BURSA ARENA / Haber Merkezi
Zaro, dünyanın gidişatını değiştirecek büyük bir şey yapmadı. Ne büyük bir komutandı ne de politikacıydı; ama Napolyon gibi büyük komutanlardan Sultan 1. Abdülhamit, 2. Mahmut, Abdülaziz ve 2. Abdülhamid'e varıncaya kadar birçok padişahın icraatları sırasında olayların küçük bir figüranı olarak tanıklık edecekti.
Zaro, Osmanlı'nın yıkılışını ve Cumhuriyetin kuruluşunu görecekti. Hatta ölümüne yakın yalnızca Türk kamuoyunun değil, dünya basının da ilgisini üzerine çekecekti; çünkü o dünyanın en yaşlı insanıydı.
Zaro, gençlik yıllarına eriştiğinde artık Bitlis'te barınamayacağını anlayarak küçük bir torbayla ve yalınayak payitahta doğru yola çıkmaya karar verdi.
Onun öyküsü işte bu kararından hemen sonra başlayacak ve çok uzun bir hikâyenin figüranı olacaktı.
Zaro Ağa
Çılgın komutan Napolyon Akka önlerinde
İstanbul'a vardığında hamallık, inşaat ameleliği gibi birçok işte tutunmaya çalışan Zaro Ağa, Napolyon'un Mısır'ı işgal ettiğini öğrendi.
Mısır'ı işgale başlayan Napolyon yerli halka şöyle sesleniyordu;
"Ey Mısırlılar! Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız. Zalimlere, benim buraya gasp edilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah'a Memlukler'den daha fazla inandığımı ve Hazreti Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kur'an-ı Kerim'e hürmetkâr olduğumu söyleyiniz. Nerede verimli arazi, kıymetli elbiseler, güzel esirler ve mükemmel evler varsa, hepsi Memlukler'e ait. Eğer Mısır onların çiftliği ise Allah'ın bunu onlara verdiğine dair tapu senetlerini göstersinler. Allah adildir ve merhametlidir. İdareye bundan böyle herkes ortak olacak ve mutlu bir şekilde yaşanacaktır. Ey şeyhler, imamlar ve diğer önde gelenler! Fransızların da hakiki birer Müslüman olduklarını ve Osmanlıların şevketli padişahı ile her zaman dost bulunduklarını halkınıza anlatınız. Maksadımız, padişaha asi olan Memlukler'i ezmektir. Bize hemen destek verecek olanlar müsterih bulunsunlar fakat Memlukler'e katılmaya kalkanların vay haline! Onlar için selamet yoktur ve dünyadan izleri silinecektir."
Kibri ve hırsıyla durdurulması neredeyse imkânsız olan Napolyon, işgali Mısırla sınırlı tutmayacak ve Osmanlı'nın elinde bulunan birçok vilayeti tek tek işgal etmeye başlayacaktı.
Kendisini 'Çölün Kralı' olarak addeden bu çılgın komutan gözünü bu kez Akka'ya dikecekti.
Napolyon
Bereket versin, Osmanlı Hükümeti Napolyon'un telgraf ve protestolarla durdurulamayacağını geç de olsa anlamış ve Cezzâr Ahmed Paşa komutasında düzenli savunma birlikleri oluşturmaya başlamıştı.
İstanbul'dan da birçok genç, bu kibirli komutanı durdurmak için gönüllü olarak askere yazılmaya başlamıştı. Zaro da hem geçimini sağlayabileceği hem de vatan borcunu ödeyeceği düşüncesiyle askere yazılan gönüllüler arasındaydı.
Zaro, Akka Kalesi'ne ulaştığında henüz 23 yaşında genç bir delikanlıydı.
Zaro Ağa, Akka'ya vardıktan kısa bir süre sonra, 19 Mart 1799 tarihinde Napolyon 30 bin kişilik ordusuyla Akka Kalesi'ni kuşattı.
Kalenin komutanı Cezzâr Ahmed Paşa idi.
Cezzâr Ahmed Paşa ilerlemiş yaşına rağmen, savaş bölgesini Napolyon'dan daha iyi tanıyordu. Napolyon'un modern silahlara sahip olmasına rağmen güçlü bir savunma karşısında dayanamayacağını biliyordu; çünkü su kaynakları Türklerin kontrolündeydi ve denizden de Fransızlara hiçbir destek gelmeyecekti.
Cezzât Ahmed Paşa
Napolyon ilk saldırı emrini verdikten sonra kaledekilerden beklenmedik bir savunma ile karşılaştı. Çoğu İstanbul'dan gelmiş gönüllü askerler Napolyon'un Mısır'da karşılaştığı birliklere hiç benzemiyordu.
Napolyon ikinci saldırıya hazırlandığı sıralarda kaleden çıkan Türk askeri, güçlü bir huruç harekâtında bulunarak Fransızların muzaffer komutanına önemli zayiatlar verdi.
Elbette Napolyon çabuk pes edecek değildi, tekrar tekrar saldırmasına rağmen istediği başarıyı elde edemedi.
O savunmayı yapan kahraman Türk askerleri arasında genç Zaro da vardı ve dünyanın gördüğü en büyük komutanlardan birisini devirmenin haklı mutluluğunu yaşayacaktı.
O gün Akka'daki Türk askerlerinin kahramanlığı şerefine İstanbul'da şu şiir okunacaktı;
"Dinle pâdişâhım Akka'nın çengin
Seyret hilesini kahbe Frengin
Birden ateş edip top ve tüfengin
Burçu barusını döğer hünkârım
…
Tâbi olup cümle urban şeyhleri
Öğrettiler Bonapart'a her yeri
Yetişsin imdada İslâm askeri
Yoksa Akka elden gider hünkârım"
O günlerde de henüz kimse Zaro Ağa'yı tanımıyordu.
Yeniçeri Ocağı dağıtılıyor, Zaro canını zor kurtarıyor
Zaro, İstanbul'a döndükten sonra mütevazı hayatını sürdürmeye devam etti. 1826 yılına kadar çoğu inşaat işçiliği olmak üzere basit işlerde çalıştı.
1826 yılına gelindiğinde İstanbul'a bir sis gibi çöken Yeniçeri eşkıyalığı tüm kenti esir almış durumdaydı.
Vakayı Hayriye
Osmanlı Devleti, İstanbul'da hayatın durması sebebiyle hem taşraya müdahale edemiyordu hem de dış politikada adım atamaz hale gelmişti. Mora Adasında çıkan isyana dahi müdahale edemeyen merkezi otorite, büyük imtiyazlar vererek ancak Mısır Valisi Kavalalı'yı isyanı bastırmaya göndermişti.
İkinci Mahmut, İstanbul'u felç eden bu kangrenin artık ıslah olmayacağından emin olmuştu, bütün bir bedeni öldürmeden önce yapılacak tek çare kesip vücuttan atmaktı. Harekete geçen Sultan kendisine yakın devlet adamları ve komutanlarla gizli bir plan yaptı.
1826 Haziranın sıcak bir sabahında Zaro ne olduğunu dahi anlayamadı. Gökten sicim gibi yağan toplar tüm İstanbul'a ateş püskürtüyordu.
Can havliyle kaçan Zaro, Ayasofya'nın dehlizlerinde kendisine bir delik bularak saklandı. Ortalık iyice yatışınca kavuğundan çıktı ve sıradan hayatına usulca devam etti.
Hatta Yeniçeri Katliamının anısına yaptırılan Nusretiye Camisinin inşaatında da Zaro Ağa iş bulacaktı. Mimar Balyan ailesinin birçok kuşağında Zaro Ağa onların vazgeçilmez amele ustası olacaktı.
Nusretiye Cami
Bu arada birçok padişah değişmiş ve kanlı savaşlar meydana gelmişti.
Geldikleri gibi gittiklerinde kurbanı Zaro Ağa kesti
Zaro Ağa, İmparatorluğun en uzun yüzyılının kanlı canlı şahidiydi.
Uzun hayatı boyunca kendisini en fazla yaralayan hadiselerin başında İstanbul'un işgal ordularının eline esir düşmesi olmuştu.
Neyse ki Kurtuluş Savaşı'nın ardından İngilizlerle yapılan sıkı pazarlıkların sonucunda Türk ordusunun şehre girmesine karar verilmişti. Bu görev 3. Kolordu Karargâhına bağlı Şükrü Naili Paşa'ya tevdi edilmişti. 6 Ekim 1923 gün Türk askeri, Üsküdar ve Haydarpaşa Garını zapt ederek şehre resmen girmişti.
Bu coşkulu günde kesilen ilk kurbanın bıçağını tutan kişi 146 yaşında olması itibariyle herkesin ilgisini çekiyordu. Nitekim o kişi Zaro Ağa'dan başkası değildi.
Kısa süre önce de bir Ankara gazetesi olan Yenigün, bu ihtiyar adamla bir röportaj yaparak uzun hikâyesinin kamuoyu tarafından bilinmesini sağladı.
Zaro Ağa
Biranda ünü tüm dünyaya yayılan bu yaşlı adama Atatürk sahip çıktı ve 100 liralık para göndererek yardımda bulundu. (Atatürk ve Zaro Ağa – Mevlüt Çelebi)
Yurtdışına götürülüyor
Zaro tanınır olduktan sonra sirklerde sergilenmek üzere önce İtalya'ya götürüldü; ama onun bu hayalleri kötü sonuçlandı; çünkü onu götürenler Atatürk'ten aldığı parayı da kendisinden çalarak ortada bırakacaktı.
Zaman zaman gazeteciler kapısını çalarak onu gündeme getirmeyi ihmal etmiyordu. Örneğin Şeyh Sait isyanında politik fikirleri sorulan Zaro;
"Ben ne Şeyh Sait denilen melunu tanırım ne de adamlarını. Allah hepsinin belasını versin.
…
Devletimize ve milletimize zeval vermesin" şeklinde beyanatlar veren Zaro Ağa, defaten Atatürk yönetimine bağlılığını sunuyordu.
1930 yılında yeni bir maceraya atılan Zaro Ağa bu kez de ABD'ye götürülmüş ve yine dolandırıcıların eline düşmekten kurtulamamıştı.
Bir ara mafyanın da eline düşen Zaro Ağa ile ilgili en değerli çalışmaları Mevlüt Çelebi ve Rohat Alakom gerçekleştirmiştir.
İddiaya göre yirmiden fazla evlilik yapan Zaro Ağa, 19 Haziran 1934 tarihinde hayatını kaybetti.
Mezar taşında 160 yaşında öldüğü yazsa da 157 sene yaşadığı tahmin edilmektedir. Hayatı boyunca sessiz sedasız bir hayat yaşayıp birçok padişah gören Zaro Ağa, tüm ününe rağmen refah bir hayat yaşayamamıştı.
Zaro Ağa'nın mezarı
İnşaat işçiliği, hamallık ve kapıcılık gibi işlerde çalışmış ünlendikten sonra da kötü niyetli kimselerin eline düşmekten kendisini kurtaramamıştı.
The Independentturkish