Avni Anıl’ın Nihavent şarkısında İlhan Behlül Pektaş’ın dediği gibi:

Aşk nedir, nasıldır bilen var mı?

Sevip de her zaman gülen var mı?

‘Ben seviyorum’ demek çok kolay

‘Hadi öl’ deyince ölen var mı?” *

Ne var ki herkes sevdiği için öleceği vaadinde. Yüzyıllar, kültürler boyu bu böyle… Bir de “vatan için kefenimizi giydik de geldik” deyip koruma ordusuyla gezenler var tabi.

Kirli ruhları karıştırmayalım şimdilik. Odağımız iki insan arasında doğup önce kendilerini, sonra da alemi kapsadığı varsayılan belki de murat edilen “aşk” olsun.

Aşkın, beşerî olanının evreleri de vardır, farklı tanımlamaları da. Körler ülkesindeki fil gibi kim neresine dokunup neye benzetirse o olduğunu iddia eder. Kendi seviyesinden baktığı her şeye yaşamış yaşayacak her bir insan için geçerli, evrensel tanımlamalar yapma gayretine düşer. Çünkü insan, duygusu duygusuna benzeyenle duygudaşlık (empati) kurmaya ayarlı bir varlıktır.

Dedim ya evreleri vardır bedenlenmeye çalışılan aşkın… Önce seviyorum çılgınca, benliğimle ruhumla diyerek başlar, sonra “sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?” diye tereddüdedüşer.

Ama aşkta da hayatta da tereddüde yer yoktur. Hem insan fark eder, kitapların yazmadığı gerçeği: Eksik kalır “ömrüm” dediğin, çünkü hiçbir şeyle dolmayan insandaki boşluk insanın boşluğudur!

İnsan, kendi varlığını görmek, hissetmek ve bir bakıma kanıtlamak için bir başkasının aynasında kendini görüp tanıdıkça fark eder bunu ve buna ilişkin her şeyi…

O boşluğun dolduğunu, dolacağını karşılıklı olarak hissettiğiniz anda sevgi deli gönülden gönüle bir akıştır ve kalpteki titreşim, her sevenin kendi meşrebince “izi hiç silinmeyen o ilk yakıcı bakışla” hayat bulur.

Kim “aşık” kim “maşuk” karışır, her seven içinde nadide bir çiçek gibi büyütür içinde… Bir ruhtan ibaret olan aşk bedenlendikten sonra ya derinleşir her güzel olan şeyi sevmek, korumak, kollamak adına…

Yani, birkaç damlayla ortaya çıkan sevginiz daha çok şeyi sevmenize, yaşatma arzusuna, birlikte başarma ve mutlu olma gayretine doğru götüren önce küçük bir dere, sonra bir nehre dönüşür. O her geçen gün çoğalarak farklı ve coşkun akan su, sizi, sevginizi ve sevdiğinizi hayat okyanusuna götürür.

Ne mutlu yapabilene!

Ya da bedende hapsolur kalır. Dahası hapseder sevdiğini teninde… Hissettiği şeydeki tılsımının zamanın çokça kullanılan deyimiyle “ten uyumunda” olduğunu varsayar. “Uyan ten” yaşlandıkça hatta “hevesten düşünce” dokunmaya çalışır dokunabildiği başka “tenlere…”

“Bir çiçekle bahar geçmez” sözü erkek egemen şımarıklıktan sevgisiz mutsuzluğa uzanan kaçınılmaz yolu işaret eder.

Obezite, sadece yemekle ilgili değil ki…

Kimiyse “aşkla yapar” ne yaparsa ama “o tek çiçeği bile” bulamadan göçer gider bu dünyadan.

Dünyanın hali…

Yıllar önce bir şiirimde dediğim gibi.

AŞK… ESKİDENDİ

“Bir çiçekle bahar geçmez” dediler,

Çoğu âşık onu bile bulmadı.

Muhabbet olmadan aşk beklediler,

Sevgisiz gönüller lezzet almadı.

Hasreti olmayan bir vuslat... Niye?

Çilesiz, emeksiz ve hoyrat... Niye?

Yârine sadakat, kabahat... Niye?

Mecnun'un dilinden anlar kalmadı.

Leyla, şimdilerde bir isim yalnız.

Şirin ve Züleyha sokaktaki kız.

Mecnun'um, Ferhat'ım, Yusuf'um yalnız.

Küçülen gönüller aşkı almadı.

(06-06-1997)

Cengiz Aytmatov’un muhteşem romanının kült olmuş filmi “Selvi Boylum, Al Yazmalım”da yer alan o meşhur replik…

“Sevgi neydi? Sevgi emekti.”

1992 yılında iki ay kaldığım rehabilitasyon merkezinde evliliklerine günler kala trafik kazası geçiren “aşklarını(!)” arkalarına bakmadan terk etmiş olanların arkalarında bıraktıkları can kırıklarını görünce kendilerinden nasıl tiksindiysem, hastalanan sevdiklerinin yanında son nefesine kadar mücadele eden beşerden çıkıp insana varabilmiş bireyler de benim için bir o kadar “özel” ve “güzel” olmuşlardır.

İnsan ilahi metinde geçen “hayvandan aşağı” olmakla “yaratılmışların en üstünü” olmak arasındaki yerini, aklı ve kendi hür iradesiyle seçip kaderini çizme şansı verilmiş yegâne varlıktır çünkü. Hem de bir ömür boyu…

14 Şubat Sevgililer Günü

Kim kime ne kadar sevgili, kimin kime muhabbeti ne kadar, ölçmemiz zor. Ne var ki şöyle bir gerçeklik de yok değil.

10 liralık güle 500 lira verince şarkıdaki dünyanın en büyük aşığı olmuyorsunuz.

Ama…

Birbirinizin bahçelerinde karşılıklı olarak emek verdiğiniz bir sevgiyle türlü çiçekler yetiştirdiğinizde “dünyayı daha yaşanılır yapan insanlar” olmanız mümkün.

Bir çiçeği beğenip koparmakla, sevip sulamak arasındaki farkı bilerek hem de…

* Yazıda geçen eserleri dinlemek için altı çizgili kelime ya da cümlelere tıklayabilirsiniz.

Haftanın Notu:

Sistemin müdahaleden uzak işleyişinin değil, hükümet denen çatık kaşlı zatın “buyruğunun” konuşulduğu hatta normalleştiği bir yerde “insana ulaşmak” hiçbir anlamda mümkün değildir.

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.