koca imparatorluk bir avuç toprağa kalmış. Zar zor elde edilen birkaç lokal zafer ülkeyi ayakta tutmuş. Aslında birbirleri ile çok da dost olmayan düşmanların bir zamanlar bu ülkenin olan o topraklara ulaşmak, oraların her türlü zenginliğini sömürmek gibi büyük bir hayalleri varmış ama bunun için bu güzel ülkeyi almaları gerekiyormuş. Çıkarlarına göre harita üzerinden paylaşıp yola düşmüşler. Dışta ve içte pek çok dostları varmış. Ve ülkenin aydınları onlara öyle hayranmış ki biata bile hazırmışlar.
Bu ülkenin güzellikte dünyaya bedel bir şehri varmış ve düşmanın dininin en kıymetli mabedi o şehirdeymiş. Halk bir sabah düşman bayraklarının dalgalandığı gemilerin şehre yaklaştığını görmüş. Kâbus kara bulut gibi çökmüş güzelim ülkenin tepesine.
Bir yerlerde genç bir adam, uykusuz gecelerin sabahında ülke kurtuluşu için kurduğu hayalleri bıktıracak kadar anlatırmış arkadaşlarına. Bu hayaller, ülke yok olmaya yaklaştıkça bir ihtimal bile olsa denemeye değer düşüncesiyle karşılık bulmuş. “Ülke için yapacak çok bir şey yok!” noktasına gelen yöneticilere karşılık “Yapacak çok şey var, henüz biz son sözümüzü söylemedik.” diyen aydın ve vatanseverler yeniden “dirilişe” hazırlanmışlar. Uyuyan aydınlar uyanmış. Yapılan hatalar gözden geçirilmiş. Ve “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” diye yola çıkılmış. Ülkenin gerçek ve su yüzünde olmayan erdemlileri yeni bir yol haritası belirlemişler. Ulaşılması imkânsız görünen hayallerin baş döndürücü liderinin ardından yürümeye karar vermişler.
Ülkenin sadece yönetimi değil, dini de yozlaştırılmış. Tarikatlar, ehl-i din yolundan sapmış, kişileri, peygamber ve evliya diye yaftalayarak keseler doldurulmuş, halkın gerçek dinden uzaklaşması için ne lazımsa yapılmış. Aydınlanmanın kandilini söndüren bu sahtekârlar, yoksul halkı devletin denetiminden uzak, saray erkânı ile el ele soyup soğana çevirmişler. Gerçek dini yaşamak ve tanıtmak isteyenlere de nefes aldırmamış, türlü iftiralarla etkisiz hale getirmişler. Erdemli topluluk bunun ne büyük bir bela olduğunun ve ülkeyi kemirenin bu keneler olduğunun farkındaymış. Özgürlük yolcuları, gerçek din adamlarını aralarına alarak yeni yolculukta manevi desteği sağlamışlar. Gecelerini ülkesine bağışlamış genç adam girdiği her savaşı zafere dönüştürmüş. Askeri dehası, müthiş hafızası ve eşsiz analiz yeteneği ile yıldızlaşmış. Ona inananlar ondaki kazanma hırsını görmüşler. Delicesine âşık olduğu ülke için candan ve tenden geçeni Tanrının mükâfatsız bırakmayacağını herkes bilirmiş. Ve halkına hayallerini gerçeğe çevirme idealini anlatmış.
Dağlardan, köprülerden, yollardan sopasıyla, abasıyla, tırpanıyla koşup gelmiş halktan zafere odaklanmış bir ordu yaratmış. İnandığına inandırmış. Düşman, ezilecek böcek kadar güçsüz gördüğü halkın bu kadar kısa zamanda devasa orduya nasıl dönüştüğüne inanamamış ve kâbuslar görmeye başlamışlar. Vatan aşkının aşamayacağı engelin olmadığını, hele de candan tenden geçenin namludan korkmayacağını anladıkları gün arkalarına bakmadan kaçmışlar. O kadar ki gemilerine binebilmek için birbirlerini denize itmişler.
“ZAFER, ZAFER BENİMDİR, DİYEBİLENİNDİR” sözünü gerçeğe dönüştürmüş, asırlara adını yazdıracak genç adam.
Kendi soyunun dışına taşıp, zorla başka kültürlere biat etmiş halkına, önce gerçek dinin anlatılması için kutsal kitabı kendi diline çevirtmiş. Unutulmuş öz kimliğe dönülmesi için ezelden beridir üzerinde çalıştığı ilkeleri hayata geçirmeye başlamış. “Halkı çalışkan olacak, üretecek, yaptığı her hayırlı işte devletini yanında görecek. Mahkemeleri adil olacak. Kadınları güçlü.. Din adamı devletten elini çekecek. Kendi madenlerini kendi işleyecek. Yerli mallarını kendi fabrikaları üretecek. Okullar hastaneler yollar. Sanata dair her adım. Kılık kıyafet, seçme seçilme hakkı. Bilim baş tacı. “Gecelerce süren okuma araştırma inceleme, mütalaa seansları, bir bardak rakı ve çilingir sofrası, konu yine vatan yine vatanmış. Çiftçisi, öğretmeni, hakimi, hekimi, sanatçısı, iş adamı, milletvekili, zanaatçısı hep ve sadece ülkesi için çalışmış; çünkü onlar onun hayalinin yoldaşlarıymış.. Yıkılmış bir ülkenin tarihleri kıskandıracak kalkınma hamlesini düşmanın seyredip yalan tebriklerinin sahi olduğuna inananlar yanılmışlar ve bu sessizliği boyun bükmek sanmışlar.
Bir candı O, beden dur dediği yerde inatla yürümüş. Bir şehrin kurtuluşu için hastalığının en yoğun döneminde yollara düşmek ancak emsalsiz bir aşkla izah edilebilirmiş. Ne Mecnun’un aşkına benzermiş ne Ferhat’ın. Dünyanın dört bir yanından gelen, sözüm ona jest yapılarak yollanmış hekimleri reddetmiş ve kendi canından insanlara teslim olmuş. O canından bildikleri ona nasıl kefen biçmişler, o gün bilinememiş ama tarih affetmezmiş. Günü gelince gerçeklere açığa çıkarmış…
Düzeni kurulmuş, yol haritası belli, bir saat gibi şaşmadan çalışan ülkesini, ardından ağlayan milletine emanet edip göçmüş ebedi âleme. Çöküş o gün başlamış.
Unutturulmuş ama uyumamış bir kenarda bekleyen kokuşmuşluk, raflardan indirilmiş ve adım adım sen ben kavgası ile ülke yıpratılmış. Düşman daha teknik daha gizli yollarla ülkenin en mahrem yerlerine adam sızdırmış. Eşsiz liderin gözbebeği kurumlar adım adım kirletilmiş, yozlaştırılmış. Artık savaş devri bitmiş. Şimdi adam satın almak ve kurulan oyunun piyonlarını izlemek zevkini keşfetmiş çağın egemenleri. Maşa varken el yakmak anlamsızlaşmış.
Yenidünya düzeni için göz koydukları ülkelerin tepedekilerini satın almış, halkın hoşuna giden sözleri söyletmiş, yapmak istediği, kendilerine zarar vermeyecek atılımları için destek vermiş, yıldızını parlatmış ve kurumlarına, zenginliklerine çökmüş. Hatta suyuna, madenine, toprağına…
Kan dökmeye ne hacet. Ezilmiş, horlanmış, yok sayılmış, cahil kalmışları teşvik edip itibar vermiş, altı kof adamları şişirip, pirim yaptırmış. O tarihte çalışkan, dürüst, yiğit erkek ve kadınları olarak anılan halkın değerlerini, sosyal medya gücüyle yerle bir etmiş, paralı maymunları ile sahte ve sahtekâr idolleriyle, pervasız, töresiz, saygısız bir toplum yaratmayı başarmışlar. Ülkesi için bir ömür adayan aydınlar unutturulmuş, uydurma tarihle sahte kahramanlar yaratmışlar. Her gün yeni bir söylemle halkı peşine taktırıp, onlar bunu tartışırken ülke kaynaklarını istedikleri gibi boşaltmayı sürdürmüşler.
Masalın en can sıkıcı kısmı da bu ya. Asırlara adını altın harflerle yazmış bu ülke bu millet can çekişmekteymiş. Tanrım, ne çok isterdim masalı “Biz erdik muradımıza, onlar çıksın kerevetine” diye bitirmeyi.
Bir yerlerde, sessiz, gecelerini feda etmiş birileri kurtuluş ve yeniden diriliş için çaba sarf ediyorlar mıdır?
Tarih tekerrürden ibaret midir?
Hep düştüğümüz yerden kalkmasını bildik. Biz milletçe lider odaklıyız. Kim bilir belki de bir yerlerde geleceğe dönük hayalleri olan, candan tenden geçmeye razı bir genç adam vardır. Bu masalın muhatapları içinse hiç umudum yok.
Ömrünü ülkesine adamış asırların lideri ATA’mı silah ve inanç arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum.
CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI KUTLU OLSUN!
NİCE YÜZYILLARA…