Hilafet ve İngiltere İslam Cemaati
Gazi Cumhurbaşkanımıza Gönderilen Bir mektup Hilafet sorununa ilişkin İngiltere İslam Cemaati Başkanı Ağa Han ve Emir Ali tarafından Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya gönderilen 24 Teşrinisani 1923 tarihli mektubu (Tanin’deki çevirisi)
1-Yeni Türkiye'nin samimi dostları, dünyanın bağımsız milletleri arasında tam bağımsızlık konusundaki amaçlarının ve çabalarının övenleri olarak; Büyük Millet Meclisi'nin dikkatini, izninizle; halifenin, Sünni mezhepten oluşan büyük nüfus üzerindeki durumunun şu anki belirsizliğine çekmek arzusundayız.
Halifenin şeref ve etkisinin azalması yüzünden İslamiyet'in manevi gücüne ve bağlarına bir zayıflığın baskın olduğuna dikkat çekiyoruz. Bazı nedenlerden dolayı bu konuda örnekler vermek istemiyoruz. Fakat bu bir özel gerçektir [1] .
2-Söylemeye bile gerek yoktur ki Sünni mezhebinde halifelik makamı, Müslüman halkı, büyük bir topluluk hâlinde diğerlerine bağlayan bir bağdır. Halifelik makamının dış saldırılar ile tehlikeye düştüğü zamanlarda, bütün dünyada Müslümanlık duygusu coşmuş ve Hindistan Müslümanları Türklerin bağımsızlıkları yönünde mücadele ederek İslam toplumunun sembolü olan hilafet makamını yok olmaktan kurtarmak görevini yaptıklarını sanarak Türk milletine sevgi ve yardım etmişlerdir.
O nazik zamanlarda Türklerin davasını ateşli biçimde savunduk. Trablusgarp Savaşı'ndan beri bir İngiliz İslam Cemiyeti, Türk milletinin acılarını ve sorunlarını azaltmak için bütün gücünü ve çalışmasını ortaya koydu. Bu yüzden, bütün Müslümanlarla birlikte ilgilendiğimiz bir sorun hakkındaki istek ve önerilerimizin hükümetinizce hoş karşılanıp dikkate alınacağına eminiz [2].
3-Önerilerimizden, milletvekillerine dayalı yönetimi aşağı düzeyde gösterip hafife aldığımız anlaşılmamalıdır. Saygıyla istediğimiz şey, Sünni âleminin din başkanlığı makamının şeriat kurallarına uygun biçimde dokunulmaz yapılmasıdır.
Fikrimizce, halifelik makamının yetkisini kısmak veya Türk siyasal yapısı içinde hilafet makamının bir dinsel yaptırım olduğu niteliğinin yok edilmesi (Türk devlet yapısı içindeki dinsel nitelikli halifelik makamının kaldırılması); İslamiyet'in yeryüzünde sahip bulunduğu manevi kuvvetinin çöküşüne yol açar ki bunu ne Büyük Millet Meclisinin ne Reis Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin onaylamayacaklarından eminiz [3].
4-Düşüncemize göre, halife, Sünni cemaatin birliğini temsil eder. Türk milletinin bir ferdinden ve kurucu milletin soyundan olması, Türkiye'nin İslam milletleri arasında üstün bir konumda olmasını sağlar [4].
5-On dört yüzyıldan beri, Sünni mezheplerinde ortak bir din kuralı olarak kabul edilen ilkeye göre Peygamberin vekili olan halife Sünnilerin imamı olduğundan, Sünniler arasında bağlantıyı yaratmakla varlık kazanmıştır. Bu ilke, İslam dünyasında bir nifak çıkartmaksızın Müslümanların düşüncesinden atılamaz [5].
6-Yüce makamınızın bildiği üzere, halifenin maddi kuvvetlerini yitirmiş olduğu zamanlarda bile İslam hükümdar ve reisleri milletlerini yönetebilmek ve halkı ibadete yönlendirmek için halifeye bağlı kalıyorlardı.
İslamiyet'in büyük bir manevi güç olarak kalması için halifelik makamının konumu ve şerefi hiçbir zaman papanın yerinden ve onurundan daha düşük olmamalıdır [6].
7-Bu ve buna benzer kuvvetli sebeplerden dolayı, biz Türkiye'nin hakiki dostları sıfatıyla Büyük Millet Meclisinin ve Türkiye'nin büyük ve aydın ulularından ve önderlerinden saygıyla isteriz ki:
Halifelik makamı, İslam topluluklarına güven ve saygı verecek ilkeler çerçevesinde İslamiyet'in manevi ve dinsel dayanışmasını korumaya hizmet eder bir duruma getirilsin. Bundan Türk devletinin kuvvet ve onuru da artacaktır.
İmzalar: Ağa Han-Emir Ali [7].
İkinci bir çevirisi olan mektup İngiltere’nin direktifleri ile hazırlatılmış Türkiye Cumhuriyetine direktif verir tarzda kaleme alınmıştı. Sünni mezhebinin temsilciliği ifadesi ise sık sık vurgulanıyordu. Halifeliğin sadece bir mezhep temsilciliği anlamına gelmediğini bilmemek saflık olurdu. Laik Türkiye Cumhuriyeti din elden gidiyor gibi yalanlara kulak asmıyordu ve İngiltere’nin aklına da ihtiyacı yoktu. Bunu anlayan İngiltere de her fırsatta Türkiye’ye güçlük çıkartacaktı.
Halifelik konusunda yapılmak istenen vurgunculuğu bu mektup çerçevesinde özetledikten sonra o yıllarda İngilizlerin teşviki ile çıkartılan isyanlara tekrar dönebiliriz:
7 Ağustos 1924 tarihinde Han Gediği olayı ile Nasturilerin Hakkâri'de ayaklanması, Hükümetin dikkatini bölgeye çekmiş, misyoner kılığındaki İngiliz subaylarının örgütledikleri Nasturilerin ÇAL (Çukurca), Oramer Çölemerik, Beytüşabab ve Habur suyu civanndaki ayaklanmaları üzerine Cafer Tayyar Paşa 14 Ağustos 1924'de ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmiş, isyanı bastırmak için bölgeye gönderilen birlikler faaliyette iken 4 Eylül günü; Yüzbaşı İhsan, Teğmen Vanlı Hurşit, Teğmen Rasim, Teğmen Ali Rıza ve Teğmen Tevfık 270 er ile birlikte, 10 otomatik ve 300 tüfekle firar edip, isyancılar tarafına katılmışlardı [8] .
4 Ocak 1925 günü Şeyh Sait Şuşarın Gökoğlan Bucağı'nın Kırıkhan köyünde bazı aşiret reisleri ile bir toplantı yapmış, toplantı sonunda bir bildiri yayınlanmıştır. Piran'da mahalli jandarma, aranmakta olan asker kaçağı şeyhin iki adamını tutuklamaya kalkınca, jandarmalarla şeyhin adamları arasında çıkan çatışmada bir jandarma erinin şehit olması isyanın öne alınmasına sebep olmuştur. Bu tarihte isyan fiilen başlamıştır. Şeyh Sait olayı, müteakip 14 Şubat 1925 tarihinde Emir-ü-l Mücahiddin Muhammed Sait Nakşibendi [9] imzası ile, daha önce hazırlanan beyannamelerle birlikte dağıtılmış, 16 Şubat 1925'de kendisine katılan Asilerle birlikte Genç'in merkezi Darahini'ye gitmiştir [10]. 13 Şubat 1925'de başlayan Şeyh Sait ayaklanması, 15 Nisan 1925 tarihine kadar iki ay devam etmiştir, isyan kısa zamanda Genç, Çabakçur, Muş, Diyarbekir, Elazığ, Tunceli, Palu, Çermik Silvan dolaylarına yayılmıştır. İsyanın Çabakçur cephesinde, Melekanlı Şeyh Abdullah, Diyarbekir cephesinde bizzat Şeyh Sait, Maden Cephesinde, Şeyh Saitin kardeşi Şeyh Abddurrahim, Siverek cephesinde Şeyh Eyüp, askerlere komuta etmekte idiler. 7. Kolordu Komutanı Mürsel Paşa bir yandan gerekli tedbirleri alırken diğer yandın şeyhi isyandan vaz geçirmek için, O'nun güvendiği kişileri nasihat heyeti olarak kendisine göndermiştir Bunu 21 Şubat günü Piran'ın hükümet kuvvetlerince geri alınması takip etmiştir. Şeyh Sait bunun üzerine isyandan vaz geçme eğilimi göstermiş, fakat, çevresindeki ele başlarından Ömer Faro ile Liceli Abdülsamed'in tehdidi altında kalarak isyana devam etmiştir. Cumhuriyet Hükümeti, 21 Şubat günü bölgede sıkı yönetim ilân etmiş, B.M. Meclisinde Hiyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılmış, yeterli hassasiyeti göstermediği kanaati ile Başbakan Fethi Okyar istifaya zorlanmıştır. 12 Mart 1925'de istifası kabul edilen Okyar’ın yerine 24 Mart 1925'de İsmet Paşa Başbakanlığa seçilmiş ve hükümeti kurmuştur. Bu hükümet zamanında sıkı yönetim ilânı, Takrir i Sükûn Kanunu çıkarılmış İstiklâl Mahkemeleri ihdas edilmiştir [11].
Bu tarihten önce 7 Mart 1925'de Şeyh Sait kuvvetleri ile Diyarbekir önlerine gelmiş, Diyarbekir'e saldırmış, bu saldın 11 Mart'ta tekrarlanmış, fakat her iki saldırıda geri püskürtülmüştür. 24 Mart'ta Ordumuz genel tenkil hareketine girişmiş, Ordu Müfettişi Kâzım Paşa (Orbay), Kolordu komutanı Mürsel Paşa (Bakü), Tümen komutanı Osman Paşa, Fırka Komutanı Kâzım Paşa (Dirik) ile Cemil Cahit (Toydemir) Paşa harekâtta görevlendirilmişlerdir. 23 Mart'ta Hınıs'a giren Osman Paşa 24 Mart'ta kasabadan asileri çıkarmıştır, isyan liderlerinden Hasananlı Halit ve Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza, Kerem İran'a kaçmışlardır. Devlet güçleri daha sonra Piran ve Maden'e girmişlerdir. 1 Nisan'da Hani, 6 Nisan'da Palu, 8 Nisan'da Çabakçur, 12 Nisan'da Darahini asilerden temizlenmiştir. Nisan ortalarında çözülen isyancılar takip edilip, isyan elebaşlarının çoğu ele geçirilmiş, 14 Nisan'da bozgunu sezen Şeyh Sait; İran'a kaçmak isterken, Kayınbiraderi Binbaşı Kasım'ın İhbarı Sonucu, Vartonun Çarbohor mevkiinde diğer asilerle birlikte yakalanmıştır. Bu yakalanışta, Kayınbiraderi Kasım bey kadar, Muş-Bitlis güzergâhını kullanıp, kaçmasına firsat vermeyen Muş halkının da fonksiyonu büyük olduğu için, isyancıların Muş halkına karşı husumetleri hâlâ devam edip gelmektedir [12].
Daha sonra Doğu Anadolu'daki gelişmelerde İstanbul basını ile İngilizlerin, rolü olduğu anlaşıldı. Cumhuriyet'in ilk günlerinde, İstanbul'daki İngiliz Elçiliği raporlarıyla İstanbul gazetelerinin yazılarını yan yana koyup karşılaştırınca insan şaşırıp kalınıyordu. Kim kimden esinleniyor pek belli değil ama iki taraf da ağız birliği yapıyor ve Cumhuriyet'i acımasızca hırpalıyordu. İngiliz diplomatları. "Türkler savaşta birleşir, barışta birbirine düşer" gibi düşünceler ve beklentilerle hareket ediyordu. Elçi Lindsay, Türkiye'de Cumhuriyet rejiminin pek uzun ömürlü olamayacağı, Ankara'nın da başkent olarak kalamayacağı mesajını veriyor, dolayısıyla Ankara'da büyükelçilik açılmamasını savunuyordu. Lindsay, Türkiye Cumhuriyeti'ne birkaç yıllık ömür biçiyordu!..[13]
Sonuç
Şeyh Sait ayaklanması, İngiltere'nin Musul tezini güçlendirmiş, İngiltere'ye yaramıştır. Ayaklanma bastırıldıktan sonra Milletler Cemiyeti Meclisi, 16 Aralık 1925 tarihinde Musul konusunda İngiltere'nin isteği doğrultusunda bir karar aldı. Yani Musul vilayetinin Irak'a bırakılmasına karar verdi. Türkiye, Musul için İngiltere'ye savaş açabilecek durumda değildi; çaresiz, Milletler Cemiyeti kararını kabul etmek durumunda kaldı. 5 Haziran 1926'da, Ankara'da, Türkiye-İngiltere ve Irak hükümetleri arasında Hudut ve İyi Komşuluk İlişkileri Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma üzerine İngiltere'nin Türkiye'ye karşı düşmanca davranışları ve kışkırtmaları azaldı. Türkiye-Irak sınırında nispi bir güvenlik sağlanmış oldu [14].
__________________________
Hilmi Özden, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2019 Cilt 3 Sayı 6
__________________________
Kaynaklar
Kalafat Y (1992). Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınevi, Ankara.
Şimşir B (2009). Kürtçülük II (1924-1999), Bilgi Yayınevi.
Toplu A (1996). Tarih İçindeki Anadolu Sakinleri ve İsyanlar-Ayaklanmalar, Ocak Yayınları, Ankara.
Zelyut R (2017). İstiklal Mahkemeleri (Meclis Tutanakları), Kripto Yayınları, Ankara.
[1] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 220.
[2] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 221.
[3] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 222.
[4] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 222.
[5] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 222.
[6] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 223.
[7] Rıza Zelyut, a. g. e., s. 223.
[8] Abdülhadi Toplu, Tarih İçindeki Anadolu Sakinleri ve İsyanlar-Ayaklanmalar, Ocak Yayınları, Ankara, 1996, s.354-355.
[9] Şeyh Sait ve benzerlerinde bahsi geçen sözde Nakşi isyanlarının Türkistan Ahmet Yesevî ve Şah-ı Nakşibendî geleneğine bağlı Nakşilikle herhangi bir ilgisi kalmamıştı. Sadece feodal ve politik bir yapılanmaya dönüşmüştü. Kolaylıkla emperyalist devletlerce kullanılabilmişlerdir. Maalesef belgesiz ve araştırmacı tarihçi olmayan Necip Fazıl Kısakürek’e göre Doğu Anadolu’da çok etkili bir Nakşi şeyhidir ve son devrin din mazlumlarındandır.
[10] Abdülhadi Toplu, a. g. e., s.355-356.
[11] Abdülhadi Toplu, a. g. e., s. 356-357.
[12] Abdülhadi Toplu, a. g. e., s. 357-358.
[13] Bilal Şimşir, a. g. e., s.26-27.
[14] Bilal Şimşir, a. g. e , s.31.