YA TÜRKLER

Onların da gözleri İzmir ufuklarında Ha geldi ha gelecekler diye bekledikleri süvarileriydi; ancak Özlem de ve sabırsızlıkla….. tam 3 yıl, 3 ay, 3 hafta, 3 gün…. 15 Mayıs 1919'dan, 9 Eylül 1922 gününe kadar geçen süre buydu (153). 

KORDON DA NAL SESLERİ

Türk süvarileri artık Alsancak sokaklarındaydılar. Dar sokaklardan heybetli atlarıyla geçerek kordon boyuna doğru ilerliyorlardı sanki düşman bir kente girmiş gibiydiler. Alsancak, Ortadoks Rumların, Ermenilerin, İzmirli Levantenlerin ve yabancı tüccarların ağırlıklı olarak oturdukları bir semtti.  Frenk Mahallesi diye biliniyor, sanki Basmane tarafla ve Kadife Kale eteklerinde öbeklenmiş Türk mahallelerine göre lüksün ve tam tanının bir semti olarak öne çıkıyordu. Süvarilerin bu yörede ilerlediği sokakların iki yanında lüks Rum, Ermeni Levanten ve Frenk evleri vardı.  Sokaklarda görülmemiş bir kalabalık kalabalıkla birlikte bir uğultu haykırış ve bağırış sesleri vardı. Bu kalabalık firari Yunan askerleri, yollara dökülen Ortodoks tebaa, yabancı uyruklu kişiler Levantenler ve karaya çıkarılan müttefik donanmalarına ait bahriye'lilerdendi. Türkler henüz oturdukları semtlerden gelip kalabalığın arasına karışmış değillerdi. Bu uğultu kalabalık o sokakların gerçek oturanları değil yabancılarıydılar. Sokakların aralarında kaldırımlarda öbek öbek denk yığınları arasında Rum mülteciler bulunuyor sanki bir felaketin savurduğu kitleler halinde kentin o gününe dekor oluşturuyordu. Cepheden kaçarak firar etmiş kılıç artığıyla askerleri ise ya kılık değiştirip bu grupların içine karışmış ya da silahlarını atarak ne yapacağını şaşırmış bir halde oraya buraya savrulup dağılmışlardı. Kimisi silahlı kimisi silahsız kimisi sivil kıyafetler içinde kimisi hala üniformasıyla yılgın ve perişandı (218-219). 

Şerafettin Bey'in yanında Emir zabiti Mülazım Hamdi Bey ve Mülazım Ali Rıza efendi'ler vardı. Askerleri atlarının üzerinde arkadan onları izliyorlardı. Kordona çıktıklarında Sabuncu belinden bu yana şarapnel ve kurşun yağmurları altında sağa sola savrularak üç bölükten oluşan müfrezeden 40 kişi kadar kalmışlardı. Kordon boyunda sayısız silahlı düşman subayı ve askeri ile karşılaşmışlardı. Yüzbaşı Şerafettin asla tereddüt etmemek üzere kendisine hazırlamıştı. “Kahraman Müfreze mi mahvetmek istemiyorum” diye düşünüyordu. İzmir limanında birçok savaş gemisi bulunuyordu. Belli noktalara İngilizler ve Fransızların deniz askerleri çıkmıştı. Buna karşın asla durup oyalanmıyorlar atlarını mahmuz vurarak ilerliyorlardı. Kordon'da Nal Sesleri çınlıyordu geçtikleri yollarda karşılaştıkları silahlı düşman askerleri onlarla karşılaşınca büyük bir korku yaşıyor; silahlarını yere fırlatıyor ve atların nalları altında çiğnenip ezilmemek için sağa sola kaçışıyorlardı.

 Kordon boyu insan kalabalığı, atların Nal Sesleri, süvarilerin Heybetli Duruşu altında eziliyor gibiydi. Cadde boyunca uzanan evlere, otellere oraya buraya Türk ve müttefiklerin bayrakları asılıydı. İzmirli Türkler pencerelerden sokaklardan itibaren izliyor. Hayret ve takdir duygularını gizlemeden alkışlıyorlardı. Yalnız Türkler değil kaşgın Yunan askerleri ve mülteciler arasında da Türk süvarilerine alkışlayanlar vardı.  Süvariler Kordon boyunun her yerinde tepeden tırnağa silahlı Yunan er ve subaylarıyla karşılaşıyorlardı. Ancak onların bunları teslim alıp bir yerlere götürüp kapatmaları için zamanları yoktu (221).  Şerafettin Bey bunun olumsuzluğunu zaten görüyor her şeyden önce bir Türk şehri olan İzmir'deki kardeşlerini kurtarmak gerektiğini düşünüyorlardı. Yol boyunca karşılaştıkları Yunan asker ve subaylarının hiçbiri Bir avuç Türk süvarisine tek bir tek bir kurşun atmaya cesaret edemiyordu . 

Kordon'da nal sesleri yankılanıyordu. Yüzbaşı Şerafettin'in öncü müfrezesinin rıhtım boyunca geçişi sırasında parke taşlardan çıkan nalların sesleri Akdeniz'in dalga seslerine karışıyor sanki bir zafer Marşı namesine dönüşüyor. Hükümet konağına doğru yol alıyorlardı Pasaport’a yaklaştıklarında bir manga İngiliz deniz askeri tarafından selamlanıyorlardı. Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa bu yürüyüşü Türk asaletinin en parlak bir örneği olarak görüyor Ve yorumluyordu. Ona göre Türk süvarilerinin bu yürüyüşü onu izleyenlerin Bakışlarında bir harika düzeyde görülmüş ve algılanmıştı. Binlerce düşman askeri silah ve Hıristiyan ve çetelerle dolu olan İzmir'de Türk süvarilerinin bu yürüyüşü hayranlık uyandıracak bir görüntü oluşturuyordu (222). 

Yüzbaşı Şerafettin ise bu yürüyüşteki olgunluğu mutlaka ve mutlaka ve her neye mal olursa olsun kesinlikle İzmir'e ilk olarak girmeye karar vermiş olmalarına bağlıyordu. Bu hem kendileri hem de ulusları için önemliydi. Gerçekte güçleri azdı, kentin içinde ve dışında olan düşman güçlerinin oranı ise kıyaslanamayacak ölçüde çoktu. Ancak düşmanın manevi gücünün olmadığını da gözleriyle görmüşlerdi. Sırf düşmanın galip bedenlerine ve ruhlarına yansıyan dehşet duygularını artırmak için Türk süvarileri kılıçlarını çekmişlerdi. Önlerine düşman askeri çıktığında bütün dehşetengiz ses tonlarıyla at silahı diye uyarıyorlardı. Onları böylesine celallenmiş gür sesiyle haykırarak gören Yunan askerleri sanki hipnotize olmuş bütün direnç yeteneklerini yitirmiş ve bu emre tabi olmuş gibi derhal donup kalıyorlar ve istenilen şeyi yapıyorlardı.  (vakit Gazetesi, 23 Eylül 1338). (223). 

Limanda müttefiklere ait donanmada görev yapan yabancı asker ve Subaylar da bu yürüyüşü gözlemliyor ve düzen ve olgunluğuna tanıklık ediyorlardı. Üç İngiliz, iki Fransız zırhlısı ile, iki Fransız, iki Amerikan torpidosu ve bir İtalyan grubu'ndan oluşan müttefik donanması tarafından Türk süvarilerinin yürüyüşü bütün ayrıntılarıyla izleniyordu (Harp Tarihi Belgeleri Dergisi, Belge 1437).  Limanda bu gemilerden bütün bakışlar ve dürbünler, Kordon'da ilerleyen bu özverili müfrezeye yönelmişti. Pencerelerin aralıklarından gözetleyenler de İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiği 15 Mayıs 1919 tarihli güne anımsıyorlar ve iki ordunun bu caddede üç buçuk yıl içinde ki olgunluğunu, düzenini ve niteliğini kıyaslama olanağı buluyorlardı. Yunanlılar o gün yani 15 Mayıs 1919 günü İzmir Kordon boyunu kana boyamışlardı. Pek çok bellek o kara günü anımsıyor ve ayrıntılarını gözlerinin önünde hala canlandırıyordu. Türk süvarilerinin İzmir kapılarına dayandığı haberleri üzerine kentte olumsuz propagandalar yapılmış; Türk ordusunun İzmir'i kana bulayacağı biçiminde yalan yanlış sözler ortalıkta dolaştırılmıştı İzmir'e çıktıkları zaman gölgelerden korkan ve sanki bir takım gölgelere ya da hayaletlere karşı ateş eden Yunan ordusunun Kordon'da yürüyüşü ile Türk ordusunun bu geçişi zihinlerde kıyaslanıyordu (225-226).

YÜZBAŞI ŞERAFETTİN KANLAR İÇİNDE

Türk Süvari müfrezesi tam Pasaport iskelesinin önüne gelmişti. Kalabalığın arasından birden belinde kayışı ve kasaturası elinde silahı ve bombası olan bir Rum çete üyesi karşılarına çıktı. Süvarilerin başında olan Yüzbaşı Şerafettin atının dizginlerini çete üyesine doğru kırdı ve silahlarını atmasını söyleyerek uyardı. O ana dek her karşılaştığı silahlı kişi bu emre uymuştu. Ancak bu çete üyesi Rum elindeki silahlarını yere atmadı. Rum’un elindeki bombayı kendi üzerine atacağını anlayan Yüzbaşı Şerafettin elinde kılıcını sallayarak atının dizginlerini gerip silahlı ve bombalı Rum çeteye doğru hamle yaptı. Ön ayaklarını şaha kaldıran atı, Yüzbaşı Şerafetin’i bir anda hedef olmaktan çıkarmıştı. Buna karşın Rum çete üyesi bir anda elindeki bombayı kendisini uyaran Yüzbaşı Şerafettin'in üzerine fırlattı.  Atı şaha kalktığı için bomba Yüzbaşı Şerafettin'e değmedi atının ayakları altına doğru yuvarlandı (231). Ardından da atın ayaklarının altında büyük bir gürültüyle infilak etti. Zavallı at kişneyerek kanlar içinde yere yuvarlandı. Yüzbaşı Şerafettin atının üzerinden kenara doğru savruldu. Atın karnı parça parça olmuş, kanlar içinde kalmıştı. Atının üzerinden kenara savrulan Yüzbaşı Şerafettin de kanlar içindeydi. Son bir hamle ile kendisi korumak istemişti, kılıcıyla ileri doğru atılmış ancak patlayan bomba kendisini korumasına engel olmuştu. Kordon da nal seslerinin yerini şimdi haykırışlar, barışlar, kargaşa ve koşturmalar ortasında kan lekeleri almış; Kordon kana bulanmış; Pişdar Yüzbaşı Şerafettin bey kanlar içinde kalmıştı (231).  Şerafettin Bey kısa bir süre sonra kendine geldi. Bombanın infilakı üzerine savrulan şarapnellerle biri boynundan öteki omzundan olmak üzere iki derin yara almıştı vücudunun değişik yerlerinde de küçük yaralar vardı. Kraterleşmiş oyuklardan kanlar sızıyordu (232). O an bile o “fakat yaraları kim düşünür” diye aklından geçiriyor; "ölsem ne gam! İzmir'i kurtarmıştık ya! İzmir'e girmiştik ya! bu şerefin öncüleri Biz olmuştuk ya” diye düşünüyordu. Hızla yarası çaput parçaları ile alnından ve başının arkasından kuşak atılarak bağlandı. Genç Yüzbaşı durmadı; derhal başka bir ata bindi ve atını süvarilerinin başında, yüzü ve boynu sarılı, sargılarının üzerinde yine ay yıldızlı kalpağı, elinde dizgini ve kılıcıyla atını hızla hükümet meydanına doğru sürdü (232). 

Süvariler, Sivil halkın korkmaması yönünde uyarılar yapmış sonra da Yıldırım hızıyla Konağa ulaşmak için Borsa yönünde ilerleyişlerini sürdürmüşlerdi. Atlar halkın şaşkın bakışları arasında, İzmir sokaklarından geçerek gümrük'e doğru ilerliyordu. Sonunda Yüzbaşı Şerafettin ve süvarileri gümrük önüne geldiler. Bir an Konak meydanına ulaşan yolu şaşırır gibi oldular. Bir duraksama olmuştu. Bu durak zamanında Yüzbaşı Şerafettin'in Süvari müfrezesinin karşısına ağlayarak bir Türk genci çıktı. Heyecan içindeki bu genç Türk süvarilerini görünce kendini heyecan ve sevinçten tutamamış gözyaşlarına boğulmuştu. Bu genç yolu şaşırır gibi olan süvarilere yardımcı oldu;  bir ata binerek müfreze Konak meydanına ulaşıncaya kadar onlara yol gösterdi. Tarif edilen yolu izleyen süvariler, Ara sokaklardan geçip bir anda kendilerini Konak meydanında hükümet konağının  karşısında buluverdiler (236). 

Yüzbaşı Şerafettin Bey iki arkadaşı ile birlikte hükümet konağının balkonuna koşuyordu. Tam bu aşamayı sonradan dile getirdiği anılarında o şöyle anlattı: “hükümet konağının önünde atımdan yere bir ok gibi fırladığım zaman bir delikanlı ile karşılaştım. Elinde şanlı bayrağımız vardı. Bu mübarek emaneti gencin elinden kaptım ve koynuma soktuktan sonra bir elimde silahım, ötekinde  kılıcım binadan içeriye daldım. Süvari arkadaşlarım da beni takip ediyorlardı. Birkaç dakika sonra binanın üst katında vazifemizi tamamladık; düşman bayrağını direkten alaşağı ederek… balkona Şanlı bayrağımızı çektim” Artık hükümet konağının balkonunda ay yıldızlı Türk Bayrağı dalgalanıyor; halk gözyaşları içinde o bayrağın gölgesinde toplanıyordu (242).

İZMİR’E İLK GİREN İZMİR FATİHİ

Yüzbaşı Şerafettin Bey Türk Süvari kolordusunun öncüsü (pişdarı) olarak müfrezesinin başında İzmir'e ilk giren ve hükümet konağında göndere arkadaşlarıyla birlikte bayrak çekerek “İzmir Fatihi” unvanını alan ve Sakarya Savaşı'ndan sonra Buhara’dan gelen üçüncü kılıcı almaya hak kazanan Türk Süvari subayıydı (307). Yüzbaşı Şerafettin Bey 9 Eylül gününde adı yıldızlaşmış en önemli kahramanlardan biridir. İzmir'in en önemli gazetelerinden Seday-ı Hakk’ın bir muhabiri 9 Eylül günü İzmir'e giren Yüzbaşı Şerafettin Bey'in hükümet konağına gittiğini ve Alay Komutanı Miralay Zeki Bey İzmir'e gelinceye dek kentin güvenliğinin tek sorumlusunun Yüzbaşı Şerafettin Bey olduğunu yazıyordu. Seday-ı Hakk Gazetesi Yüzbaşı Şerafettin Beyin hükümet konağına kadar süren maceralı öyküsünü anlatıyor resminin yanına şu açıklayıcı notu düşüyordu: “İzmir'i ilk defa nurlu hilalimize kavuşturan Yüzbaşı Şerafettin bey”(Saday-ı Hak, 9 Eylül 1922) (313).

1925 yılındaki gazetelerde de Yüzbaşı Şerafettin Bey'in resimleri dönemin gazetelerinde İzmir'in kurtuluş olayını konu yapan yazıları aralarına serpiştirildi. 1925 yılına ait Cumhuriyet'te: “4 sene evvel bugün İzmir sevgili hilale kavuşmuştu. Başkumandan Meydan muharebesini taşlandıran ezici Zafer, Türk ordusuna İzmir'in Türk milleti ne de Halasının (Kurtuluşunun)yolunu açmıştı deniliyor; altta savaşın gelişimini gösteren bir krokide olay anlatılıyordu. Ayrıca Yüzbaşı Şerafettin Bey'in üniformalı bir resmi yayınlanmıştı. Resmin altında şu bilgi yer alıyor: “ İzmir'e ilk giren Süvari Müfreze kumandanı Yüzbaşı Şerafettin bey” deniyordu.

ÜÇÜNCÜ KILICIN SAHİBİ: YÜZBAŞI ŞERAFETTİN BEY

Artık Buhara Cumhuriyeti'nin İzmir'e ilk giren Fatih için armağan ettiği kılıcın, bu kılıca hak eden zabite( subaya) verilmesine sıra gelmişti.  Yüzbaşı Şerafettin Beye Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından düzenlenen bir törenle kılıç armağan olarak verilmiş ve bizzat Mustafa Kemal Paşa, kılıcı Yüzbaşı Şerafettin Bey'e kuşatmıştır. Bir İstanbul gazetesi Kılıç kuşatma Töreni ile ilgili şu bilgiyi vermişti: “Büyük Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri, Yüzbaşı Şerafettin Bey'e cuma namazından sonra özel bir tören ile değerli bir kılıç vermiştir. Dün akşam ulaşan bilgiye göre, İzmir'e ilk giren Muzaffer Süvari kıtalarımızdan birisinin kumandanı bulunan Süvari Bölük yüzbaşısı Şerafettin Bey'e İzmir'e ilk gelen subayımıza verilecek olan Kılıç dünkü cuma namazından sonra resmen verilmiş ve bu nedenle Mustafa Kemal Paşa hazretleri İzmir'e gelerek Adı geçen töreni doğrudan gerçekleştirmişlerdir”( İleri Gazetesi, 16 Eylül 1922).  Aradan birkaç ay geçtikten sonra 18 Mart 1923 tarihinde Bornova'dan Cephe Harekat şubesine iki Kurmay Binbaşı bir de Kurmay Yarbay imzasıyla şu tutanak tutulmuştur:

İzmir'e ilk giren 2 Süvari Tümeni 13 Alay Komutanı Binbaşı Şerafettin'e Buhara Müslümanları tarafından hediye edilen Kılıç teslim edilmiştir” ( Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Sayfa 130) (330-331).

SONUÇ

Buhara Cumhuriyetinden gelen Üç Kılıç’tan üçüncüsü Anadolu coğrafyasında Türk ordusunda gösterdiği heyecan adeta destanlaşmak için bir ülkü haline gelmişti. Mustafa Kemal Paşa bu kılıca Seyf-i muazzez (kutsal kılıç) diyordu.  İslam dünyası da Mustafa Kemal Paşa’ya Seyf’ül İslam (İslam’ın kılıcı) unvanını vermesi de kılıç’ın İslâm dünyasındaki önemi göstermekteydi. Bugün de şanlı ordumuzun geleneğindeki bu hassasiyetin sonsuza kadar devam edeceği şüphesizdir. Süvari birliği komutanı Yüzbaşı Şerafettin’in daha sonra “İzmir” soyadı ile taltif edilmesi ona ve devam eden nesillerine bir şeref vesikası olarak kalmıştır. Kırk kişi kalmış süvari birliği ile İzmir’e giren askerlerimiz bütün dünyayı hayrete düşürmüş ve hayran bırakmıştır. Binlerce düşman askerinin olduğu işgal altındaki İzmir’de korkusuzca ellerinde kılıçları Türk süvarileri Hükümet konağına yeniden Şanlı Türk bayrağını asmışlardır. Bugün gönderlerde Şanlı Al Yıldızlı bayrağımız dalgalanıyorsa Millî Mücadelenin Kahraman askerleri sayesindedir. Onların silahları ve kılıçları bize ebedî Cennet vatanı armağan etmiştir. Türk Ordusu, kırk tarafı düşmanlarla çevrilmiş güzel yurdumuzu korumak için her zaman silahını ataları gibi kullanmak zorundadır. Silahlarının sembolik ifadesi olan kılıç hiçbir zaman kınında durmamalı Türk Milletine cesaret ve güven aşılamalıdır. Hoca Ahmet Yesevînin kelamı Anadolu’yu mayalandırmıştır. Oğuz Kağan’ın kılıç’ı da insanlığa gökte “çadır”, yerde “barış” olmuştur. Bu yazıyı Hz. Peygamberin “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” sözlerini tekrar ederek noktalayalım. Allah Şanlı Ordumuzu ve Kılıçlarımızı (en modern silahlarımızı) başımızdan eksik etmesin. Silah’ın namusuna sahip çıkanlardan Allah ve Şanlı Resulü Hz. Muhammed Mustafa (O’na, Ashab-ı Güzine, Ehl-i Beyti’ne Selam) razı olsun.

EBEDÎ DUAMIZ “EY YÜCE TANRI’M; BU CENNET VATANA GÖZ DİKENLER’İN KILIÇLARI KIRILSIN, TÜRK ORDUSUNUN KILIÇLARI YILDIZLAR GİBİ YÜCELERDE PARLASIN” AMİN. 

.....

KAYNAK ESER

Prof. Dr. Kemal Arı, Üçüncü Kılıç İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin, Zeus Kitabevi, İzmir, 2012.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.