Epeydir Ankara’ya gitmemiştim. 40 yıl yaşadığım bu kentte hayli hareketli, hayli renkli bir hayatım oldu. Şimdi doğada bitki-ağaç üretiyor, turizmin havasını soluyor, deniz ve balık peşinde koşar görünüyorum ama, siyasetten de uzak duramıyorum işte. Hala yazıyor, çiziyor, izliyorum. Gazeteci olunmaz doğulur lafını, öyle de ölünür sonucuna uzatıyorum anlayacağınız.

Seçim bitti. Cumhurbaşkanı ve yeni mebuslar yemin ettiler. 1961’den bu yana hepsini takip etmiş bir gazeteci olarak, bu seferkini de göreyim istedim. Malum yaş 80’i geçti. Beş yıl sonrasını görebilir miyim bilemem. Onun için Ankara’ya gitmeye, Başkent’in havasını koklamaya, törenleri kuşbakışı izlemeye karar verdim. Uçak fiyatları da öyle pahalılaşmış ki, havayolu şirketleri de öylesine tok satıcı haline gelmişler ki anlatamam. Bir kere yeterli uçak koymuyorlar, ihtiyaca uygun tarifeler yapmıyorlar, öylesine fiyatlar çakıyorlar ki, altından kalkabilene aşk olsun. Eskiden keyfe keder gider gelirdik İstanbul-Ankara’ya, artık mecbur kalmadıkça uçağa binmeyiz herhalde.

Bir yere gideceksiniz ama uçak yok. Varsa da yer yok. Bu durumda hala havaalanı sayısını arttırmakla öğünüyoruz. Şu turizm bölgelerine gidip-gelen uçak sayılarını arttırsak ya.. Bilet fiyatlarını da bir miktar düşürmeliyiz. Gerçi beyaz peynirin 250 lira olduğu, maydanozun 10 liraya satıldığı, bir şişe suyunun 10-15, havaalanlarında 25 liraya içildiği bir ülkede yaşıyoruz. Uçaklar suyla havalansa kolay, ama benzin öylesine pahalı ki, adamlar da zam üstüne zam yapmak zorunda kalıyorlar biletlere. Her neyse pahalı mahalı geldik Ankara’ya. İşte hayat boyunca para değil dost biriktirmenin mükâfatını gördüğüm Ankara... Eş, dost, arkadaş, kardeş tüm sevenlerim ve sevdiklerim kucakladılar beni. Sağolsunlar ayağımı yere bastırmadılar desem yeridir. En güzel otellerinde yatırdılar, en güzel restoranlarında yedirdiler, şehrin tamamını gezdirdiler, yeni yapılan yer ve bölgeleri gösterdiler. Amma da değişmiş, büyümüş ve güzelleşmiş Ankara. Şehir bakımlıydı, yollar çok iyiydi, her yer tertemizdi. Kim ne derse desin Mansur Başkan iyi bakmış Ankara’ya. İki aydan fazladır deprem bölgesinde ve seçim kampanyalarında dolaşmasına rağmen, işler pek aksamamış. Melih Gökçek’in tweet’lerine bakarsanız Ankara bitmiş, arayanı soranı yok. Öyle değil, öyle de görmedim..

Yeni seçilmiş genç ve heyecanlı milletvekillerine rastladık her yerde. Parlamento’nun üçte ikisi yenilendi sayılır. Bir arkadaşımın torunu da mebus olmuş. Kutladım onu, elimi öptü. İşte o zaman ihtiyarladığımı bir kere daha anladım. Milletvekillerinin yemin töreni hadisesiz ve güzel geçtiği için hepimiz memnun olduk. CHP’nin şemsiyesi altında meclise giren 40 kişi, sağanak yağmura rağmen ortalıkta fiyakalı, alımlı çalımlı geziniyorlardı. Şu sıralarda en kıymetli mebus onlar. Anayasa değişikliğinde kapıları çok sık çalınacak, çok parlak teklifler alacaklar.

Cumhurbaşkanının yemin töreni, mebuslarınkine göre çok renkli, çok gösterişli, çok “itibardan tasarruf olmaz” çizgisinde geçti. Geçmişte İngiltere Kraliçesinin taç giyme töreninin filmini seyretmiştim. Bir miktar ona benziyordu. Asfalt yolda intizamla yürümeye çalışan atlı polisler, gelin arabası gibi karanfillerle süslenmiş zırhlı Mercedes’in içinde halkı eliyle selamlayan Erdoğan ve yollara karşılıklı dizilmiş vatandaşların onu ve konvoyunu çiçek yağmuruna tutuşları... Havaalanından şehre kadar her yerde Türk bayrakları ve Erdoğan’ın posterleri görülüyordu. Kızılay-Çankaya-Çayyolu iyi ışıklandırılmış, tüm direklere Erdoğan posterleri asılmış. Hele Çankaya’daki Atakule kırmızı projektörlerle tepeden aşağı renklendirilmişti.

Yeminden sonraki konuşması ile yeni Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı konuşma, eski Erdoğan’ın söylemlerinden çok farklıydı. 85 milyonun hepsini kucaklayacağını, herkese eşit davranılacağını söylüyordu. O sek, çok keskin, sert Erdoğan gitmiş, yerine şekersiz ama tatlandırıcılı bir Erdoğan gelmişti sanki. (Light veya Zero gibi).. Anıtkabir’deki konuşması da hayli ılımlı, öncekilere nazaran hayli saygılı ve çerçeveli idi.

Son günlerde Erdoğan’da değişiklikler görülüyor. Yeni Hükümeti de o inatçı, dediğim dedik-çaldığım düdük, her şeyi bilen Erdoğan değil de, daha ılımlı-daha sakin-daha etraflıca düşünen bir Erdoğan kurdu sanki. Keskin ve sonsuz biatçıların yerine daha ılımlı, daha aklı başında, konusuna hakim ve bürokrat ağırlıklı bakanları getirdi. Mehmet Ersoy ile Fahrettin Koca gibi iki başarılı bakanını, istememelerine rağmen tekrar görevlerinde tuttu. MİT’in başına İbrahim Kalın’ın tayini çok isabetli oldu. Kalın çok donanımlı, mütevazi, perde arkasında durmasını iyi bilen bir bürokrat. Saz çalar, türkü söyler, yağız bir Anadolu çocuğu..

Erdoğan’ın yemin töreni nedeniyle Ankara’nın tüm otelleri doluydu.78 ülkenin temsilcileri misafir olarak gelmişlerdi Başkent’e. Afrika’dan daha çok davetli vardı.

Kaldığım otelde bazılarıyla tanıştım. Adını duymadığım, haritada bulmakta güçlük çektiğim yerlerden gelenleri gördüm. Ama en uzaktan gelen Venezuela Başkanı Maduro idi. Maduro ile Erdoğan çok sıkı arkadaşlar. Ankara’da konuklardan, törene katılacaklardan, yemin edeceklerin aile ve yakınlarından çok koruma polisi vardı. Her taraf polis kaynıyordu. Yakın korumalara damat gibi lacivert elbiseler giydirmişler, siyah gözlük takmışlar, kravatları ve ayakkabıları çok şıktı doğrusu. Ama onların dışındaki polisler harbe gidiyorlardı sanki. Tam teçhizatlı, silahlıydı hepsi. Tatbikat kıyafetleri üzerlerindeydi.

Ağır yaralı muhalefete, darmadağın olan altılı masaya, şaşkınlığını atmaya çalışan İyi partililere, aldıkları sonuca kendileri bile şaşan MHP’lilere ve gözümüzün içine baka baka Meclise dalan tarikat yanlısı ve terör sabıkalısı Hüda-Par’lılara pek rastlamadım. Fırıldak Kubi’lere taş çıkartan dönek siyasetçileri de ben görmezden geldim.

CHP’lilere gelince, onları sadece ben değil, yemin törenine katılma imkânı olmayan kimseler de göremedi. Hepsi kendi dertlerine düşmüş, toplantıdan toplantıya koşuyorlardı çünkü. Nasıl AKP milleti ikiye bölmüş, şimdi toparlamaya çalışıyordu. CHP de aynı durumdaydı. Parti “Kemal gitsin- Kemal kalsın” diyenlerce ikiye bölünmüş, kararsız Kemal ortada kalmış, durumu kurtarmaya çalışıyordu. Siyaset böyle bir şey işte. Dün Kılıçdaroğlu’nun peşinde “Sayın Cumhurbaşkanım” diye koşturanlar ve göze girmeye çalışanlar, bugün ellerinde kazmalarla Kemal beyin kuyusunu kazıyorlar.

Ankara’da kulak verdiğim çevreler, genelde “bekle-gör” politikası izliyorlar. Dili değişen Erdoğan’ı, kaydıihtiyatla seyrediyorlar. Patronlar yani işadamları Mehmet Şahin ve ekibinden umutlular. Seçim döneminde ortaya kayan bürokratlar, şimdi yine iktidara yaslanmanın provalarını yapıyorlar. Çok farklı şeyler dinledim, çok ilginç görüşler tespit ettim. Bunları yazmaya kalksam sayfalar yetmez. Bu nedenle Ankara’dan çok değişik duygularla dönüyorum.

Acaba diyorum “Erdoğan çizdiği farklı vizyonu gerçekleştirir mi, sivri dilini yumuşatır mı, kendisi gibi düşünmeyenleri hala düşman görmekten vazgeçer mi” İnşallah öyle olur demekten başka bir şey gelmiyor elden. İnşallah olmayacak duaya âmin demeye devam etmeyiz.

Bu arada Ankara gözlemlerim sonucunda yüreğimde daha kabarık bir tarikat korkusuyla dönüyorum. Bunca gürültüde belki çoğumuz farkında değiliz ama, tarikatçılar iyice şımardılar, rüzgarları etkili olmaya başladı. Cüppeli Ahmet bile artık açıkça “biz Şeriatçıyız” demeçleri veriyor. Tarikatçılara dikkat özel notumu da böylece belirttikten sonra. Başkent’e veda ediyorum.

Hoşça kal Ankara..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.