BURSA ARENA / Haber Merkezi
Modernleşme çabalarının yoğunlaştığı Tanzimat Dönemi'nde tiyatro, Türk toplumunda önemli bir yer edinmeye başladı.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte devlet, özellikle kültürel alanlarda atılımlar yapmış, bu anlayış içerisinde kültürün yayılması, düşünce ve fikirlerin paylaşılması, ideolojilerin ve yeni rejimlerin benimsenmesi hususunda en etkili sanat dallarının başında tiyatro görülmüştü.
Gerçekten de II. Meşrutiyet ile Milli Mücadele Dönemlerinde "milli bilinç" oluşturma gayretlerinde tiyatronun önemli bir yeri olduğu söylenebilir.
Atatürk sonrası Türk tiyatrosunda değişim ve "devlet"in tiyatrosunun kuruluşu
Cumhuriyet Dönemi'nde "Türk Tarihi" ile ilgili eserler sahnelenmiş, bu bağlamda hem devletin teşviki hem de Atatürk'ün "Türk Tarih Tezi"nin etkisi ile Türk tarihine yönelik tiyatro eserlerinin sayısı artmıştı. Aslında Cumhuriyetle birlikte tiyatro, Atatürk'ün tarih görüşünü halka benimsetmek için adeta bir vasıta olarak kullanılmıştı.
Bu sihirli ve etkili sanat dalı Atatürk'ten sonra da devletin ilgi alanında kalmaya devam edecekti. Bilhassa Devlet Tiyatrosu'nun kuruluşundan sonra bir taraftan devlete bağlı ödenekli bir sanat kurumunun imkân bakımından güçlenmesi söz konusu olurken diğer taraftan "müdahaleler" kaçınılmaz olacaktı.
Siyaset-sanat ilişkisinin olumlu veya olumsuz sonuçlarının, en net yansıdığı kurum, şüphesiz "Devlet Tiyatrosu"ydu.
Zaman zaman bu müdahaleler ve buna eklenen kendi içindeki çekişmeler arasında tiyatro sanatını geniş kitlelere ulaştırmaya çalışan Devlet Tiyatrosu'nun, dönemlere göre geçirdiği aşamaları bir yazı dizisiyle yansıtıp, temel olması için de ilk olarak Türkiye’de modern tiyatronun gelişim serüvenine, yani "ilk"lere, doğru uzanalım istedik.
"İlk"ler…
Tanzimat Dönemi'nden itibaren önce sarayda sonra da toplumda yer edinmeye başlayan Batı tarzı tiyatronun ülkemizdeki gelişiminde, bu dönemin yenilikçi ve eğlenceye merakı ile de bilinen Padişahı Abdülmecit'in önemli bir yeri vardır. Bulduğu her fırsatta saraydan ayrılıp Beyoğlu'nda bulunan tiyatrolara giden Padişah'ın bu tavrı, toplumda çok hoş karşılanmıyordu.
Dedikodulara konu olan Sultan Abdülmecit, ister istemez söylentilerden etkilenmiş ve Beyoğlu'ndaki tiyatrolara gitmekten vazgeçmişti. Fakat tiyatroya ilgisi devam ediyordu. Sonunda bir çözüm buldu. Tiyatroya gitmek yerine tiyatroyu sarayına getirmeye karar verdi.
Dolmabahçe Sarayı'nın silahhanesinde Avrupalı mimarlara bir tiyatro binası yaptırdı. Tiyatro binası yapıldıktan sonra da yabancı sanatkârlar, padişah ve saray mensupları için burada temsiller vermeye başladılar.
Saraydaki tiyatronun Türk Tiyatrosu açısından dikkat çekici özelliği, burada yabancı sanatçılara mızıkaları ile eşlik eden ve "Hademe-i Hâssa" denilen Türk müzisyenlere yer verilmesiydi. Bunlar zamanla Batı müziğini öğrenerek yabancı sahne sanatçıları ile piyeslerde küçük roller almaya başladılar.
Bazen gizlice bir araya gelip saraydaki tiyatroda piyes temsilleri yapıyorlardı. Fakat gizlilik, onların suikast şüphesiyle takibe tabi tutulmasına neden oldu. İşin aslı ortaya çıkınca bu takibat sona erdirildi.
Bundan sonra da gençlerin hazırladıkları Türkçe piyes saraydaki tiyatroda oynandı. Büyük merak uyandıran Müslüman sanatçıların piyeslerde rol aldıkları haberi, kısa zamanda saray çevresinin dışına taşarak yayıldı.
Böylece ilk defa Müslüman oyuncuların sahneye çıkması Tanzimat Dönemi'nde saray çevresinde gerçekleşmişti. Batılı anlamda ilk Müslüman profesyonel tiyatro oyuncusu olarak bilinen Ahmet Necip Efendi, Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu'nda oynadı ve ilk Türk tiyatro adamı olarak değerlendirilen Ahmet Fehim Efendi ise yine bu dönemde görüldü. Hüsnü Bey, İsmail Hakkı, Mehmet Edip, Selim Bey, Mehmet Vamık, Mustafa Fazıl, İbrahim Efendi, Murat Efendi, M.Arif Efendi Tanzimat Dönemi'nde sahneye çıkan diğer Müslüman oyunculardı.
Başta Namık Kemal'in "Vatan" adlı piyesinde "İslam Bey" rolü için açılan müsabakayı kazanan Raşit Bey olmak üzere tiyatro sanatına ilgi gösteren ve sahneye çıkan Türk gençlerinin sayısı II. Meşrutiyet'ten sonra artış gösterdi.
Raşit Rıza Bey / Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
İlk defa yabancı dilde temsil edilen bazı piyeslerin Türkçeye çevrilerek sahnelenmesi yine Tanzimat Dönemi Türk tiyatrosuna ait bir özelliktir.
1857 yılında "Müsebbip" ve "Riyakâr" adlı eserlerin tercümesi ile Türkçe temsiller verilmesi fikri ön plana çıktı.
Bu düşüncenin yansıması olarak Naum Tiyatrosu'nda bir Ermeni tiyatro heyeti, İtalyancadan çevrilmiş "Don Grigoryo" adlı piyesle "Odun-kılıç" adlı bir komediyi Padişah Abdülmecit'in de hazır bulunduğu bir temsilde sahneledi.
Yine Agop Vartoviyana'nın (Güllü Agop) sahibi olduğu ve Türkiye'de bir tiyatro edebiyatının ortaya çıkmasında önemli bir yer edinen Gedikpaşa Tiyatrosu'nda 1869 yılında Türkçe piyeslerin temsiline başlandı.
Başta Türkçe yazılan ilk piyes olma özelliğini taşıyan Şinasi'nin "Şair Evlenmesi" olmak üzere, Namık Kemal, Ali Haydar, Ali Bey, Ebuzziya Tevfik, Recaizade Ekrem, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Manastırlı Rıfat, Hasan Bedrettin gibi yazarlar, verdikleri eserlerle bu dönemde bir tiyatro edebiyatının ortaya çıkmasına vesile oldular.
Ayrıca 1866 yılında yazılan ve Türkçe kaleme alınan ikinci piyes olma özelliğini taşıyan Ali Haydar Bey'in "Sergüzeşt-i Perviz" adlı eseri, Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelenen Mehmet Ali Bey'in yazdığı ve 1876 yılında Ahmet Mithat Efendi'nin "Ahz-ı Sâr" adlı Türkçe telif eserler, Türk tiyatro tarihine adlarını yazdırdılar.
Ebuzziya Tevfik Bey / Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
Böylece modernleşme çabalarının yoğunlaştığı Tanzimat'la birlikte Batı tarzı tiyatronun toplumumuzda yer edinmesine giden süreç başlamıştı.
Yapılan tiyatro binaları bunun en önemli göstergesi olarak ortaya çıktı. Öyle ki sadece Tanzimat'ın ilan edildiği yıl olan 1839'da İstanbul'da dört tiyatro açılmıştı.
Tiyatroya devlet desteği ve ödenekli bir tiyatronun oluşturulması fikri de ilk defa Tanzimat Dönemi'nde gündeme geldi. Hatta Sadrazam Âli Paşa'nın da desteği ile birden çok dilde temsiller veren bir devlet tiyatrosunun kurulması yönünde adımlar da atıldı.
28 Aralık 1869 tarihinde Sadrazam Âli Paşa'dan aldığı yetki ile Ali Suavi Efendi ve Türk, Rum, Bulgar ve Ermenilerden oluşan birkaç yüksek görevli bir toplantı yaptı.
Toplantı sonucunda bir tiyatro kurulması ve kurulacak tiyatronun adının da "Tiyatro-yı Sultani" olması kararlaştırıldı. Bu girişim neticelendirilemedi.
Zaten I.Meşrutiyet ve II. Abdülhamit'in yönetimi süresince Batı tarzı tiyatro alanında yakalanan ivme de durağanlaştı.
I. Meşrutiyet'le gelen durağanlaşma
1876 yılında tahta geçen II. Abdülhamit tarafından ilan edilen I. Meşrutiyet, "Osmanlıcılık" fikri ideolojisi altında parlamenter bir yönetimin uygulanması için büyük çaba harcayan Genç Osmanlıların umudunu arttırmıştı.
III. Selim'in meşveret meclisleri, II. Mahmut'un danışma kurulu niteliğindeki sürekli kurumları ve Tanzimat'ın üyeleri seçimle belirlenen meclisleri ile temeli atılan I. Meşrutiyet'in parlamenter sistemi, umutlar, beklentiler, sorular ve acabalar ile Osmanlı toplumunda karşılık bulsa da Osmanlı Devleti'nin yıkılışına giden süreçte son büyük felaket olan 93 Harbi, hem meşrutiyet sistemini nihayetlendirdi hem de devletin çöküşünün çok önemli bir halkası oldu.
II. Abdülhamit, 93 Harbi'nden sonra kendi sistemini yerleştirdi. Meşrutiyet taraftarlarının çoğu tutuklandı veya haklarında soruşturmalar açıldı. Bu ortamda fikir ve sanat hareketlerinin de dönemin ruhundan nasibini almaları kaçınılmazdı.
İlk yansımalar Gedikpaşa Tiyatrosu'nda oldu. Burada sahnelenen Ahmet Mithat Efendi'nin "Özdenler" adlı piyesi, Çerkesleri ayrılıkçılığa teşvik ettiği gerekçesi ile saraya jurnallendi. Piyes yasaklandı, Ahmet Mithat Efendi saraya alındı ve Gedikpaşa Tiyatrosu da belediye çalışanları tarafından yerle bir edildi.
Oysa II. Abdülhamit, sanatsever bir padişah olarak biliniyordu. Dönemi boyunca ağır bir muhalefetle karşı karşıya kalmış, tahta geçtiği günden itibaren dönemin şartlarının etkisi ile suikast korkusuyla yaşamış ve bu korku onun Dolmabahçe'yi bırakarak Yıldız tepesindeki saraya taşınmasına vesile olmuştu.
Sanata olan sevgisi ile de bu sarayda 1889 yılında Mimar Yanko'ya bizzat yerini belirlediği küçük bir tiyatro binası inşa ettirmişti. Abdülhamid'in sarayında "çarşamba" ve "cuma" akşamları temsillere ayrılmış ve bu temsillerde Türklerden oluşan saray mızıka trupu tarafından zaman zaman Türkçe dram, komedi bazen de operetler oynanmıştır.
Yine yabancı dilde temsiller veren, çoğunluğu İtalyan kökenli yabancı sanatçılardan oluşan bir tiyatro trupu da saraydaki tiyatroda devamlı statüde temsiller vermiştir.
Ayrıca Beyoğlu tiyatrolarına gelen tiyatro ekiplerinden II. Abdülhamit mutlaka haberdar edilmiş ve beğenilen temsiller Yıldız Sarayı Tiyatrosu'nda sahnelenmiştir.
II. Abdülhamit'in sarayındaki yabancı opera, operet heyetleri ve Türk trupu 1907 yılına kadar türlü değişiklikler geçirerek çalışmaya devam etmiş fakat Sultan Abdülhamit tahttan indirilince saraydaki tiyatro heyetleri de dağılmıştı.
Modern Türk tiyatrosunda yeniden canlanma ve gelişme
II. Meşrutiyet, sadece Türk siyasi tarihi ve parlamenter demokrasi açılarından değil aynı zamanda Türk tiyatro tarihi açısından da adeta bir çığır açan devirdir. Meşrutiyetin özgürlük ortamı içerisinde ev tiyatroları kurulmuş ve birçok tiyatro heyeti oluşturulmuştur.
Bu dönemde tiyatroya olan ilgi İstanbul'un sınırlarının dışına taşarak vilayetlere de sirayet etmeye başlamıştır. Hatta vilayetlerde gönüllü gençler tarafından amatörce de olsa tiyatro grupları oluşturulmuştu.
Selânik'te gençler tarafından Münakıt İbrahim Necmi Bey'in de dâhil olduğu bir trup meydana getirilirken İstanbul'da Paris'ten gelen Burhaneddin Bey'in kumpanyası, tiyatroda bir yer edinmeyi başarmıştı.
II. Meşrutiyet Dönemi'nde ayrıca Tanzimat Dönemi'nde de gündeme getirilen, tiyatronun devlet tarafından desteklenmesi fikri daha çok ön plana çıkmaya başlamıştı.
Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
İlk olarak 1908 yılının kasım ayında İstanbul'da resmi teşebbüs ve himayeden istifade edilerek bir Milli Tiyatro kurulması konusu gündeme geldi. 1912'de aynı amaç doğrultusunda "Osmanlı Tiyatro Kulübü" oluşturuldu.
Fakat hem bu hem de "Yeni Tiyatro", "İstanbul Kumpanyası" gibi diğer başarısız girişimlerden sonra Raşit Rıza Bey bir tiyatro trupu teşkil ederek Rumeli şehirlerine turneye çıkmış, Türk Devlet Tiyatrosu'nun kuruluşunda önemli katkıları bulunan Muhsin Ertuğrul Bey de İstanbul'da "Ertuğrul Tiyatrosu"nu oluşturmuştu.
Bu dönemde tiyatroya destek veren yapılanmalar vardır. Bunların başında Osmanlı Donanma Cemiyeti gelmektedir. Bir taraftan verdiği destekle küçük trupların ayakta kalmasını sağlarken diğer taraftan sahnelenen temsillerden gelir elde etmiştir. Böylece bir tiyatro heyeti oluşturan Donanma Cemiyeti, dönemin tanınmış sanatçılarını maaş karşılığında bu heyetin bünyesine almıştır.
İdeolojik altyapının çeşitlendiği II. Meşrutiyet Dönemi'nde "Milli Tiyatro" eserleri de rağbet görmeye başladı. Bu bağlamda "Vatan" kavramını ön plana alan milli anlayışa yönelik -başta Namık Kemal'in olmak üzere- çeşitli eserler sahneye konuldu.
Türkçülük ideolojisinin kurumsallaşmaya ve etkili olmaya başlaması ile de Aka Gündüz Bey'in "Yarım Türkler" ve "Muhterem Katil" adlı iki piyesi yayımlandı. Fakat hem tiyatro trupları hem de tiyatro ile ilgili yazılan piyeslerin bir düzen içerisinde ortaya çıkması "Dârülbedâyi"nin kuruluşundan sonra gerçekleşecekti.
Modern Türk tiyatrosunda bir dönüm noktası: "Dârülbedâyi"
Dârülbedâyi'nin kuruluşu, Türk modernleşmesi ve tiyatro tarihinin en önemli hadiselerinden birisidir. 1913-1914 yıllarında İstanbul Şehremini Operatör Cemal Paşa'nın, belediye işleri arasına konservatuar kurmayı dâhil etmesi ile Dârülbedâyi'nin kuruluşuna giden yolda ilk adım atıldı.
Konservatuar kurulması teklifi Belediye Meclisi tarafından kabul edildi ve bunun için de üç bin lira tutarında bir ödenek ayrıldı. Kararın ardından Paris'te Odeon Tiyatrosu'nda müdürlük görevinde bulunmuş olan Mösyö Antuan ile anlaşma yapıldı.
Dârülbedâyi'nin ilk edebi heyeti ve Mösyö Antuan / Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
Ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra 21 Mayıs 1330 (3 Haziran 1914) tarihinde Şehremini Cemil imzası ile içeriğinde ülkede tiyatro alanında mevcut bulunan boşluğun doldurulması amacı ile teşebbüse geçildiğinin belirtildiği bir tezkire yayımlandı.
Şehzadebaşında Letafet Apartmanı'nda kurulan Konservatuara "Dârülbedâyi-i Osmanî" adı verildi ve ilk müdürü, Mösyö Antuan oldu.
Dârülbedâyi, tiyatro ile musiki olmak üzere iki şubeyi kapsayacak şekilde teşkilatlandırıldıktan sonra da tiyatro bölümünün müdürlüğüne, Reşat Rıdvan Bey getirildi.
Türk tiyatro tarihinde bir dönüm noktası olan Dârülbedâyi-i Osmanî'nin, 27 Ekim 1914 tarihinde açılmasıyla Osmanlı Dönemi'nde Batı tarzı tiyatro alanındaki son önemli gelişme gerçekleşti.
Dârülbedâyi'de oynanan "Harap Yurt" adlı piyesin program kapağı (1921) / Kaynak: Lütfi Ay, "Türkiye'de Konservatuar Açılması Teşebbüsleri", Devlet Tiyatrosu Dergisi, Sayı:18, Aralık 1962
Birinci Dünya Savaşı'nda İttifak Grubunda yer alan Osmanlı Devleti, bu savaşın neticesinde tarihi misyonunu tamamladı.
Yerini, verdiği büyük bir bağımsızlık savaşı neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti alırken Osmanlı Devleti'nin Türk tiyatrosuna bıraktığı miras olan Dârülbedâyi-i Osmanî de 1934 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu adını alarak yaşamaya devam etti.
Tiyatroda bir başka ilk: Türk kadını tiyatro sahnesinde
Dönemin şartları göz önüne alındığında tiyatro tarihimizde adeta devrim niteliğinde bir uygulama ile Türk kızlarının konservatuara alınarak sahneye çıkmalarına olanak sağlanması Dârülbedâyi'nin öncülüğündedir.
İlk defa 1918 yılında Afife, Behire, Memduha, Beyza ve Refika hanımlar konservatuara öğrenci olarak kabul edildiler. Bunların içerisinden Afife Hanım, mümesilliğe terfi ederek mülâzım artist tayin edilme başarısını gösterirken Refika Hanım ise ikinci suflör olarak tayin edilmiştir.
Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
Afife Hanım aynı zamanda sahneye çıkan ilk Türk kadınıydı. 1920 yılında Apollon Tiyatrosu'nda Hüseyin Cahit Yalçın'ın "Yamalar" adlı oyununda "Emel" rolü ile sonra da "Tatlı Sır" ve "Odalık" oyunlarında sahne almıştı.
Fakat İstanbul Hükümeti Dâhiliye Nezareti, Müslüman kadınların sahneye çıkmasını yasaklayan bir genelge yayınlayınca Afife Hanım, bu genelgeye aykırı hareket ettiği için polis baskısı ve kovuşturması ile karşılaştı.
Afife Hanım, yasağa rağmen Şaziye Hanım'la birlikte Ferah Tiyatrosu'nda sahneye çıkmaya devam etti. Afife ve Şaziye Hanımlar, bir temsil esnasında polis tarafından sahneden indirildiler.
Beyazıt Polis Karakoluna götürülen kadın sanatçılar, "âdab-ı İslâmiye'ye mugayir hareket" etmekle suçlandılar.
Mahkemesi devam eden Şaziye Hanım bir fırsatını bulup Anadolu'ya geçerek burada sahneye çıkmaya devam etmiştir. Çünkü Anadolu'da kurulan yeni hükümet, bu tür hareketleri suç olarak görmemiş hatta desteklemişti.
1923 yılında İstanbul'da Kemal-Film Müessesesi Halide Edip Hanım'ın "Ateşten Gömlek" adlı romanını sinemaya almak için Türk hanım oyunculara ihtiyaç olduğuna dair bir ilan verdi. İlana Münire Hanım ve Aktör Muvahhit Bey'in eşi Bedia Hanım müracaat etmişlerdi.
İzmir'e giderek orada Mustafa Kemal Paşa'nın da verdiği destekle sahneye çıkmışlar ve İstanbul'a dönünce de Muhsin Ertuğrul'un Raşit Rıza'nın ve diğer bazı sanatçıların Fransız Tiyatrosu'nda temsil ettikleri "Othello"da yer almışlardır.
Bu kadınların açtığı yoldan Cumhuriyet Dönemi'nde başka kadınlar da ilerlemiştir. Cumhuriyetle birlikte yasakların kaldırılarak gerçek manada idarenin desteği ile Türk kadınının sahneye çıkmasına olanak sağlanmıştır.
Cumhuriyetle birlikte tiyatro anlayışı ve milli tiyatro
Milli Mücadele Dönemi'nde tiyatro, bir taraftan halkın bilinçlendirilmesi için kısıtlı da olsa bir araç olarak kullanılmaya devam ederken diğer taraftan ahlaka aykırı tiyatro ve sinema gibi gösterilerin yasaklanmasına dair Meclise önergeler verilmiş ve bu yönde kararlar alınmıştır.
Tiyatronun dine aykırı olduğu yönünde iddialar da ortaya atıldı. Fakat aynı zamanda ülkenin sanat yönünden fakirliğini, tiyatronun önemini dile getiren ve "…tiyatrosu yok, musikisi yok, bediiyatı yok, yok, yok. Memleket her şeyden fakirdir... Arkadaşlar biz, bunun önünü almalıyız. Memlekete biraz da irfan, biraz da ruh, tiyatro, musiki sokmalı" diyen Kütahya Milletvekili Besim Atalay Bey gibi milletvekilleri de oldu.
Gerçekten de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte kültürel alanlarda yapılan atılımlar çerçevesinde kültürün yayılması, düşünce ve fikirlerin paylaşılması, ideolojilerin ve yeni rejimlerin benimsenmesi hususunda en etkili sanat olan ve II. Meşrutiyet ile Milli Mücadele dönemlerinde "milli bilinç" oluşturma gayretlerinde önemli bir yeri bulunan "tiyatro"ya ayrı bir önem verildi.
Sadece kadınların değil aynı zamanda erkeklerin de sahneye çıkmasını günah sayan yaklaşım, yerini tiyatronun bir eğlence yeri değil bir kültür yuvası olduğu anlayışına bırakmaya başladı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kültür politikalarının da bir sonucu olarak tiyatro, Avrupai kültürün merkezi konumuna getirildi ve oyunculuk ciddi bir meslek olarak kabul gördü.
Seyirci önemsendi, tiyatronun ihtiyaç duyduğu elemanların yetiştirilmesi için okullar açıldı, yeni kurumlar oluşturuldu, tiyatro sayısı arttırıldı ve buna bağlı olarak sanatçı kadrosu genişletildi.
Sanatçıya, değer verildi. Bu değer bizzat ülkenin kurucusu ve lideri tarafından sözlerle de ifade edildi.
Mustafa Kemal Paşa'nın, 10 Haziran 1926 tarihinde Bursa'da Raşit Rıza ve Muvahhit Beylere hitaben söylediği sözler:
Sizleri çok takdir ederim. İnkılâbımızda sizin de çok önemli hizmetleriniz vardır… Sizin vatana en büyük hizmetiniz Anadolu'muzu baştanbaşa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. Turnelerinize düzenli olarak devam ediniz.
Yine 1930 yılında Dârülbedâyi sanatçılarına hitaben söylediği çok bilinen "Efendiler, Hepiniz mebus olabilirsiniz… Vekil olabilirsiniz… Hatta Reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız" şeklindeki sözleri sanata ve sanatçıya verilen değerin dile gelmiş haliydi.
Atatürk, yeni devletin ideolojisi başta olmak üzere yönetimin yaptığı inkılâpların halka ulaştırılmasında tiyatroyu etkili bir araç olarak gördü. Bu çerçevede tiyatrodan yararlandı.
Tiyatro yazarlarına piyesler sipariş ettirdi. Bazen bu eserler üzerinde gerekli gördüğü yerlerde düzeltmeler de yaptı.
Münir Hayri Ege'ye sipariş verdiği ve kendi hayatının sembolleşmesini istediği "Bayönder" adlı eserde bizzat Atatürk tarafından el yazısı ile yapılan düzeltmeler vardır.
Yine İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Türkiye'ye gelişi nedeniyle Türk-İran dostluğuna vurgu yapan "Öz Soy" ve Türklerin Orta Asya'dan göçünü anlatan "Akın" Atatürk'ün sipariş ettirdiği eserler arasındadırlar.
Bazı tiyatro eserlerinde Atatürk tarafından yapılan düzeltme ve eklenen notlara dair örnekler / Kaynak: Pınar Kolukısa, "MustafKemal Atatürk'ün Tiyatro Çalışmaları", Devlet Tiyatrosu Dergisi (Cumhuriyetin 50.yılı Özel Sayısı), Sayı: 57, Ekim 1973, s. 6-9
1930'lu yıllarda, Atatürk'ün "Türk Tarih Tezi"nin yansımasının bir sonucu olarak Türk tarihi ile ilgili eserlerin sahnelenmesinde devletin teşvikleri oldu.
Buna bağlı olarak da 1932 yılından itibaren Türk tarihine yönelik tiyatro eserlerinin sayısı artacak ve tiyatro, Atatürk'ün tarih görüşünü halka benimsetmek için kullanılan vasıtalardan birisi haline gelecekti.
Türk tarihi ile ilgili Atatürk döneminde ortaya konulan tiyatro eserleri arasında; "Mete", "Akın", "Özyurt", "Çoban", "Öz Soy", "Sümer Ülkerleri", "Atilla'nın Düğünü", "Attilâ", "Timurhan", "Hakan" gibi oyunlar vardır.
Bu eserler ve yönetimin desteği ile yapılan çalışmaların sonucunda milli bir tiyatro repertuarı ortaya çıkartılmıştır.
İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda "Akın" piyesinin temsilinden bir görüntü. Başrolde "İstemi Han" rolüyle Muhsin Ertuğrul vardır / Kaynak: Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934
Atatürk döneminde tiyatroya, halkın yüzde 80'ini oluşturan köylüyü eğitmek gibi bir rol de verildi. Bu çerçevede 19 Şubat 1932 tarihinde kurulan Halkevlerinin dokuz şubesinden birisi "Köycülük" olarak belirlendi.
Temsil şubesi, sadece tiyatronun köylere ulaştırılmasına vesile olmadı aynı zamanda köyü konu alan piyeslerin yazılmasında da öncülük yaptı.
Bu türden piyeslere, Ferit Ragıp Tuncor'un, sonradan gördükleri ile köyünü unutan bir delikanlının hayatının yansıtıldığı ve köye sevginin vurgulandığı "Köye Dönüş" önemli bir örnektir.
Eser, Cumhuriyet yönetiminin köylüye saygı ve köylüyü eğitme hedefine uygun bir tema üzerine kurgulanmıştır.
Bunun dışında bizzat Atatürk'ün üzerinde düzeltmeler yaptığı "Köy Muallimi", Reşat Nuri'nin Halkevinde oynanması için yazdığı "Bir Yağmur Gecesi", Tarık Emin'in kaleme aldığı "Bu Toprak İçin" ve Ziya Gökalp'in "Halka Doğru" tezi ile ortak paydada buluşan Rakım Çalapala'nın "Köyden Gelen Ses" bu dönemin köy üzerine yazılan ve sahnelenen piyeslerinden sadece birkaçıdır.
Atatürk'ün ölümünden sonra ise güzel sanatların diğer alanlarında olduğu gibi tiyatroda da daha çok "hümanizma" temalarının işlendiği eserlerin sahnelenmesine ağırlık verilecek ve bu anlayışın sonucu olarak tiyatroda oynanan oyunlar, genellikle Batı klasiklerinden seçilmeye başlanacaktı.
Kurumsallaşma yönünde bir diğer önemli adım olarak da Türk Devlet Tiyatrosu'nun kuruluşu gerçekleşecekti.
...
Kaynaklar:
• Makale ağırlıklı olarak Zehra Aslan'ın, Türkiye'de Devlet Tiyatrosu'nu Yaşatmak" adlı eserinden derlenmiştir. Bkz. Zehra Aslan, Türkiye'de Devlet Tiyatrosu'nu Yaşatmak, Sahhaflar Kitap sarayı, İstanbul 2013.
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2006, s.705.
Bilal Elbir; Ömer Kararkaş, "Cumhuriyet Dönemi Türk Kültür ve Edebiyatında Hümanizmin Etkileri", Türkish Studies, Volume 2/4, 2007.
Can Gürzap, Perde Arkasından Devlet Tiyatrosu Gerçeği, Remzi Kitabevi, 2012.
Dikmen Gürün, "1950'ler ve Tiyatro Sanatının Yönelimleri", Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 28: 2009.
Enver Töre, "Atatürk ve Sonrası Dönemi Tiyatro Faaliyetleri", Tükler, C.18, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Lütfi Ay, "Atatürk ve Tiyatro", Devlet Tiyatrosu Dergisi (Cumhuriyetin 50.yılı Özel Sayısı), Sayı: 57, Ekim 1973.
Lütfi Ay, "Türkiye'de Konservatuar Açılması Teşebbüsleri", Devlet Tiyatrosu Dergisi, Sayı:18, Aralık 1962.
Metin And, Başlangıcından 1983'e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2011.
Müzeyyen Buttanrı, "Atatürk'ün Tarih Tezinin Devrindeki Tarihi Tiyatro Eserlerine Yansıması", Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı:2, Aralık 2002.
Pınar Kolukısa, "Mustafa kemal Atatürk'ün Tiyatro Çalışmaları", Devlet Tiyatrosu Dergisi (Cumhuriyetin 50.yılı Özel Sayısı), Sayı: 57, Ekim 1973.
Refik Ahmet Sevengil, "Yıldız Sarayı Tiyatrosu", Devlet Tiyatrosu Aylık Sanat Dergisi, Sayı:13, Aralık 1953.
Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi (Yakın Çağlarda Tiyatro), II. Cilt, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934.
Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi, I. Cilt, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934.
Selçuk Çıkla, "1923-1950 Yılları Arasında Yazılan Köyü ve Köylüyü Konu Edinen Piyesler", Milli Eğitim, Sayı: 175, Yaz 2007.
Sevda Şener, Cumhuriyet'in 75.Yılında Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998, s.100.
T.C. Resmi Gazete, Sayı: 2743, 4 Temmuz 1934.
T.C. Resmi Gazete, Sayı: 2743, 4 Temmuz 1934, s.4090; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: İnikat: 50, Cilt:1, 13.05.1940.
T.C. Resmi Gazete, Sayı: 4517, 24 Mayıs 1940.
Tahsin Konur, "Cumhuriyet Döneminde Devlet-Tiyatro İlişkisi", Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi Makale Bilgi Sistemi, 16.03.2010.
Tahsin Konur, Devlet Tiyatro İlişkisi, Dost Kitabevi, Ankara 2001.
TBMM Tutanakları, C:1, İ:22, 08.04.1338.
TBMM Tutanakları, C:2, İ:64, 28.06.1338.
TBMM Tutanakları, C:2, İ:64, 28.06.1338.
TBMM Tutanakları, C:3, İ:55, 14.02.1341.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: VIII, İnikat: 21, Cilt: 3, Toplantı: 1, 23.12.1946.
Teoman Yazgan, Örnek Bir Cumhuriyet Kurumu Devlet Tiyatrosu Tatbikat Sahnesi ve Sonraki Yıllar, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Yayını, Kasım 2009.
Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, II. Baskı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2005.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Prof. Dr. Zehra Aslan / Independent Türkçe