Geçen hafta “Türkiye Cumhuriyeti’nin aslında ne olduğuna” ilişkin yazmıştım. Bu hafta da memlekette iktidara sahip olanların 100. doğum gününü kutlamamak için türlü bahanelerin arkasına sığındığı, “içselleştirilemeyen Türkiye Cumhuriyetinden” söz etmek isterim.
Buradaki temel soru, ülkeyi yönetenlere, şeyhlere, hoca efendilere kulluktan, özgür bireye dayanan vatandaşlığa, tebaa ilkelliğinden millet gerçeğine geçilen sürecin, birey ve ülke olarak özgürlüğün, Türk Milletinin dünya milletleri arasında hak ettiği yeri kazanması ülküsünün farklı sebeplerle neden ıskalandığıdır?
Bu öyle bir ıskalamadır ki bilhassa 60’ların sonlarında başlayıp 80’de malum şekilde biten dönem, ne yazık ki bugünkü iktidar ve ona destek veren cemaat/tarikat yapılanmasının önünü açmıştır.
Son 50-55 yıldır…
Etnisite ile kafayı bozmuş, ideolojiyi hap gibi yutmuş bir sol, hurafelerle doldurulan din ile afyonlanıp bunların temsilcilerine teslim olmuş bir sağ, Atatürk’ü, Türk Devrimini kavrayıp içselleştirememiş cahil/yarı cahil aydınlar(!) ve toplum… İstisnalar vardır elbette ama… Ne büyük bir bahtsızlık geleceğimiz adına!
Sonuç olarak Atatürk’ten başka “başbuğ”, cumhuriyetten öte “devrim” peşinde koşmanın bedelini son yarım asırda ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.
Bu yüzden 28 Ekim 2021 tarihinde bu şiiri yazdırmış durum bana:
Başka devrim, başka rejim bilmeyiz,
Birey olmaktan gayrı devrim mi var?
Kula kul olmayan hür bireyleriz,
Cumhuriyetten ayrı devrim mi var?
Hele ki insanı sömüren varsa,
Her tür ilkelliği sürdüren varsa,
Çoluk çocuk, kadın öldüren varsa,
Cumhuriyetten gayrı devrim mi var?
“Fikri hür vicdanı hür”, yarım kalan bir hasret,
Bu fetret bitsin artık, yaşasın cumhuriyet!
Birçok şeyi cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ile ilgisi olmayan son 21 yıllık sürede fark etti toplum, fark etti de… Ömürler de geçiyor bir yandan…
Yitip gitmiş ömürler…
Ruslar, iki büyük deha olan Alman Karl Marx ve Friedrich Engels’in fikriyatını, hinterlandındaki ülkeleri kendine hizmet etme vasıtası yapmıştır. SSCB, resmiyette yıkılsa da Rusya’nın o ülkelerdeki yaptırım gücü bugün dahi gün gibi ortadadır.
Biz Atatürk ve cumhuriyet devrimini emperyal amaçlar için kullanalım/kullanmalıyız demiyorum ama… En azından Ortadoğu bataklığının kuruması yolunda örnek hatta umut olabilirdik değil mi?
Düşünsenize bilhassa İran, Irak ve Suriye’de sınırlarına ve vatandaşına sahip çıkabilen, laikliği esas alan, eğitimde ilerlemiş, teknoloji başta olmak üzere ürettikleri ile dünyada marka(lar) yaratmış, kadın ve çocuklarını koruyup kollayan, insan haklarından taviz vermemekle beraber kendi vatandaşının haklarını her şeyin üstünde tutan, “yurtta barış, dünyada barış” düşüncesini şiar edinmiş, demokrasi “aracı” ile dayatılan “tek adam” ilkelliğinden sıyrılıp “vatandaş olma onuru” tekamülüne erişen insanların verdikleri oyların heba edilmediği, millî, bağımsız, sosyal, hukuk devletleri olduğunu…
Bu olabilseydi Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. doğum gününde “sorun” parantezinde ele alınan hiçbir şeyle (mevcut iktidar dahil) muhatap olmayacağımızı düşünüyorum. O da yeterdi zaten!
Şimdi diyeceksiniz ki “bu dediklerini daha biz gerçekleştiremedik, nerede kaldı ötesi?”
Eh, siz de haklısınız!
Her şeye rağmen cumhuriyetimizin 100.yılı kutlu olsun.
Öncesiyle sonrasıyla 20. ve 21. Yüzyıla yani düne ve bugüne damga vuran devrim, cumhuriyetle bedenlenen Türk Devrimi’dir.
Ve Atatürk’ün dediği gibi “bütün ümidim gençliktedir!”