Uluslararası Savaş Suçlarını Araştırma Mahkemeleri (USSAM) Konferansı yoğun ilgi gördü
Türkiye, uluslararası arenada hukuk ve insan hakları alanındaki taahhütlerini güçlendirmek adına önemli bir adım atmaya hazırlanıyor. Bu bağlamda, Anayasa Hukuk Bilimcisi ve Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi, Avukat Süleyman Akdemir'in içerisinde yer aldığı bir ekip, Türkiye'nin kendi Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ni kurma çalışmalarını sürdürüyor.
Bu girişim, uluslararası hukukta önemli bir konu olarak dikkat çekmekte ve KASSAK Komisyonu'nun faaliyetlerine geniş bir ilgi çekmektedir.
KASSAK Komisyonu, Türkiye'nin bu alandaki çabalarını koordine etmekte ve mahkemenin kuruluşu için gerekli adımları atmaktadır.
Türkiye'nin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi için hazırlıklarını sürdürmesi, hukuk alanındaki taahhütlerini güçlendirmeye yönelik bu önemli girişimi kamuoyunda sevinçle karşılandı.
Avukat Süleyman Akdemir'in içerisinde yer aldığı bu çalışmalar, Türkiye'nin uluslararası hukuk sahnesinde daha etkin bir rol oynamasına ciddi katkı sağlayacağı ifade ediliyor.
Bu sürecin dünya kamuoyu tarafından yakından takip edilmesi ve Türkiye'nin bu alandaki çalışmaları Avrupa Parlamentosunun Güney Afrika Temsilcisi Gnahore Hughes Daniel BOLI'nin geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Uluslararası Savaş Suçlarını Araştırma Mahkemeleri (USSAM MAHKEMELERİ) Türkiye Kurucular Kurulu Konferansına katılımı geniş ilgi gördü.
Gnahore Hughes Daniel BOLI'nin katılımı ise bu girişimin uluslararası düzeydeki önemini vurguladı.
Konferans İçeriği, Türkiye'nin Rolü ve Katkıları, Uluslararası İşbirliği ve Ortak Çalışma, Gelecek Adımlar ve Takvim, Kararlar ve Sonuçlar: Uluslararası Toplumun Takdiri, USSAM Mahkemelerinin Beklentileri ve Hedeflerine Konferans içeriğinde aşağıda yer verilmiştir.
Bu önemli konferanstaki konuşmacıların söyledikleri özetle şöyle;
Prof. Dr. Fahri Sakal: Bizde Azerbaycan'la ilgili bir problem olunca Türkiye'de çok hassas davranır kamuoyu. Azerbaycan'da birilerinin eline bir diken batarsa onun acısını biz Türkiye'de duyarız.
Neden önemlidir, neden Türkiye'de bir grup aydın Savaş Suçları Mahkemesi kurmaya çalışıyor?
Bu konuda önce tarih anlayışının toplumların dünyaya bakışını şekillendirmek için, yani gerekirse bir ideoloji oluşturmak için nasıl istismar edildiğini veya en azından nasıl kullanıldığını hepimiz biliyoruz.
Mesela dünya kamuoyuna hakim olan başta Amerika ve Batılılar ”Demokrasiyi koruyoruz.” bahanesiyle bazı yerlerde demokrasiyi korudular. Yani onu kabul ediyoruz ama birçok yerde onun arkasına sığınarak kendi çıkarlarını gerçekleştirme yoluna gittiler.
Yani anti-demokratik rejimlere karşı demokrasiyi savunmak, sonra komünizm gibi mülkiyete karşı olan ideolojiler karşısında mülkiyeti savunmak ve aynı zamanda özgürlük karşıtı tavırlar içinde özgürlük veya hürriyet savunuculuğu gibi, bazen gerçekten bu değerleri korumak şeklinde oldu. Ama bazen bu değerleri istismar etmek şeklinde oldu. En kesin istismar ise batının yani Amerika ve ‘Yeşil Kuşak’ teorisi çerçevesinde oldu.
Sovyetler Birliği'nin zamanında iki kutuplu dünyada Yeşil Kuşak teorisi vardı.
Balkanlardan Türkiye'ye, Kafkaslardan Afganistan'a kadar, hatta Doğu Türkistan'a kadar, İslam dünyasının bu kuzey kesiminde Sovyetlere komşu kesiminde İslami hassasiyeti sanki çok koruyor gibi, Batılılar böyle davrandılar. ‘Yeşil Kuşak’ın esası budur.
Bu çerçevede mesela laikliğin anavatanı olan Fransa'da Alexandre Benningen bir arkadaşıyla beraber ‘Step’de Ezan Sesleri’ diye bir kitap yazdı.
Bu kitap benim duygularımı çok coştururdu. Yani Sovyetler Birliği zamanında Kars'tan karşı tarafa gidemiyorsunuz, sınırın karşısına geçemiyorsunuz. Ve böyle bir yerde ezan seslerinin kısıldığı söyleniliyor. Sovyetler Birliği çöktükten sonra, ‘Yeşil Kuşak’ bitti birden. Cihat (Yaycı) Paşamız da biraz sonra katılırsa belki bu konuda daha net bilgiler de verecektir.
NATO'nun askeri tatbikatlarda düşmanı sembolize eden rengi kızıldı.
Yani Kızıl Kuvvetleri etkisiz hale getirme esaslı idi. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra NATO görevlisi Amerikalı bir General ağzından mı kaçırdı, yoksa? Bir politikada bazı şeyler söylenilir, sonra geri alınır ama aslında bir mesaj verilir birilerine. “Bundan sonra düşman renk artık yeşildir.” İfadesi gibi bir anlama gelen bir ifade kullanmıştı. 1990-91'de, belki 92’de, çok hatırlamıyorum. Tabii İslam aleminden tepki gelince geri adım atıldı güya.
Ama aslında gerçekte geri adım atılmadı. Nitekim Körfez Savaşı esnasında biliyorsunuz, bazı Amerikalı görevliler bunun bir Haçlı Seferi olduğunu da söylediler. Demek ki iki kutuplu dünya bittikten sonra ‘Yeşil Kuşak’ teorisi de bitti. Ondan sonra düşman rengi yeşil oldu. Yani ‘kızıl’ yerine ‘yeşil’ gelmiş oldu böylece.
Şimdi ben bir düşündüm bu konuşmayı hazırlarken. ‘Yeşil Kuşak’ öncesinde malum 1947'den 48'lerden beri bir İsrail-Filistin ihtilafı var orada. Şu sıralarda da maalesef çok şiddetli. Yani savaş hukukunun kabul edemeyeceği şekilde insanlık suçu işleniyor.
Komisyon Başkanı Salih Kurt: Dünya devletleri konjonktürüne baktığımız zaman Birleşmiş Milletlerin söylemine göre Lahey’in inandırıcılığını yitirdiğini, Birleşmiş Milletler raportörünün resmi Twitter hesabından yaptığı bu açıklama ile bu durumu dünya kamuoyuna paylaştığını görüyoruz.
Türkiye’de Azerbaycan-Türkiye işbirliği veya D8 ülkeleri veya İslam İşbirliği Teşkilatı işbirliği ile Uluslararası Savaş Suçları Mahkemeleri’nin kurulması elzemdir, zaruridir.
Biz Türkiye’de bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi kurulması için 2021 yılından itibaren çok ciddi çalışmalar yaptık. ‘Kurucular Kurulu’nu kurduk. Türk Patent Enstitüsü’nden 2 adet Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri için tescil aldık.
Üniversitelerimiz ve hocalarımız, sivil toplum örgütleri ile bu konuda önemli mesafeler aldık.
Doğu Türkistan’daki özgürlüğü ellerinden alınmış yurttaşlarımız Londra’nın merkezinde, İsrail’in esaretinin estiği bir yerde özel bir mahkeme kurabiliyorsa, biz bunu hür ve özgür Türk Milleti olarak özgür Türkiye Cumhuriyeti hükümranlığı altında çok rahat yapabilmeliyiz.
Komisyon Başkanı Salih Kurt: Bu konu üzerine Cumhurbaşkanımızın danışmanlarından Sayın Prof. Dr. Uğur Çevik Hocamızı bilgilendirdik. Kendisi de konuyu bizzat Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile görüştüğünü ifade ettiler.
Yaptığımız görüşmeler neticesinde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı bilgilendirmeden önce Adalet Bakanımız Sayın Yılmaz Tunç’u bilgilendirmemizin isabetli olacağı kararına vardık.
Trabzon eski Milletvekili, Cumhurbaşkanlığı Etik Kurulu Eski Üyesi Sayın Asım Aykan’a konuyu ayrıntıları ile anlattık.
Sayın Asım Aykan; Çok iyi bir yerden yakaladınız, Müslümanlar gözümüzün önünde öldürülürken biz seyirci kalmamalıyız.” ifadelerini kullandı. “Türkiye’de bir Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Kurulması konusunun güçlü bir şekilde Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç Bey’e söylenmesi gerekiyor.
Elinizdeki bütün verileri ve bir bilgi notunu bana iletiniz, ben bunu Yılmaz Bey’e ileteyim.
Komisyon Başkanı Salih Kurt: Adalet Bakanımız Sayın Yılmaz Tunç’u Cumhurbaşkanımızın ‘Asım Abi’ diye hitap ettiği Trabzon Eski Milletvekili Sayın Asım Aykan ile detaylı bir şekilde bilgilendirdik.
Sayın Adalet Bakanımızdan gelen cevap bizi umutlandırmıştır. Adalet Bakanımız Yılmaz Tunç geri dönüşünde: “Konuyu ilgilenmek üzere gündemimize alıyoruz.” ifadelerini kullanmıştır.
Aldığımız çok önemli bir bilgiye göre Siyonist rejimin Gazze’de yetim ve öksüz kalan Gazzeli çocukların Lahey’de çıkan kararlara göre sahiplendirilmek üzere Gazze’deki mal ve miras haklarının elinden alınmasının gizlice çalışmalarına başladığını, bunun için hukuki zeminin oluşması için beklendiğini ilk kez buradan sizlere ve dünya kamuoyuna duyurmuş bulunuyorum.
Birliğimizi dağıtmak isteyen fitne tehlikelerine karşı Komisyon Üyelerini uyarırken, şahsıma söz hakkı verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Kerem Karabulut: Görüyorum ki herkes elinden gelen her şeyi yapıyor, oluşturuyor. Anlaşılan o ki aslında üzerinde çalıştığımız konu bir anlamda Türk dünyası ön planda ama insanlığın faydasına olacak.
İnsanlığı koruma amacını güden uluslararası düzeyde belki bütün dünya insanlarının hakkını, hukukunu, sivil toplum birliği bile olsa, aslında kurmayı amaçlayan bir birliktelik çok güzel bir şey. Bunun için kişisel anlamda da öyle tahmin ediyorum hepimiz mutluyuz, hepimiz vicdani rahatlık içerisindeyiz.
Tabii benim konuşma başlığım Azerbaycan emektaşlığı. Biraz daha çok Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini şöyle özetlemek istiyorum. Savaş Suçları Mahkemesi kurulduktan sonra işte bunlar da dikkate alınabilir.
Türkiye-Azerbaycan emektaş ya da yardımlaşması, dayanışması tabii böyle bir iki yılda sadece Karabağ Savaşı’yla ortaya çıkmış bir şey değil. Tarihi süreç incelendiğinde çok derinlerde olduğunu görüyoruz.
Aslında kökten birlikte olunduğunu görüyoruz. Belki de varoluşsal bir şeydir. Çünkü aynı millettir. Millette herhalde bir ailenin çocuklarıdır. Dolayısıyla bunların aralarında birbirine karşı bir ikilik zaten olmamış tarihi süreç içerisinde.
Örnek olsun diye Nuri Paşa'nın Azerbaycan'da yaptıklarıyla belki yakın zamandan başlarsak. 100 yıl öncesinden Nuri Paşa'nın yaptıkları biliniyor Azerbaycan'da. Nuri Paşa'nın Azerbaycan'ın bağımsızlığı için neler yaptığı çok iyi biliniyor. Mesela Kurtuluş Savaşı döneminde tarihi bir cümlesi var. Mustafa Kemal Atatürk'ün yardımına karşılık: “İşte Paşam,” diyor, “Biz kardeş Milletler olarak, kardeşlik hukukunda şöyle bir durum var. Kardeş kardeşe borç vermez. Ancak elini tutar.” gibi bence konuyu özetleyen bir cümledir.
Resulzade 1918'de Azerbaycan İslam aleminde kurulan ilk Cumhuriyet, aynı zamanda bir Türk Cumhuriyeti. “Türkiye Cumhuriyeti’yle Azerbaycan birdir, beraberdir.” anlamında çok güzel sözler söylüyor. Tabii bağımsızlığı 2 yıl sonra sekteye uğratılan yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulunca maalesef bu iki kardeş toplum arasında ilişkiler sekteye uğramıştır.
Ermenilerin uluslararası düzeydeki bu yanlış politikaları. Belki bu Savaş Suçları Mahkemesi’ni bu anlamda da düşünmek lazım. Bakın Ermeniler 1915 tehcir olayından sonra çok hızlı ve çok aşırı sayıda çalışma yaparak, sanki Türkiye ve Azerbaycan suçluymuş gibi dünyaya anlatmaya çalışmıştır. Türkiye, Karabağ konusunda ‘Azerbaycan'ın kederi kederimiz, sevinci sevincimizdir.’ düsturuyla hareket ederek 1991 yılında bağımsızlığını kazandığından günümüze kadar bu ülkeyle bu kardeşlik hukukunu devam ettirmiş ve karşılık da görmüş.
2020 yılında Karabağ zaferinin ana sonucu nedir? Ana sonucu yaklaşık 30 yıldır işgal altında tutulan Azerbaycan topraklarına, kendi topraklarına Azerbaycanlıların kavuşmasının yanında, asıl alanımla ilgili sonucunu ön plana çıkardığım Zengezur Koridoru’nun açılacak olmasıdır. Yani Zengezur Koridoru’nun açılacak olması. Ermenistan'ın bunu tabii bu aralar geciktiriyor biliyorsunuz. Yine hukuki bir bağlantı kurmak lazım, işte bu tür şeyleri garantiye almak lazım. Açılacak olması bölgede yeni bir çağın başlayacak olmasının aslında başlangıcıdır.
Çünkü koridorla beraber başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere, Çin ve İngiltere olmak üzere, Rusya uzun dönemde İran ve Avrupa ülkelerinin tamamına yakınına faydası olacak. Sosyo-ekonomik etkileri olacak bir dönemin başlayacağını söylemek mümkün. Bundan sadece rahatsız olan ülkenin ABD olduğunu söylemek lazım. Dünyada şu anda Filistin'deki soykırımın da aslında başlıca sorumlusudur. Bu tür gelişmelerin olmasını, bu bölgede güçlü ülkelerin ortaya çıkmasını, güç merkezlerinin ortaya çıkmasını maalesef istemeyen bir politika gütmektedir, bunu saklamanın bir anlamı yok. Fransa'da işte, Ermenistan burada bir başı olarak sürekli düşmanlık politikasıyla devam edip, Türkiye ve Azerbaycan gibi ülkelerin güçlenmesini ya da bu bölgede bir ticaret olmasını engellemeye çalışmaktadırlar.
Şuşa Beyannamesi’nde olduğu gibi Türk ülkelerinin istikrarına ve huzuruna gelişimine katkı yapacaktır.
Bölgenin kalkınmasına katkı yapacak projelerden bir tanesi son günlerde gündeme gelen ve benim yaklaşık 4 yıl civarında sürekli dile getirmeye çalıştığım ‘ortak üniversite’ olgusudur.
Bizim bu Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi konusu gibi, Türkiye’de kurulacak olan Türkiye-Azerbaycan ortak bir üniversitesi çok anlamlıdır. Burada bir uyarıyla dikkati çekmek istiyorum. Bu üniversite sıradan bir üniversite olmamalı ki, basından öğrendiğim kadarıyla sanki bu yönde biraz gelişim var.
Avukat Mustafa Kuran: Türkiye'de yine Salih Kurt'un Başkanlığında ben Avukat Mustafa Kuran olarak, tüm Hukukçular Birliği Genel Başkanı olarak İstanbul'dan bu yayına iştirak ederken şu gerçeği dile getirmek istiyorum. USSAM dünyada mutlaka ve mutlaka Türkiye devletinin elinde, onun öncülüğünde kurulmalıdır.
Lahey’de Siyonistlerin tesiri altında olan ve Müslümanlarla Türkler’in lehine hiçbir karar çıkarmayan, uygulaması da zor olan bu durum karşısında, mutlaka tekrar diyorum, Türk dünyası-İslam dünyası ile birleştirilerek, bin yıllık kültür ve medeniyete sahip olan bu aziz Türk Cumhuriyeti’nde kurulmasının şart olduğunu, elzem olduğunu ifade ediyorum.
Bütün kurulları teşkil edildi. İslam dünyasından iştirak eden akademisyenler var. Biraz evvel sevgili başkanımız Salih Kurt bunu dile getirdi. Türk dünyasından akademisyenler var.
Prof. Dr. Kerem Karabulut: Aziz Azerbaycanlı dostlarımız gibi, çok çok değerli ilim adamları, akademisyenler ve eski devlet başkanlarının bize yardım etmek için beklediklerini ifade etmek istiyorum.
Avukat Mustafa Kuran: Gönüllerinin bizimle beraber olduğunu biliyoruz. Ve USSAM Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri’nin Türkiye’de kurulması, inşallah mukadder olacaktır. Çünkü son bir hafta içinde Adalet bakanı Yılmaz Tunç’tan aldığımız güzel haberler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Adalet Komisyonu Başkanı Prof. Cüneyt Yüksel'den aldığımız, güzel haberler var.
Ben bu duygularımı paylaşırken, bu işte emeği geçen herkese, başta Başkanımız Salih Kurt’a teşekkür ediyorum. Allah bu aziz milletin, Can Azerbaycan'ın önünü açık tutsun.”
Prof. Dr. İnanç Özgen: Çok kıymetli katılımcılar, çok kıymetli Salih Kurt Başkanım. Bizlerin de böyle bir kutsal birliktelikte, sizlerle bir arada olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz, büyük memnuniyet duyuyoruz. Tabii ki bizlerin de önemle üzerinde durduğu konu Türkiye Savaş Suçlarının Araştırılması.
Çevresel komponentler üzerine, yani çevre bileşenleri üzerine etkilerinin olması. Yani burada sadece insan faktörü yok.
İnsanın yaşadığı toplum içerisinde ekosistem unsurları da var. Ekosistem unsurları içerisinde o çevrede yaşayan biyolojik çeşitlilik başta olmak üzere, bitki çeşitliliği, biyolojik çeşitlilik, hayvan biyo çeşitliliği, zoo-coğrafi olaylar. Bunlar da savaşlardan direkt etkilenen hususlardır.
Bugün yaşadığımız yüzyıl içerisinde Nagazaki ve Hiroşima'da atılan bombaların, Japonya'da halen çevresel olarak etki ettiğini görüyoruz.
Rusya'da Çernobil faciasından sonra Karadeniz bölgesini yakından etkileyen, büyük çevresel sıkıntılar patlak verdi. Halen kanser vakaları ülkemizde de devam ediyor.
Çağımızın içerisinde biyolojik savaş dediğimiz biyolojik unsurların savaşlarda kullanılmasını içeren unsurlar var.
Bunlar özellikle harp içerisinde, özellikle büyük global devletlerin uygulamış olduğu harp stratejileri içerisinde büyük önem taşıyor. Bunlar içerisinde özellikle böcekler mikroorganizmalar vasıtasıyla toplu bir kıyım, toplu bir küresel anlamda bir yokluk meydana getirmeye çalışılıyor. Tabii bunların en önemli unsurlardan bir tanesi kıtlıktır.
Bugün dikkat ederseniz global çevre içerisinde bir pandemi yaşadık ve pandemide en fazla önem taşıyan unsur ‘gıda’ oldu. Gıda büyük bir strateji oldu. Gıdanın çevresel bileşenlerle beraber büyük önem taşıması, büyük krizlere yol açtı bugün.
Mezopotamya dediğimiz Fırat ve Dicle nehrini de çerisine alan bölgelerde sürekli yüzyıllardır bir savaşlar oluşuyor.
Bu savaşlar tabii din savaşı gibi görünse de aslında, bunların birer ekonomik ve çevresel faktörlerini de içerisinde barındırıyor. Bu bölgenin verimli arazilere sahip olması, bu savaşları tetikleyen bir unsur olarak biliniyor.
Golan tepelerinin ele geçirilmesi, İsrail'in en büyük tarım devletlerinden biri olmasını sağladı. Yani bugün bir vahanın, bir çölün içinde, özellikle büyük tohumlar kasalar içerisinde saklanıyor. Yani ülkesel anlamda özellikle karar vericilerin tarımın biyoçeşitliliğin biyolojik unsurların ve özellikle de tarihi ve kültürel varlıkların korunmasını da içerisinde barındırması gerekiyor. Bugün Suriye'de bölgeye yabancı güçlerin varlıkları kültürel müzeleri başta olmak üzere tahribata uğrattı.
Bütün eserler bütün el yazmaları yurt dışlarına kaçırıldı. Mezarlardaki lahitlerde çıkan önemli unsurlar, Mezopotamya içerisindeki önemli unsurlar yurt dışına götürüldü. O ülkeler özellikle o bölgenin insan nüfusunu sömürmüş ve de sömürüyor. Böyle bir kutsal dava içerisinde, tabii Salih Kurt Başkan'ın önemli rolleri var.
Mustafa Kuran Bey'in, Salih Başkan'ın, işte sizlerin, Fahri Sakal Hoca’nın ve diğer katılımcıların da, Bu bizleri gururlandırıyor. Bizler yıllardır ziraat içerisinde meşgul olan insanlarız.
Biyoçeşitlilik çalışıyoruz, iklim ve çevresel faktörlere hakimiz. Yurt dışına kaçırılarak müzelere kayıt ettirilen Fırat ve Dicle nehri arasındaki biyolojik çeşitliliğin, o müzedeki böcek bilimi için bugün gidip para verip inceliyoruz. Oysa bu biyolojik çeşitlilik kendi bölgesinin olmazsa olmazıdır.
Habitatı burada, çevresi burada, ekosistemi burada ama kendisi yurt dışındaki müzelerde sergileniyor. Yani yurt dışına çıkarılan bu varlıklar da savaş suçu unsurları içerisinde ele alınmalı. Gazze’deki biyoçeşitlilik de bu kapsamda değerlendirilmelidir.”
Özetleyecek olursam, Salih Başkanın her zaman emrindeyiz. Her zaman elimizden gelen her türlü gayreti göstereceğiz. Böyle kutsal bir davada sizin gibi değerli katılımcılarla bir arada olmak çok kıymetli. Arazide bu çalışmaları birebir gerçekleştirmek, Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi’nin gerçekten Türkiye’de gerekliliğini ortaya koyan en önemli unsurlardan biri. Ben tekrardan modaretörümüze, sizlere teşekkür ediyorum.
Sosyolog Elif Lale Kırcaoğlu:
“Bıçak soksan gölgeme,
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bak bir ülkeme:
Başsız başsız adamlar...
Ağlayın, su yükselsin!
Belki kurtulur gemi.
Anne, seccaden gelsin;
Bize dua et, emi!..” (N.F.K)
Ben de bana ayrılan süre içerisinde savaşın çocuklarını, onların psikolojisini ve konunun sosyolojik boyunu ele almaya çalışacağım. Ama her şeyden önce şunu ifade etmek isterim ki dünyada yaşanan bu savaşlar, iklim değişikliği, depremler, orman yangınlarından dolayı, hepimizin bir seferberliği ve bir öngörüsü, bir anne duasına ihtiyacımız var.
Savaşlar var, mahkemeler ve sözleşmelerle var. Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine hep birlikte şahitlik ediyoruz. Her şey biz yaşanırken oluyor ve tarih biz yaşarken yazılıyor.
Savaşların kuşkusuz hem yetişkin bireyleri, hem de çocukları psikolojik ve sosyal, sosyolojik olarak çok kötü etkilediğini biliyoruz. Çatışmaların çocukların yaşamında meydana getirdiği olumsuz sonuçlar arasında yaralanma, sakat kalma, öldürülme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma, ebeveynlerinin ve/veya yakınlarının yaralanması, ölümü ve şiddetin birçok boyutu var.
Biliyorsunuz ki savaşlarda çocuklar psikolojik ve fiziksel ve cinsel olarak da mağdur edildiği durumlar oluyor.
Çocuk asker olarak savaş ve çatışmalarda kullanılmaları zorunlu. Göçe tabi olmaları, göç edilen yerlerde bu çocukların ötekileştirilmeleri ve dışlanmaları ve aşırı politik ve milliyetçi eğilimler edinmeleri, hastalık, yoksulluk ve yetersiz beslenmeye maruz kalmalarını da sayabiliriz. Savaşın olduğu coğrafyada bulunan çocuklar bir vahşete şahitlik ederek sorunlu büyüyor. Bu travmanın devamında da artık hep tetikte oluyorlar.
Depresyon, anksiyete gibi psikolojik hastalıklar başta olmak üzere savaşa şahit olma durumu aynı zamanda şizofreni ve bipolar bozukluk gibi hastalıklara da çocuklarda yol açabilmektedir.
Bütün bunların ötesinde savaş psikolojisi, kendi akranlarını kıyasla daha temkinli, daha kontrollü, insanlara güvenmeyen, bağlanma sorunları yaşayan bir karakterde de olmalarına neden olabilmektedir. Savaş travması yetişkin hayatlarında kendilerine ruhsal problem olarak geri dönmektedir.
Bizim de kendi çocuklarımızdan yola çıkarak konuşmak istiyorum. Ebeveynlerine her yaşta ihtiyaç duymaktadırlar. Yani biz şu an yetişkin bir konumda bile anne-babamıza duygusal duyarlılığımızın yüksek olduğu dönemlerde çok büyük bir ihtiyaç duymaktayız. Ve savaş mağduru çocukların bu ihtiyacını biraz hani kendi içimizde içselleştirerek düşünmeye başlayalım istiyoruz.
Sizin çocuklarınız bu savaşta mağdur olan, bu savaşta yakınları ölen, o dehşeti yaşayan bir çocukla arkadaşlık etti mi? Mesela Bosna'da, Azerbaycan'da, Gazze'den, Suriye'den tutun, savaş mağduru ve psikolojisi ve sosyolojisi bozulmuş kentleri yerle bir edilmiş aileler tanıyor musunuz?
Tüm katılımcılara teşekkür ederek sözlerini sonlandırdı.
Avrupa Parlamentosu Üyesi Gnahore Hughes Daniel Boli: “I support the establishment of a War Crimes Court in Turkey. I am sorry for what happened in Palestine and Gaza. I will speak about these issues at the European Parliament on March 8. "I don't want to go into too much detail here," he said.
Avukat Süleyman Akdemir: Herkese iyi günler dilerim. Süleyman Akdemir, Yeni Yüzyıl Üniversitesi'nde ben Hukuk Fakültesi’ndeyim. Doktoramı Ordinarius Prof. Dr. İhsan Dönmezer danışmanlığında yaptım. Mağdurun korunmasıyla ilgili daha sonra anayasa bilimi üzerinde çalışmalarım oldu.
Yani bir anayasa hukuku var, bir de anayasa bilimi var. Anayasa bilimi yani bu tür kurumların nasıl kurulacağına ilişkin bilimsel çalışmaları ifade eder. Anayasa hukuku ise bir ülkedeki yürürlükte olan mevzuatı ifade eder.
O bakımdan benim çalışmalarım daha çok bu siyasal kurumlar ve bu siyasal kurumların günümüzde nasıl olması gerektiğine ilişkin oldu. Tabii böyle bir hareket veya böyle bir aksiyon olunca bizim sonradan haberimiz oldu.
Haberimiz olunca da tabii katıldık. WhatsApp grubuna, bu toplantıya Salih Bey sağ olsunlar, bizi davet ettiler. Son dakika olmasına rağmen, ben kafamda bir şeyler hazırladım. Buradaki konuşmaları da dinleyince ‘Ben nasıl katkı sağlayabilirim veya neler yapabilirim?’ diye onu düşünmeye başladım.
Bir hususu daha işaret edeyim. Ben, uygarlık tarihi dersleri de veriyorum. Fakültemizde seçimli dersler arasında. Şimdi bu uygarlık konusunu niye söylüyorum? Şunun için söylüyorum.
Uygarlıkları biz ikiye ayırıyoruz. Kuvveti üstün tutan uygarlıklar ve hakkı üstün tutan uygarlıklar diye. Böyle bir ayrım var. Bu ayrım sadece benim yaptığım bir ayrım değil, yani insanlık tarihinin getirdiği bir ayrımdır.”
Mesela İnkalılar’la Aztek, Mezopotamya ile Mısır. Yani bunlar birbirini takip eden uygarlıklar. Mesela İbraniler ile eski Yunanlar.
İşte Roma ile Hristiyanlık gibi, İslamiyet’le Batı gibi, şimdi dönem dönem. Bunlar birbirini gece ile gündüz gibi takip ediyorlar. Ve kuvveti üstün tutan uygarlıklar, örneğin eski Mısır gibi, eski Yunan gibi, Roma gibi ve bugünkü Batı gibi, maalesef gücü egemen kılarak bütün dünya üzerinde hükümranlık ve sömürünün merkezi haline geliyorlar.
Tabii burada da çatışma ortamını oluşturuyorlar. Bütün dayandıkları sistem çatışma esasına göredir.
Diğer uygarlıklar ise Mezopotamya olsun, diğer İslam uygarlıkları olsun veyahut da İbrani uygarlığı olsun, hakkı üstün tutma esasına dayanır. Şimdi bu çağda, -yani ben bunlara batış uygarlıkları diyorum- özellikle batının en karanlık olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Onun için bu tür olayların gelişmesi de, yani böyle bir uygarlık anlayışının sonucu olarak karşımızda duruyor. Ve gerçekten de yani insanın doğa bakımından, ne çocuklar bakımından, ne büyükler, ne küçükler bakımından yaşanmayacağı felaketleri yaşıyoruz.
İnsanlık adına bu hususa işaret ettikten sonra ben ‘Neler yapabiliriz, benim ne gibi katkım olur?” bu hususa geleceğim. Şimdi tabii burada Roma statüsü var. Diğer statüler falan var.
Biz bunları onlardan aldığımız zaman, bu statüleri veya bu sözleşmeleri veya bu şeyleri, evet bu da bir katkıdır, ama biraz önce hocalar da ifade ettiler, işte Kerem Bey ifade etti, işte Mustafa Bey ifade etti, diğerleri de ifade ettiler, yani bunlara güvenilmiyor. Yani bu tür sözleşmelerin bir arka planı var, bir de sözleşmelerden sonra bunun yerine getirilip getirilmeyeceği, uygulanıp uygulanmayacağı sorunu da var.
Dolayısıyla bizim sözleşme bakımından eğer böyle bir insan hakları veyahut da Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünü oluşturacaksanız, uluslararası suçlarla ilgili olarak Komisyon kurulacak.
Bunun statüsünü de hakkı üstün tutacak şekilde kurmamız gerektiği kanaatine taşıyorum.
Ben bu tür bir sözleşme olması istenmesi veya talep edilmesi halinde katkım olabilir, önce bu hususa işaret edeyim.
Ceza hukukunda iki sistem vardır. Biri ‘tahkim sistemi’dir, biri de ‘tahkik sistemi’dir. ‘Tahkik sistemi’ atama esasına dayanır, ‘tahkim sistemi’ ise itham, yani seçme esasına dayanır. Şimdi biz uluslararası bu tür mahkemeyi kurarken tahkik sistemine göre mi kuracağız, tahkim veya itham sistemine göre mi kuracağız? Bunun baştan belirlenmesi lazım.
İkincisi bu tür sözleşme yapıldığı zaman katılacak ülkeler hangi tanımlarla katılacaklar ve nasıl katılacaklar? Bence bu tarihi bir fırsattır.
Aslında Azerbaycan'la Türkiye böyle bir statüyü oluştururlar ise ve diğer ülkelere de açarlarsa...
Bakın ben burada İslam ülkeleri şartını da koşmuyorum, benim çalışmalarımda İslam uygarlığında çok önemli anayasal manada bir Medine Sözleşmesi var.
Bu Medine Sözleşmesi’ne dikkat edilecek olursa Mekke'den Medine'ye göç eden Hazreti Peygamber oradaki bütün kabileleri yani Hristiyanı, Yahudisi ve diğerleri fark gözetmeksizin Medine Sözleşmesi içine koyuyor.
Yani uzlaşmaya dayalı, bir arada yaşama formüllerini geliştirecek bir anayasal metin hazırlıyorlar.
Yani belki de dünya tarihinde en önemli anayasal belgedir, anayasal metindir. Neden? Çünkü bir araya gelerek inançlarında serbest olmakla beraber, kabile hayatından devlet hayatına geçiyorlar.
Devlet hayatında da hakem başkanı seçiyorlar ve kendi iç işlerinde serbest olmakla birlikte, arada çıkan ihtilafları tahkim usulüyle çözmeyi ve zararları gidermede de yani kısas ve diyet usulünü kabul ediyorlar.
Şimdi biz bugün böyle bir sözleşme hazırlayabilir ve insanlığa sunabiliriz. Benim özetle söyleyeceğim bunlardan ibarettir.
Başkan Kurt: Hocam Uluslararası Savaş Suçları Mahkemeleri’nin sözleşmesinin yazılması görevi sizindir.
Uluslararası Ehli-Beyt Derneği Başkanı Cesim Zeydanlı: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın ve Allah Resulünün salat veselamı, Ehli- Beyt’inin, ashabının, ve bu güzel çalışmayı düzenleyen düzenleyici kardeşlerimizin ve katılımcıların hepsinin üzerinize olsun. Hepinizi saygı ve selamla, hürmetle selamlıyorum. Allah hepinizden razı olsun efendim.
İnsanlık tarihinin Hz. Adem ile başlayan kısmından günümüze kadar, biraz önceki konuşmacının da Allah razı olsun, çok güzel belirttiği gibi, hakkı üstün tutabilmek, güçlü olandan değil haklı olandan yana olmak, insanlık vasfıdır. Bizim dinimizin de gereğidir. İslam'dır ve hakkı üstün tutmak üzere, insanların birlik ve beraberliği, huzur ve mutluluğu için, Allah cc tarafından seçkin kıldığı elçiler vasıtasıyla bize bildirmiştir.
Bu ölçü içerisinde Cenab-ı Hak buyurur ki: “Peygamber Efendimiz (sav) vasıtasıyla bir kötülüğü gördüğünüz zaman elinizle, ona gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalbinizle onu kötüleyerek, ona buğz ederek, onu izole etmeye, yok etmeye çalışın.”
Diğer bir Ayet-i Kerime’de, Hud Suresi’nde -estenzubillah- Rabbimiz buyurur ki: “Sakın zalimlerin zulmünden taraf olmayın, yoksa onları yakacak olan azaplı bu ateş, size de dokunur.”
Bu ayetin tefsirlerinde müfessirler şöyle buyururlar: “Zulümden yana olduğunuz zaman, Allah cc başka bir zulümle sizi zelil eder.”
İnsan ve Müslüman olarak bizim görevimiz, iyiliği emretmek, kötülüğü engellemektir. Şu anda bu programı düzenleyen güzide güzel kardeşlerimiz ve siz güzel insanlar, şu anda yaptığınız iş, iyiliği emretmek, kötülüğü engellemektir.
Bu da savaş meydanında savaşan mücahidin sevabıyla sizi müjdelemek istiyorum. Bu sevap sizin hanelerinize yazıldı. Allah cc hepinizden razı olsun. Savaş Suçları Mahkemesinin kurulmasını cani gönülden destekliyoruz. Biz dernek olarak Allah cc razı olsun diyoruz, Salih kardeşimizden ve bu işe gönül veren, emek veren herkesten. Tarihte bütün dünyaya hakkı, hukuku, insanlığı üstün tutan, gerçek insanlığı öğreten İslam medeniyetidir.
600 yıl dünyaya hakim olan imparatorluklar ve kurduğumuz devletlerdir bu hakkı üstün tutacak. Muhakkak ki Batının köhne, kokuşmuş o hukuk sistemi değil, gücü üstün tutan hukuk değil, hakkı üstün tutan İslam Hukuku olacaktır.
Oysaki hakkı üstün tutan İslam hukuku mazlumları korur. Biz bundan yana olmak zorundayız. Ancak dünyada İslam hukuku, hakkı üstün tutan bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’yle bu sağlanabilir. İsrail'in yaptığı savaş suçuna gelecek olursak. Şimdi Peygamber Efendimiz (sav) döneminde, 23 yıllık sürede yapılan savaşlarda ölen insan sayısı 450 kişi. İslam hukukunda savaş var mı, vardır. Ama nasıl vardır? Haktan, hukuktan ayrılmış, insanlara zulmeden, tabiata zulmedenlerin hakka döndürülünceye kadar savaş hukuku, insan, ahlak ve vicdani ölçüsü içerisinde savaşarak, onları yola getirerek, getirinceye kadar onlara bir baskı uygulamaktır.
Nihayetinde zalimler, suçlular teslim olduğunda, onların canına dahi kıymamak vardır. Bu ölçü içerisinde çocuklara savaş hukukunda dokunulmaz, yaşlılara dokunulmaz, kadınlara dokunulmaz, silahsız hiçbir insane zarar verilmez, tabiata zarar verilmez, hayvanlara zarar verilmez. Şimdi İsrail'in yaptığı masum silahsız insanları yok ediyor, tabiatı yok ediyor. Yolları dozerlerle, vinçlerle bozarak yok ediyor, elektriği yok ediyor, su kaynaklarını yok ediyor. Bu bir savaş suçudur.
Bundan daha acı olan bir şey ise kendisinden başka bütün insanları ‘goyim’ dedikleri sapık bir düşünce ile ‘hayvan’ gibi görmektedirler. Kendilerini sadece insan olarak görmektedirler. Akabinde de bugün Gazze'de yaptıkları zulümde bir nesli yok ediyorlar. İnsan neslini devam ettiren, mukaddes en değerli varlığı annedir. İnsan neslini devam ettiren annedir. Bugün 9.000 küsür anneyi bilerek katlettiler. İnsan neslinin geleceği çocuklardır. Bugün 11.000 çocuğu katlettiler. Bu bir savaş değildir.
Bu bir nesli, insanlığı yok etmedir. Bu yok etmenin içerisinde Müslüman-Hristiyan ayrımı göz etmiyorlar. İslam dini, Hristiyan-Yahudi demiyor; bir insanı haksız yere öldüren için Cenabı Hak diyor ki: ‘Ebedi olarak cehennemde kalacaktır.’ Yani bu insanları haksız yere öldüren için elbette Cenabı Hakk'ın vaadi haktır, ebedi olarak cehennemde kalacaklardır.
Biz ne yapıyoruz? Biz de bu kötülüğü engellemek için, bütün insanların kurtuluşu için, hakkı, hukuku için, yaşama hakkını sağlamak için, insan haklarına en uygun olan Savaş Suçları Mahkemesi’nin Türkiye'de kurulmasının elzem olduğunu ve ancak bu hakkı üstün tutan mahkemenin de Türkiye'de kurulabilecek bir mahkemeyle sağlanacağına inanıyoruz.
Bundan dolayı hepinizi teşekkür ediyorum, hepinizi tebrik ediyorum. Ve hepinizin de şu anda Gazze'de savaşan o mücahitlerin sevabının Cenabı Hakk'ın sizin sevap hanelerinize yazdığını Hadis-i Şerifle Efendimiz beyan buyuruyor. Ben de müjdeli bu gayretinizi Allah (cc) daim eylesin diyorum.”
Komisyon Başkanı Kurt; Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman bu olaylara kayıtsız kalmayacaktır. Elimizde değerli argümanlarımız var. Değerli ilim insanlarımız var. Bu ilim insanlarımız uluslararası alanda sahaya sürülerek, bu vahşetin önüne geçilecektir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi dünya lideri bir liderimiz var, bu bizim için büyük bir avantajdır.
Elini Uluslararası Savaş Suçları Mahkemeleri’nin Türkiye’de kurulması istemi ile masaya vurduğu an, Ortadoğu'da sorunlara bu hadiselere çözüm üretilecektir diye düşünüyoruz. Çünkü Cumhurbaşkanımızın Ortadoğu'da barışı istemesi kadar, çevre ülkelerden barışı isteyen, barış adına mücadele eden bu coğrafyada başka bir lider yok. Hatta dünyada böyle bir lider olmadığını söyleyebiliriz.
Cumhurbaşkanımızın Gazze'deki kadınların mağduriyetini, Gazze'deki çocukların mağduriyetini her fırsatta dile getirdiğini basın önünden görüyor, duyuyor, işitiyoruz.
Saygıdeğer Cumhurbaşkanımıza da bu vesileyle teşekkür ediyoruz.
Modarodörümüz Meryem Gülbetekin’e, bütün Katılımcılara ve destek verenlere canı gönülden teşekkürlerimizi sunuyoruz.
...
Kaynak:
USSAM ve bursaarena.com.tr
...