Çok güzel bir kenti, hem de dünyaca ünlü bir turizm merkezini mahvetmek için ne mümkünse yapıyoruz. Son aylarda yangından mal kaçırır gibi, bir inşaat maratonuna girildi. Geceye gündüze bakmadan, yasağa ve kaçağa aldırmadan temeller atılıyor, katlar çıkılıyor, balkon büyütme görünümüyle odalar katılıyor evlere. Yıllarca şikayetçi olduğumuz ve üzüntüyle izlediğimiz bu tablo, günümüzde çok daha büyüyerek sürüyor. Artık kepçelerin, dozerlerin, hafriyatların, damperli kamyonların, taş ve kaya kırıcıların, paletli yükleyicilerin, beton mikserlerinin gürültüsünden geçilmiyor kentte.
Öyle bir inşaat furyasına tanık oluyoruz ki inanılır gibi değil. Kim veriyor bunların izinlerini, nasıl göz yumuluyor bunca inşaata, nasıl görmezden geliniyor dağların tepesindeki hafriyatlara?
Belediyeye sorarsanız, hepsi imar planına uygun yapılar. Plana uygun olmayanların izinleri Ankara’dan geliyormuş. Doğru olabilir ama bu kentin bir disiplini yok mu? Herkesin gözünün önündeki rezaletlerde, kurumlar topu birbirlerinin üzerine atıyorlar. Belediye Büyükşehire, Büyükşehir Çevre Bakanlığına, Çevre Bakanlığı turizme… Bu karambolde şehir elden gidiyor, dokusu tanınmaz hale geliyor ama halkın derdini anlatacağı ciddi bir merci yok gibi.
Yıllardır yazıyoruz çiziyoruz, değişen bir şey yok. Yazmak bizim görevimiz, bundan kaçınacak da değiliz..
Bodrum’un altyapısı yok, çoğu yerde kanalizasyon dereler yoluyla denize gidiyor, suyu yetersiz, yollar felaket, trafik Istanbul’a döndü. Göstermelik arıtmaların çoğu sağlıksız çalışıyor, hatta bazılarının sağlıksız çalışması bile şüpheli. Bu durumda yeni inşaatlara izin verilir mi hiç? Ev sahibi olmayan Bodrum’un yerlisine, kendi arsasında yapı izni verilmesini anlarım. Ama aynı arsaya 15-20 daire yapmak isteyene ruhsat vermem. Hem bunlara ruhsat veriliyor, hem de büyük kentlerden gelen sermayenin muazzam projelerine "altyapı tamamlanana kadar hayır" denilmiyor. Öyle olunca şehir, ister istemez bir şantiye görünümüne bürünüyor.
Bu inşaat karambolüne, Ankara’dan gece çıkan kararları da eklemek lazım. Hazinenin arazileri satışa çıkıyor, Ankara işaretli bazı büyük parseller özelleşiyor. Turgutreis-Akyarlar arasına yapılan muazzam bir site, deniz kenarındaki devlet yolunu, yaptığı evleri denizle buluşturmak için dağa yönlendiriyor. Aspat’taki bir site, devletin ve milletin kocaman koyunu kapatıyor, suyu evlerin arasına çekiyor, aklınca Venedik’i çağrıştırmak istiyor. Kent Konseyi, sivil toplum örgütleri, çevreciler ayakta, Bodrum’u korumak için canlarını dişlerine takıyorlar.
Çok şükür Kisebükü’nü kurtardılar. Yargı da son zamanlarda, haksız ve usulsüz kamu yağmalarını durdurmaya başladı. Yalıkavak, Gündoğan ve Göltürkbükü sınırları içinde yeralan 3.038 hektarlık alandaki imar planlarına da, mahkeme kanalıyla "dur" denildi şimdilik. Ama çabalar yeterli olmuyor, devamlı uyanık kalmak ve gelişmeleri dikkatle izlemek gerek. Su uyur, rant uyumaz.
Belediyemizin de, sivil toplum kuruluşlarının çabalarına destek vermesi, yasal olmayan ve yeni projeleri mutlaka
"genel halk sağlığı" gerekçesiyle durdurması lazım. Belediye cesur bir politika uygulamak zorunda. Her ruhsat isteyene, para gelecek diye oturduğu yerden ruhsat vermemeli. Tüm iş makinalarını izne bağlamalı. Aklına esen kepçeyi kiralayıp, kamyonları hazırlayıp hafriyata başlayamamalı. Ayrıca iş makinalarının yolları ve kaldırımları tahrip
etmelerine göz yummamalı. Yahşi’den Ortakent’e inen çok güzel ve geniş, etrafı narenciye-erguvan ağaçlarıyla süslü
harika bir caddesi vardı. Gidin bakın ne hale gelmiş cadde, yollar ve kaldırımlar.
İnşaat malzemeleri satan,iş makinaları çalıştıran derme çatma yapı ve gecekondularla doldu. İçiçe küçücük evler yapılıyor artık. Oysa oranın beşer dönüm içinde birer ev yapılabilecek harika bir projesi vardı. Bu karambolde o da gürültüye gitmiş.
Şimdi sıkı durun, daha büyük bir inşaat faciasına değinmek istiyorum. Hani Torba’dan Yalıkavak’a orman içinden gittiğimiz yol var ya, onun sahiline indim geçende. 230 ev yapan bir firma, ormanla kaplı muhteşem bir tepeyi dümdüz etmiş, ağaç filan bırakmamış, sefer tası gibi dizmiş evleri. Henüz kabaları bitmiş çoğunun. Projenin tamamı bitse, bırakın ağaç ve yeşilliği, maydanoz ekecek yer bile bırakmamışlar. Hemen yanında çok güzel, doğa ile uyumlu, ağaçların arasında kaybolan bir otel yapılmış. Mevcut ağaç ve yeşilliğe zarar vermedikleri gibi, miktarını çok büyütmüşler, yüzlerce çam-zeytin-manolya gibi ağaçlar, dokuya uygun çalılar dikmişler. 230 ev için koca ormanı katleden firma, komşusunu örnek alsaydı bari. Hemen ötesinde bir başka proje başlamış. O da Allahlık, ormana filan aldırmadan bitirmeye çalışıyorlar projeyi.
Moralinizi bozmamak için daha fazla yazmayayım. Ama yapılması düşünülenleri de belirtmeliyim. Örneğin hani şu meşhur Cengiz İnşaat var ya, Riksos’ların sahibi Fettah Tamince ile aynı bölgede 650 dönümlük muazzam bir araziyi satın almışlar. Ama tahsis filan değil, paraları bol ya, oraya da vaktiyle 350 milyon dolar sayıp sahiplenmişler işte. Herhalde buraya da çok büyük oteller yada yazlık villalar yapıp satacaklar. Bu bölgeye çok acıdım. O muhteşem ormanların katledilmesine ve hiçbir estetiği olmayan inşaatların sürmesine çok üzüldüm. Oysa vaktiyle buraların plan ve projeleri ciddi şekilde yapılsa, turizm alanı ilan edildiğinde yapılacak projeler vaktinde belirlense ve orman katline hiçbir şekilde izin verilmese idi, bugün bu acıklı ve vahşi tabloya tanık olmayacaktık.
Belediye maalesef kaçak yapılara da, doğayı mahveden büyük projelere de karşı çıkamıyor. Öyle olunca yaptığı diğer ve güzel hizmetlerle kazandığı olumlu puanları da çok büyük bir hızla kaybediyor. Tavşana kaç - tazıya tut politikasıyla bu işler yürümüyor. Şimdiye kadar 80-100 tane kaçak yapı yıkıldıysa, ondan fazlası yapıldı, yapılıyor hala.
Halk çok şikayetçi bu durumdan. Belediye belki, 'yetkileri yetersiz' gerekçesiyle müdahele etmiyor olabilir kaçaklara.
Ama bunu halka anlatmak çok zor. Şeffaf politika uygulayacağını söyleyerek yola çıkan belediye yetkilileri, sivil toplum kuruluşlarıyla omuz omuza vererek, gerekli mücadeleyi yapmalı ve halka kontrolsüzlüğün sebeplerini mutlaka açıklamalıdır.