Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Amacımız; terör bariyerini kaldırarak, kardeşlik hukukunu yüceltmektir"

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AK Parti TBMM grup toplantısında, konuşmasına üç ayları ve ramazan kutlamasıyla başladı.

2025 yılının ilk iki haftasında hepimizi mütesssir eden iki acı haber aldık. Türk halk ve arabesk müziğinin duayen ismi, şarkılarıyla gönül tellerimizi titreten Ferdi Tayfur’un vefatı, sadece sanat camiamızı ve sevenlerini değil, milletçe hepimizi derinden üzmüştür. Anadolu’nun bağrı yanık gençlerinin duygularına tercüman olan Merhum Ferdi Tayfur; kalbi ülkesi ve milleti için çarpan bir sanatçımızdı, çok kıymetli bir söz ustasıydı. Kendisini bir kez daha rahmetle ve şükranla yad ediyor; ailesine, sevenlerine ve hayranlarına başsağlığı diliyorum.." Şeklindeki taziyelerle konüşmasını sürdüren Cumhurbaşkanı, şöyle devam etti;

İkinci büyük kaybımız; Anayasa ve Adalet Komisyonu Başkanımız, Amasya ve Ankara Milletvekilimiz Ahmet İyimaya’dır. Kendisi; beyefendi kişiliği, engin hukuk birikimi, kitaba, okumaya, araştırmaya merakı ve kendine has üslubuyla, Meclis çatısı altında ülkemize uzun yıllar hizmet etmiş müstesna bir isimdi. Ahmet İyimaya kardeşimizi de burada rahmetle anıyor; Rabbim merhametiyle muamele eylesin diyor; grubumuzla birlikte ailesine ve dostlarına tekrar sabrı cemil niyaz ediyorum.

Erdoğan'ın alkışlar altında süren konuşmasında Suriye ve ülkemizdeki son terör açılım gelişmeleri konularına da yer verildi. Bu konulardaki söylemleri de şu şekilde;

2024, bölgemizde ve dünyada kritik hadiselerin yaşandığı bir yıl oldu

Komşumuz Suriye’de 61 yıllık Baas zulmünün sona ermesi, geçen seneye damgasını vuran muhteşem ve muazzam bir gelişmeydi. Suriyeli kardeşlerimiz, 13 yıl boyunca kimyasal silahlarla, varil bombalarıyla, misket bombalarıyla, işkenceyle, açlıkla halkını katleden Esed’den ve Baas rejiminden sonunda kurtulmuştur. Sadece Halep, Şam, Hama, Humus değil, tüm kesimleriyle Suriye halkı 61 yıllık istibdadın ardından hasretini çektiği özgürlüğe kavuşmuştur. Mazlumların tepesine bomba yağarken, bu çatı altında, grup toplantısında “Ne bayır kaldı, ne bucak” diyerek, Esed’in işlediği zulümleri bile kendi hükümetine ve ülkesine fatura edenlerin utancı, işte bu yüzdendir. Suriye meselesinde öyle pervasız, öyle vicdansız, öyle siyaseten ahlak dışı cümleler kurdular ki, bugün konuşmaya yüzleri dahi yok. Hırçınlaşmalarının, seviyeyi daha da düşürmelerinin sebebi, bundandır. Hatalarıyla yüzleşmek yerine, öküz altında buzağı aramaya devam ediyorlar. Samimi bir özeleştiri yapmak yerine hırçınlaşanlara, bugün bazı gerçekleri tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Bizim abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan şüphemiz olsun. Susacak, saklayacak, kaçacak, zoru görünce veya işine gelmeyince topu taca atacak karakterde değiliz, hiçbir zaman da böyle bir tıynette olmadık. Hep dobra dobra konuştuk, harbi olduk, hasbi olduk, sözümüzü muhatabına çekinmeden mertçe söyledik. Bugün de yalanlarla değil, sadece ve sadece hakikatin diliyle konuşacağız. Neymiş kırmızı kart gösterecekmiş; ya sen o işlerden anlamazsın, o iş bizim işimiz.

Suriye’de ilk barışçıl gösteriler, 15 Mart 2011 tarihinde başladı

Bu gösteriler, son derece meşru gösterilerdi. Suriye halkı, yarım asırdır devam eden baskılara karşı; hak, hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi taleplerini yüksek sesle dile getiriyordu. Bu gösterilerde, Türkiye’nin hiçbir dahli, hiçbir müdahalesi olmadı. Olaylar tamamen kendiliğinden vuku bulmuş, kendi mecrasında gelişmişti.
Hatta, olaylar başladıktan sonra, Sabık Suriye Devlet Başkanı Esed’le birkaç kez görüştüm. Gösterilerin barışçıl olduğunun altını çizdim. Taleplerin dikkate alınması gerektiğini söyledim.

Toplumun beklentisi olan reformların artık daha fazla geciktirilmeden hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ettim. Bütün bu görüşmelerimizde, kendisiyle her temasımızda Esed bize reform yapacağını söyledi, ama sözünü hiçbir zaman tutmadı. Göstericilerin seslerine kulak vermek yerine, ordusunu devreye sokarak, olayları şiddetle, kanlı yöntemlerle bastırma yoluna gitti. Kendisiyle o süreçte de görüşmem oldu. Gösterileri şiddetle bastırmanın hem ülke genelinde, hem de İslam coğrafyasında tepkilere neden olacağını yapıcı bir dille Esed’e izah ettim. Gösterilerin önüne geçmenin tek yolunun, vaat edilen reformların yapılması olduğunu tekrar hatırlattım. Fakat Esed, olayları barışçıl yöntemlerle çözmek varken, şiddetin dozunu biraz daha artırdı, katliamlarına hız verdi. Bunun üzerine tam da bizim uyardığımız gibi, küçük çaplı, barışçıl gösteriler, kullanılan orantısız şiddet nedeniyle büyüdü, Suriye geneline yayıldı. Rusya meseleye müdahil oldu. İran meseleye müdahil oldu. PKK, DAEŞ, Şebbiha gibi terör örgütleri meseleye müdahil oldu. Sınırımızın hemen ötesinde başlayan ateş, ülkemizi de tehdit eder boyutta bir yangın dönüştü; Suriye’den ülkemize toplu hareketlilik başladı. Dahası Suriye’de, masum siviller, toplu katliam, kimyasal silah, işkence, tecavüz, zoraki göç gibi insanlık dışı muameleye maruz bırakıldı. Türkiye’nin, olaylar bu raddeye vardıktan sonra hem sınırlarını korumak, hem terör örgütlerine karşı tedbir almak, hem de mazlumlara sahip çıkmak maksadıyla gelişmelere müdahil olması kaçınılmaz hale geldi.

“Türkiye'nin Suriye'de ne işi var” diyorlardı

Türkiye’nin, yanı başındaki bir ülkeye, tamamen haklı ve meşru gerekçelerle, özellikle de insani sebeplerle müdahil olmasından daha tabii bir şey olamaz. Türkiye’nin hasımları, dışardan Türkiye’nin çabalarını eleştirdiler. Bizim için asıl şaşırtıcı olan, içerden bazılarının, “Türkiye'nin Suriye'de ne işi var” diyerek, meselenin ciddiyetinden uzak bir şekilde bizi haksızca eleştirmeleriydi. Amerika’nın Suriye’de ne işi var, demediler. Bölgesel aktörlerin Suriye’de ne işi var, demediler. Avrupa’nın, Batının Suriye’de ne işi var, demediler. Terör örgütlerinin, hem de Türkiye için tehdit unsuru olan bölücü terör örgütünün Suriye’de ne işi var, demediler. Sadece Türkiye’yi eleştirdiler, sadece şahsımızı ve hükümetimizi hedef tahtasına koydular.

13 yıl boyunca, bir kez olsun ülkelerinin yanında, Türkiye’nin yanında, mazlumun, mağdurun, Suriyeli muhacirlerin tarafında yer almadılar. Suriye’de bir milyon insan hayatını kaybederken ses çıkarmadılar. 12 milyon insan, ölüm, işkence, hapis, tecavüz korkusuyla evlerini, yurtlarını terk ederken seslerini çıkarmadılar. Kitlesel kıyımlar yapılırken seslerini çıkarmadılar. Hapishanelerde insanlık dışı işkenceler yapılırken seslerini çıkarmadılar. Bebekler ölürken, çocuklar katledilirken sustular.  Vahşete, zulme, katliama, barbarlığa, gaddarlığa yıllarca sessiz kaldılar. Halep’te, Bayırbucak’ta, Hama’da, Humus’ta çocuklar kırılırken, üzülerek söylüyorum, bize saldırdıkları kadar, Esed zalimine ve Baas rejimine laf etmediler. Açın, yazılanlara bakın. Açın, Meclis kürsüsünden söylenenlere bakın. Yasak savmak kabilinden birkaç eleştirel cümle dışında, yıkımın ve zulmün boyutlarıyla orantılı hiçbir tenkit göremezsiniz. Kendi devletlerini ve hükümetlerini suçladıkları kadar, Suriye’yi kan deryasına çeviren Esed’e ve destekçilerine toz kondurmadılar.

Bir milyon insan öldü. İslam medeniyetinin göz bebeği şehirler talan edildi

Suriye’nin dört yanından toplu mezarlar fışkırıyor. 13 yıl boyunca tüm bunlar yaşanırken aklınıza gelmeyen vicdanı, merhameti şimdi azılı katillerden hesap sorulurken mi hatırladınız? Biz, sizin ne yapmaya çalıştığınızı biliyoruz, hem de çok iyi biliyoruz. 13 yıl neden sustuğunuzu, şimdi neden konuştuğunuzu çok iyi biliyoruz. Zalim Esed’in katliamlarına neden tepki göstermediğinizi gayet iyi biliyoruz. Dün, bizim değil, hükümetin değil, Cumhur İttifakı’nın değil, Türkiye’nin karşısında konumlandılar. Bugün de yine Türkiye’nin karşısındalar, ülkemizin hasımlarının yanındalar. Dün de ideolojik taassupla hareket ediyorlardı. Bugün de hadiselere ideolojinin penceresinden bakıyorlar.

Siyaset; akılla, basiret ve ferasetle yapılır

Siyaset, ülkenin ve milletin çıkarlarını merkeze alarak yapılır. Siyaset, Türkiye’nin hak ve hukukunu yüceltmek için yapılır. Siyasetçisi, yazarı, akademisyeni, bürokratı, gazetecisiyle bu yeni dönemde herkesin görevi, ülkemizin Suriye’de istikrarın tesisi için yürüttüğü çabalara katkı sunmaktır. Yüzlerce yıllık kardeşlik bağlarımızın ve 911 kilometrelik sınırımızın olduğu komşu bir ülkeye, biz Batılıların baktığı zaviyeden bakamayız. Kardeşlerimizin yaralarına şifa olmak, bir an önce kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamak, bizim hem kardeşlik, hem de komşuluk vazifemizdir.

Türkiye olarak Suriye’de istikrarın tesisi, geçiş sürecinin tamamlanması, tüm Suriyelileri kucaklayan bir sistemin inşası için desteğimizi, katkımızı sürdürüyoruz.

Devrimi müteakiben MİT Başkanımız ve Dışişleri Bakanımız Şam’ı ziyaret etti. Bugün de geçici hükümetin Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve İstihbarat Başkanı ülkemize bir ziyaret gerçekleştirecekler. Suriye’nin en kısa sürede toparlanması için hem “İnkaz” hükümetiyle hem Arap dünyasıyla hem de uluslararası toplumla işbirliği yapıyoruz. Sadece devlet olarak değil, AK Parti olarak da hemen harekete geçtik.
Partimizin İnsan Hakları Başkanlığı’ndan bir ekip, devrimden 9 gün sonra Şam, Halep, Humus, Hama gibi Suriye şehirlerini ziyaret ettiler. Partimizin de desteğinin Suriyeli kardeşlerimizle olduğunu bizzat ifade ettiler. Bu ülkeyi tekrar istikrarsızlığa ve kaosa sürükleme girişimlerine, yeni Suriye yönetimiyle birlikte asla müsaade etmeyeceğiz. İsrail başta olmak üzere Suriye topraklarına ve halkına saldıran güçlerin de, bu mütecaviz eylemlerine bir an önce son vermesi gerekiyor. Aksi takdirde ortaya çıkacak ağır sonuçların herkese etkisi menfi olacaktır.

"Suriye’de ve bölgede DEAŞ tehdidinden gerçekten korkuluyorsa, bu meseleyi çözme iradesine ve kudretine sahip en büyük güç Türkiye’dir"

Öte yandan 15 aydır soykırımın ve katliamların sürdüğü Gazze’de ateşkesin sağlanmasıyla, inşallah tüm bölgede kalıcı barış ve istikrar için önemli bir fırsat doğacaktır. İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes görüşmelerini çok yakından takip ediyor, bir an önce müjdeli haberler almayı ümit ediyoruz.

Bir diğer husus da suni etnik gerilim senaryosuyla ülkeyi bölmeye çalışanların da, söylemlerini ve kimlerin hesabına çalıştıklarını gözden geçirme vakti gelmiştir. Çünkü halihazırda Suriye’deki en ciddi sıkıntı, ülke topraklarının neredeyse üçte birini halen işgal altında tutan, YPG terör örgütüdür. Suriye’nin doğal kaynaklarını da gasp eden YPG terör örgütü, şayet kendini feshedip silah bırakmazsa, yaklaşan acı akıbetten kurtulamayacaktır. Biz, Suriye’deki her kesim gibi Kürt kardeşlerimizin de tüm meselelerinin çözümünün takipçiyiz, destekçisiyiz, Kürtlerin güvenliğinin teminatıyız. DEAŞ gibi proje ürünü bahanelere gelince bunların artık ikna edici yanı kalmamıştır. Şayet, Suriye’de ve bölgede DEAŞ tehdidinden gerçekten korkuluyorsa, bu meseleyi çözme iradesine ve kudretine sahip en büyük güç, Türkiye’dir. Herkes bölgeden elini çeksin; biz Suriyeli kardeşlerimizle beraber, DEAŞ’ın da, YPG’nin de, diğer terör örgütlerinin de kafasını kısa sürede ezeriz. Allah’ın izniyle bu yapabilecek kudrete ve kuvvete fazlasıyla sahibiz.

"CHP ve şürekâsı her milli meselede yanlış yerde konumlanmayı başarıyorlar"

Biz, her aşaması en ince detayına kadar hesaplanmış bu siyaseti yürütürken, CHP tarafında çok farklı bir hava hâkim. Kimin ne dediği, ne yaptığı belli değil. Ya rol çalmanın, ya da mülteci düşmanlığını körüklemenin peşindeler. Suriye devriminin üzerinden 40 gün geçti. Fakat anamuhalefet partisi bu konuda tutarlı, mantıklı, içerisinde bilgi kırıntısı olan tek bir cümle dahi kuramadı. Yaşadığımız kötü tecrübeler bize şunu göstermiştir: Ana muhalefetten, Türkiye’nin dış politikasına anlamlı bir destek beklemek tamamen beyhude bir uğraştır. Biz ne dersek diyelim, ne kadar uğraşırsak uğraşalım; hepsi faydasız. CHP ve şürekâsı her milli meselede yanlış yerde konumlanmayı bir şekilde başarıyorlar.

"Kart oyununun CHP’nin karakterine daha uygun olduğu kanaatindeyim"

Mavi Vatan’dan Libya’ya, Karabağ’ın azatlığından Rusya-Ukrayna savaşına, Gazze mezaliminden Suriye devrimine kadar her konuda çuvalladılar. Her seferinde görüyoruz ki, dış politika gibi bilgi, birikim, vizyon ve ustalık gerektiren bir alan, CHP’nin çapını ziyadesiyle aşıyor. Ülkemizdeki muhalefetin seviyesine son günlerde bir kez daha tanık olduk. “Türkiye’nin ana muhalefet partisini mi, yoksa bir ilkokul müsameresini mi izliyoruz”, halen anlayamadık. Lafa gelince Sayın Özel, “Gazi Mustafa Kemal’in koltuğunda oturuyorum” diyor. Ama bakıyorsunuz, ne bir ciddiyet var, ne ağırbaşlılık var; ne de işgal ettiği makamın kendisine zorunlu kıldığı vakur duruş var. Koltuğunu korumak için bir “atraksiyon” yapması lazım; fakat onu bile doğru-düzgün beceremiyor. Hatırlarsınız bir ara, ülkenin yarısı aydınlıkken “ışıkları kapatalım” dediler. Ancak, bu eylem nispeten bir emek, disiplin, iyi-kötü bir koordinasyon gerektirdiği için sadece 3 gün dayanabildiler.

Sonra Meclis’te nöbet işine girdiler; onda da CHP elitizminin kurbanı oldular. Şimdi daha orijinal bir eylemle kamuoyunun huzuruna çıktılar. Bu son çıkışlarını, açıkçası, biz de beklemiyorduk. Milletimiz gibi biz de bu orijinal fikir karşısında dumura uğradık. CHP’nin siyaset üretme kabiliyetini böylece bir kez daha görmüş olduk. Öncelikle bu dahiyane fikir için CHP lideri Sayın Özgür Özel başta olmak üzere CHP yönetimini tebrik ediyorum. Halkımızın umutlarını artırdılar; Türk siyasetine yeni bir ufuk kazandırdılar; demokrasimizin gücüne güç kattılar. Çok çaba ve zahmet gerektirmediği için “kart oyununun” CHP’nin karakterine daha uygun olduğu kanaatindeyim. Öncekiler kelebek ömürlü olmuştu; bunu biraz daha devam ettirebilirler. Ama kendilerini bu oyuna fazla kaptırmasınlar. Artık trajedi boyutuna varan bu vahim tablonun takdirini en iyi CHP’li seçmenlerin yaptığına ve yapacağına inanıyorum.

Bölgedeki gelişmelere yapıcı istikamette vaziyet ederken, kendi kronik sorunlarımızı çözme yönünde adımlar atmaktan da geri durmuyoruz. Bilindiği gibi Türkiye’nin 40 yılı geride bırakan bir bölücü terör meselesi bulunuyor. Geçtiğimiz aylarda, bu meseleyi kalıcı şekilde sona erdirme yönünde, Cumhur İttifakı ortağımız Sayın Bahçeli’nin cesur çıkısıyla başlayan bir dizi gelişmeye şahitlik ettik. Gelinen noktada, aziz milletimizin bu konuda “ihtiyatlı bir iyimserlik” içinde olduğunu görmekteyiz. Hükümet olarak, her vakit olduğu gibi bu hususta da, şehitlerimizin aziz hatıralarına, şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin hassasiyetlerine asla halel getirmeyecek bir şuurla hareket ediyoruz. Türkiye’nin, insani ve ekonomik olarak çok büyük bedeller ödediği böyle bir sorunu kalıcı biçimde geride bırakması, istisnasız herkesin faydasınadır; ülkemizin hayrınadır.

Bölgesel gelişmeler lehimizedir

“Terörsüz Türkiye” ifadesinde anlamını bulan bu yeni dönemin kapılarını açma fırsatını kullanmamak, her şeyden önce üstlendiğimiz sorumlulukla bağdaşmaz. Bölgesel gelişmeler lehimizedir. İç siyasette hava son derece müsaittir. Terörle mücadelede kritik kazanımlar elde edilmiştir. Türkiye, başta savunma sanayii olmak üzere her alanda gücünün zirvesindedir. Böyle bir denklemde terör belasını kalıcı ve kat’i olarak def edecek bir fırsatın heba edilmesine hiç kimsenin gönlü razı olmaz, biz de zaten razı değiliz. Bu anlayışla ilgili arkadaşlarımıza, bölücü örgütün lağvedilmesini sağlayacak çalışmaların, dikkatle ve çok yönlü bir şekilde yürütülmesi talimatını verdik. Belli bir aşamaya gelen bu çabaların çerçevesini ve gayesini, Diyarbakır İl Kongremizde detaylıca izah ettim. Silahı aradan çıkaralım, terör duvarını yıkalım, 85 milyon olarak hep beraber birbirimize sıkıca sarılalım, istiyoruz. Bin yıllık ortak mazimizden güç ve ilham alarak, istikbalimizi yine birlikte inşa edelim, istiyoruz. Terörün 40 yıldır yüreklerde açtığı yaraları, el ele, gönül gönüle vererek hep beraber saralım, istiyoruz. Kazanan emperyalistler değil; Kürt, Türk, Türkmen, Arap ayırımı yapmadan biz olalım, istiyoruz.

Amacımız; terör bariyerini kaldırarak, kardeşlik hukukunu yüceltmektir

Bu amaç doğrultusunda kayda değer bir mesafe de alındı. Heyetin yaptığı temasların verimli geçtiğini; birkaç istisna dışında, siyasi partilerin “Terörsüz Türkiye” hedefine samimi destek verdiğini görüyoruz. Bu, hedeflere ulaşılması noktasında elbette önemli bir kazanımdır. Diğer aktörlerin de sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini söylemeleri, tarafımızdan memnuniyetle not edilmiştir. Şayet gerekli çağrı yapılır; terör örgütü ve bağlantılı yapılar da gereken adımları atarsa, kazanan Türküyle, Kürdüyle tüm Türkiye olacaktır. Eğer örgüt bu çağrıya kulak tıkar ve ipe un sererse, bağlantılı yapılar da kendilerinden beklenen iradeyi sergilemezse, o zaman biz “Terörsüz Türkiye” hedefimizi başka yöntemlerle gerçekleştiririz.

Nitekim, operasyonlarımız sayesinde bölücü örgütü ülke içinde eylem yapamaz, sınırlarımıza da yaklaşamaz hale zaten getirmiş durumdayız. Örgütü bulunduğu her yerde toprağa gömmek, bizim için sadece vakit ve planlama meselesidir. Üstelik, bunca yıldır örgütü destekleyen güçler artık kendi canlarının derdine düşmüşlerdir. Hiçbir gücün, öyle eskisi gibi örgüte fiili ve etkin destek verme istediği de, niyeti de yoktur. Dolayısıyla, gölgesinde yürüdükleri kağnılara güvenenlerin sonu hüsran olmaya mahkûmdur. Fakat biz meseleyi suhuletle, sükûnetle ve mevcut mekanizmaları işleterek nihayete erdirmek arzusundayız. Çünkü tüm taraflarıyla insanımız, terörden çok acı çekti, çok bedel ödedi. Artık bunları ilanihaye dindirme vakti gelmiştir. Gün, bugündür. Gün, kardeşlik günüdür. Gün, huzurun kapısını ardına kadar açma günüdür. Gün, tüm coğrafyamızda barışı, istikrarı, güvenliği egemen kılma günüdür.  

bursaarena.com.tr

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.