20 Temmuz 1974..
Diyeceksiniz ki bu tarihi biliyoruz. İlk bakışta ilginizi çekmeyebilir ancak bunlar, hayat hikayemizin unutulmayan kesitlerinden birisidir.. Yıllarca bana örnek olmuş, her yaptığım işte vatan ve millet sevgimi mütemadiyen beslemiş, bir akü gibi kaldığım yerde beni tekrar hareketlendirmiş, coşturmuştur.
Evet, sene 1974 günlerden 20 Temmuz.
Dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit, dönemin Dışişleri Bakanı merhum Turan Güneş'e 'Ayşe Tatile Çıksın' parola talimatını vermişti.
Cebeli Tarık boğazında demir atan 6. filonun bile haberi olmadan Kıbrıs Barış Harekâtı başlamış, radyolarda Hasan Mutlucan; "Çanakkale içinde aynalı çarşı / Ana ben gidiyom düşmana karşı.." diye haykırıyor. Millet olarak heyecan dorukta..
Lise öğrencisiyiz. Aynı vatan duygularını halen taşıdığını bildiğim Hüsamettin Taşdemir ve samimi olduğumuz diğer 8-10 arkadaşız. Derdimiz de Kıbrıs’a gidip savaşmak. Kırıkkale Askerlik Şubesi binasının önüne vardık. Gördük ki orada yüzlerce genç toplanmış; hemen ön tarafa geçtik ve “bizi içeri alın, Kıbrıs’a gidip savaşmak istiyoruz” diye adeta yalvarıyoruz.
Nöbetçi "içeri giremezsiniz" diye uyarıyor ve bir astsubay başçavuş komutan geliyor; “Sevgili gençler, Mehmetçik gereğini yapıyor, şu anda sizlere ihtiyaç yok. Sizin cepheniz okullarınızdır. Şimdi evlerinize dönün, ihtiyaç olursa biz sizlere ulaşırız..” Ve devamında “sağolun, varolun” gibi güzel sözlerle kalabalığın dağılmasını temin ediyor.
17- 18 yaşlarındaydık, hepimizin babaları MKE fabrikalarında çalışıyor, biz de Kızılırmak sahilinde Silah Fabrikası lojmanlarında oturuyorduk.
Kıbrıs harekâtı başlayınca Türk Ordusuna silah yapan fabrikada cepheye silah, mermi ve sair teçhizat gönderilmesi için gece gündüz çalışılıyor; O anki şartlarda imalata hız verecek metal malzemenin işlenmesi, kesilip imalata yönlendirilmesi olağanüstü bir özveri gerektiriyordu. Fabrikanın işçi kapasitesi yeterli değil ve gece gündüz aralıksız mesai yapılıyordu..
O zamanın fabrika müdürü aynı zamanda da fabrika lojmanında komşumuz olan merhum Yılmaz Telatar ve ticaret müdürü Tuncer Yetik Beyler.. Askerlik Şubesine hücum edip görev istediğimizi, ancak yaşımız nedeniyle göreve alınmadığımızı duymuşlar. Mahalleye haber salarak ve “bu da bir vatan ve askerlik görevidir” diyerek bizleri çağırıp, fabrikanın imalat çalışmalarına katkı vermemizi istediler. Çok heyecanlı ve hevesliydik.
G-3 silahının gövde ve kundak sac kesimi işini bizlere verdiler.
Ömer Seyfi, Niyazi Yıldırım ve ben Ali Çekirdek hemen koşarak göreve başladık. Normalde günlük imalât 100’ü geçmezken bizim olağanüstü çalışmamız ile prese gönderdiğimiz gövdeler sayesinde imalât yükselerek günlük 500’leri bulmuştu. Daha ilk saatlerden itibaren imalatın tekniğini kavramış, canla başla çalışıyorduk. Ev, uyku, mahalle hiçbirini gözümüz görmüyordu. Her birimiz hedefine kilitlenmiş birer otomatik silah gibiydik.
O kahraman MKE işçisi paydos bilmiyor, yemek molası dahi vermiyor; ekmek arası haşlanmış yumurtayı tezgâhının başında işe ara vermeksizin yerken, minik pilli radyosu ile Hasan Mutlucan’ın türkülerini dinleyerek çalışıyordu.
Bir konuşmasında fabrika müdürü, işçilere gözyaşlarını tutamayarak teşekkür etti ve “Türk Milleti'nin bu birlik ve beraberliği olduğu müddetçe, yenemeyeceği dert ve başaramayacağı hiçbir zorluk yoktur..” dedi.
Mehmetçik Yavru Vatan’da görevini yaparken, bizler yani o sivil genç kahramanlar da savaşa katılmadan, Beşparmak Dağları’na inmeden, (üçümüz de parmak ve ellerimizin kesilme tehlikesini defalarca yaşayıp birkaç tehlike atlattıksa da) zararsız şekilde ve başarıyla görevlerimizi tamamlamıştık..
Atatürk’ün kurmuş olduğu MKE'de çalışan işçilerimizin ve tüm Türk Milleti'nin, o günleri ve bu millî duyguları unutması mümkün değildir. O milli duygularımız da doğuştan gelen, genetik bir reflekse bağlıdır.
Komşumuz Yunanlılar ve diğer ard niyetli ülkeler de unutmasınlar ki, Türk Milleti her şeyden önce Asker bir Millettir.
Ve yine akıllarından çıkarmasınlar ki, Misak-ı Milli sınırlarımız Kars’tan başlayıp, İzmir’de bitmiyor.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE..
Saygılarımla..