Gazetecilikte 56 yılı doldurmuşum.
Çok şükür kazasız belasız yarım asırı aşmışım.
Geçenlerde Siyasal Bilgiler Fakültesinde düzenlenen bir törenle meslekte 50 yıldan fazla çalışanlara belge verdiler. Sevgili kardeşim Yavuz Donat’la birlikte gittik ve İletişim Fakültesinin başarılı öğrencilerinin elinden aldık. Güzel bir düşünceyle çıraklardan ustalara verildi ödüller. Dilerim verenler de 50 yılı aşarlar ve kendilerinden sonra geleceklerin önünü açarak, bu anlamlı bayrak yarışını sürdürürler
İlginç, yorucu ve fedakarlık isteyen bir meslektir gazetecilik.
Aç kalacaksın ama kalemini asla satmayacaksın. Doğruluk, dürüstlük ve ahlak çizgisinden asla sapmayacak, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutacak, demokrasiye, cumhuriyete, anayasaya ve yasalara sadık davranacaksın. Bunun ötesinde elbette, Türkiye’nin sınırlarını kucaklayan keskin bir milliyetçilikten asla vazgeçmeyeceksin. Böyle gördük.böyle öğrendik ve böyle de yaptık mesleğimizi.
Bu 56 yılda neler gördük neler yaşadık..?
İhtilaller, harpler, çatışmalar, depremler, yangınlar, hele terör olaylarında açık hedef haline de geldik. Türkiye sevdalısı olmanın bir bedeli vardı geçmişte. Onu ödemeyene pek rastlanmaz,rastlansa da (tatlısu gazetecisi) olarak bakılırdı onlara.. Geçmişte sağ-sol kavgaları olurdu ülkede, Atatürk’e ve rejime toz kondurmazdı kimse. Hele Cumhuriyete dil uzatmak, onun kurumlarını hırpalamak kimin haddine ? Akla bile gelmezdi, hayal bile edilemezdi bunlar…
Nerelerden nereye geldik.
İnanılacak gibi değil ama geldik işte.
Bu gelişin son yıllarında, maalesef benim mesleğimin de etkisi oldu. Yargı siyasallaştı, eğitim siyasallaştı, din siyasallaştı, bürokrasi siyasallaştı da, basın siyasallaşmadı mı ?.. Herkes siyasete bulaştı da, basın teğet mi geçti ?.. Kim ne derse desin, basın da siyaset havuzuna balıklama dalarak, mesleğin ana işlevlerini unuttu. Bugünün basını, daha doğrusu medyası, Türkiye’nin çıkarlarından çok kendi çıkarlarını gözeten bir politika izliyor. İstisnalar kaideyi bozmaz ama gerçek bu maalesef. Hapisteki gazetecilerin, gerçek gazetecilik yaptıkları için hürriyetlerini kaybettiklerine inanırım ama, özgür gazetecilerin de patlıcanın faziletlerini yazarak günü geçirmeye çalıştıklarını da görmezden gelmem.
Diyeceksiniz ki, günümüzde yönetimin aleyhine değil yazmak, düşünmek bile suç. Böyle bir ortamda kim doğruları söyleyebilir ki. Söyleyeni hemen içeri atıyorlar… Doğru ama gazeteciliğin de bir kuralı var. Korkak adam gazeteci olamaz. Görevin gereğini yapacaksın, yanlışın üzerine gideceksin, halkın ve ülkenin çıkarlarını gözeteceksin. Mesleğin kaymağını yemek iyi de, zorluğunu çekmek mi korkutuyor meslekdaşlarımı ?.. Bunları düşünmeden yapamıyorum.
Neyse, ben yine de basının siyasallaşması meselesine döneyim. Benim mesleğim siyasete öylesine bulaştı ki, ülkenin ve halkın sorunlarını unuttu adeta. Medyanın büyük bir kısmı iktidarın, küçük bir bölümü de muhalefetin peşine düşünce, ortalık iki-üç idealist gazete ile bir avuç cesur meslekdaşıma kaldı. Peki milletin sorunlar yumağına kim eğilecek ? Kim bakacak mutfaklardaki yangına, kim araştıracak serbest piyasa rezaletini, dar gelirlinin sıkıntısını kim dile getirecek ? Turizm can çekişiyor, tarım yerlerde debeleniyor, ihracat giderek geriliyor, işsizlik alabildiğine artıyor, eğitim faciaya dönüştü. Üniversiteler diplomalı işsiz yetiştirmek için yarışıyorlar. Kanser ülkede patladı, sağlıklı gıda üretimi tarihe karıştı. Sofrada yediklerimizi bir tahlile göndersek var ya, çoğumuz aç kalırız.
Devletin iyi yetişmiş, nitelikli ve donanımlı personeli yok artık. Sadece bilgileri değil, fizikleri de değişti çoğunun. Geçmişin deneyimli diplomatları, komutanları, polis şefleri, maliyecileri, bürokratları, takılan çeşitli kulplarla görevlerinden alındılar, işlerinden atıldılar. Kolay mı yetişti bu insanlar ? Devlet bunları yetiştirebilmek için büyük paralar harcadı. Çoğunu yurtdışına gönderdi. Boşuna mı yapıldı bu masraflar ? Kim soracak bunları, benim mesleğim sorgulamayacak da, kim sorgulayacak yapılan usulsüzlükleri, yanlışları ?..
Türkiye doğru silah alıyor mu, savunmaya doğru yatırım yapıyor mu ?
Bütçemizi yerinde kullanıyormuyuz, yoksa paramızı savuruyormuyuz ?
Yasalara uygun mu yapıyoruz harcamalarımızı ?
Devletin bu kadar büyük bir personele ihtiyacı var mı ?
Dünya otomasyona gider ve personel sayısını azaltırken, biz aklımıza estiği gibi şişiriyoruz kadrolarımızı. Bunun millete maliyeti nedir ?
Üniversitelerimiz Türkiye’nin ihtiyacı olmayan mesleklere adam yetiştiriyorlar. Bunca avukata,eczacıya,kimyagere,tarla yüzü görmemiş ziraatçiye ihtiyacı var mı ülkenin ? Çoğu işsiz güçsüz dolaşıyorlar.
Eskiden bir Devlet Planlama Teşkilatımız vardı. Türkiye’nin ihtiyaçları burada planlanır,ondan sonra geçirilirdi hayata. Bugün öyle değil,herkes aklına eseni kolayca yapıyor. Ne arıyan var nede soran. Bütün bunları gazetecilik mesleği gündeme getirmeyecekse, ülkenin ve milletin menfaatlerine seyirci kalacaksa, ne gerek var bunca gazete, televizyon ve dergiye ?..
Muhalefet milletvekili görevini layıkı şekilde yapamıyor olabilir. Milletin muhalefet görevi verdiği vekilleri, tatlı maaşın ve imkanların esiri olarak işlerini ihmal edebilirler. Ama gazetecinin böyle bir şansı yoktur ve olmamalıdır da.. Namuslu ve görevini yasalara saygılı şekilde yapan gazetecinin başı belaya girecekse girer. Her görevin bir bedeli vardır ve bu bedel yeri geldiğinde mutlaka ödenmelidir. Korkunun ecele faydası yoktur. Bir işi yapacaksak doğru ve iyi yapmalıyız. Bunu hiçbir meslekdaşım aklından çıkarmamalıdır. İyiyi de kötüyü de görüp, vicdanına danışarak korkusuzca yazmalıdır.
Eskiden araştırmalar, istatistikler, anketler, röpörtajlar yapılır ve yönetimlerin yanlış-doğru yaptıkları halka ayna gibi yansıtılırdı. Şimdi pek göremiyoruz bu gibi çalışmaları. Günümüz gazetecileri bir silkinip kendilerine gelmeliler. Politikacıların peşinde koşmak yerine, kaleme kağıda ve makinaya sarılıp, milletin ve devletin temel meselelerinin peşine düşmeliler..
Türkiye böyle bir gazeteciliği arıyor ve özlüyor..