ROMAN SANATI AÇISINDAN

“PORÇA”

Hilmi Özden

Aytaç Yıldız Bozkurt'un ilk romanı olan “Porça[1]” (elbise) (gömlek) Doğu Karadeniz kadınının asil duruşu, çektiği çileler etrafında başlamaktadır. Roman sanatında anlatıcının ve bakış açısının ne kadar önemli olduğu bu eserde görülmektedir. Özenle seçilmiş kişiler, zaman ve mekân tasvirleri ile romanın kullandığı dilin sadeliği ve üsluptaki beceri okuyucuyu bir anda sarmakta ve sürüklemektedir. Romanın başkahramanı olan Emine çocukluğundan itibaren yetim elbisesi başta olmak üzere âşık, gelin, ana ve kuma elbiseleri giyer. Fakat kuma elbisesi asla kabul edebileceği bir elbise değildir. Onu yırtar ve çıkarır atar. Emine'nin kendisine yakıştırdığı ve yazarın büyük bir titizlikle kanaviçe gibi işlediği “vicdan elbisesi” Emine'ye roman boyunca uymaktadır. O Doğu Karadeniz'de küçük bir köyün en güzel ve yetim bir kızıdır. Güzelliğine insanlar bakmaktan bile çekinirler. Köyün ağasının çok hayırsever olduğu bilinmektedir. Ağa ve eşi onu oğulları için düşünürler. Ali Ağa'nın oğludur. Fakat babasının ağır başlılığı ve ağalığını devam ettirecek özelliklerine sahip değildir. Annesini ve babasını kırmayıp Emine ile evlenmesine rağmen gözü ne Emine de ne de evin işlerinde olmuştur. Emine'nin hamileliğinden sonra daha doğrusu ilk zifaf gecesinden itibaren her gün sırtını ona dönerek yatmıştır. Emine onun sadece kulaklarını hatırlamaktadır. Ali o günlerde eşkıyaların köylere musallat olmasından dolayı kolculuğu tercih etmiştir. Askerlikten sonra komutanının yanına giderek isteklerini bildirmiş ve komutanı da yanına almıştır. Emine ile Ali'nin bir çocukları dünyaya gelir. Fakat Ali Emine'nin üstüne bir kuma getirince çocuğunu alır ve evden ayrılır. Kayınpederi ve kayınvalidesi bu kararına saygı duyarlar. Bütün köy bilir ki Emine'nin güzelliği kadar vakarı da o denli dillere destandır. Emine'nin kumasının ismi Hatice'dir. Hatice'yi çocukluğundan tanır. Ali'nin Hatice'den de iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu sırada Emine'nin kız arkadaşı Asiye'nin üstüne de eşi Rıza kuma getirir. Hâlbuki Rıza eşini çok seviyor görünmektedir. Anadolu insanının genel kabullerinden erkeğin çok eşliliğini adeta dinimiz emrediyormuş gibi algı söz konusudur. Fakat Asiye bu yapılanı onuruna yediremez ve canına kıyar. Bu hem Rıza'nın ailesini hem de arkadaşı Emine'yi yıkmıştır.

Emine oğlu Remzi ile birlikte yaşamakta kimseye muhtaç olmamaya çalışmaktadır. Bu arada Ali Hatice'nin de üstüne Batumlu bir kuma getirir. Bu yetmezmiş gibi Batumlu kuma ile geçinemeyen Hatice'yi iki çocuğuyla birlikte evden kovar. Hatice'nin gideceği yer Emine'nin evidir Emine büyük bir olgunlukla bir kış günü çocuklarıyla dışarıda bırakılan Hatice'yi evine alır. Emine, Hatice ve üç çocuk evde birbirlerine alışmışlar kaderlerine razı yaşamaktadırlar: Örneğin bir gün Hatice'nin küçük kızı Huriye Remzi'nin patiklerinin içine çaput doldurarak yaptığı oyuncak bebeği sevinçle alır ve yörenin konuşmasıyla “Nana nana (anne anne) dido (çok) msvka (güzel) divu (oldu)” diye yerinde zıplar ve sevinir.

Günler böyle geçerken Hatice bir hata yapar Ali'nin evine gider. Ali'nin oynaşma tutumuna karşılık verir ve o geceden sonra yavaş yavaş hamile olduğu ortaya çıkar. Bir gün çok hastalanır, hastaneye yetiştirilse de maalesef hem bebek hem de Hatice hayatını kaybeder. O günden sonra Emine üç çocukla baş başa kalır. Evde Remzi, Hatice'nin çocukları Nuri ve Huriye Emine'nin annelik gayretleri ile öz kardeşler gibi yaşamaya devam ederler. Doğu Karadeniz'de coğrafyanın insanlara dayatmasıyla mezarlar evlerin bahçesindedir. Hatice'nin mezarı evin bahçesine gömülür ve çocuklara teskin edici açıklamalarda bulunurlar. Bu arada köyün muallimi Ahmet, Emine'nin ağır başlılığına çalışkan ve fedakâr kişiliğine hayrandır. Emine'nin teklifiyle köyün birçok kadını okuma yazma öğrenir. Emine bunlardan en gayretlisidir.

Köyün sevilen kızlarından Filiz okumaya teşvik edilmiş ve büyük şehirde öğretmen okulunda eğitimine devam etmektedir. Emine onunla zaman zaman mektuplaşır köye geldiğinde onunla dertleşir. Filiz bir çocukluk aşkıyla Muallim Ahmet'i Emine'den kıskanmaktadır. Yıllar Sonra bunun boş bir kuruntu olduğunu öğrenecektir.

Bir gün belki Emine çektiği çilelerden olsa gerek çok ağır hastalanır Ali köyün sağlıkçısı Hamdi ile beraber onu şehre götürür. Günlerce hastanede baygın yatan Emine'nin başında Ali durur. Kendisine özür beyan ederek “bir melekle evlendiğini sandığını ve el dokunamadığını söylemesine rağmen” Emine artık Aliye unutmuştur. Şehirden döndükten sonra tekrar çocuklarıyla ilgilenmeye devam eder.

Bu arada Ali, komutanı ile bir eşkıya görüşmesine gitmiş ve eşkıyaların pusu kuracağını düşünememişlerdir. O pusuda Ali şehit olur. Ali’de Hatice gibi evin bahçesine defin edilir. Artık Emine çocukların hem annesi hem babasıdır. Emine'nin yas tutacak lüksü yoktur. Bir sabah Huriye yanına gelir “Nana (anne) sen de bizi bırakmayacaksın değil mi? der” Emine onları hiçbir zaman bırakmayacaktır. Çocukların nüfus kaydı Batumlu kumanın üstünde olmasına rağmen o da bırakıp akrabalarının yanına gidecektir. Bu arada Emine cesur bir karar verme aşamasındadır. Romancının ifadesi ile “ Yeni Bir Hayata Yelken Açmak Hayali Herkesin; Gerçekleştirmek Cesurların İşidir”.

Emine Nahiye müdürünün desteğiyle Ankara'da onun tanıdıklarının yanına çalışmaya gidecektir. Evinde götürebileceklerini bir kamyona yükler çocuklarıyla birlikte bindiği kamyonla Ankara'da Muazzez isminde bir Hanımın evine varır. Muazzez Hanım ve eşi Enver Bey son derece sevecen cana yakın çalıştırdıkları insanlara karşı sosyal bir statü hissettirmeyen insanlardır. Muazzez Hanım'ın annesi ve oğlu Yahya Kemal de o derece içten samimi karakterlere sahiptir. Bu arada köyün çalışkan ve öğretmen olacak kızı Filiz'in Muazzez Hanım'la tanıştırılması ile kendisine burs bağlanmış ve okumasına katkıda bulunulmuştur.

Muazzez Hanımın evinde Mehmet isminde ağırbaşlı eşini kaybetmiş 40 yaşlarında bir Emektar çalışmaktadır. Mehmet, Remzi ve Nuri’yi okula götürmekte onları okuldan almaktadır. Muazzez Hanım, son derece ahlaklı çevresinde daima takdirle anılan Mehmet ile Emine'nin evlenmesini istemektedir. Bu düşünceyi Emine ile paylaştığında başlangıçta olumlu bir cevap alamasa da bunu zamana bırakır. Her yöre de olduğu gibi Emine kendi ailesinden abisini çağırarak Mehmet ile tanışmasını ve düşüncesini söylemesini bekler. Abisinin de onayıyla Mehmet ile evlenmesi kararlaştırılır. Çok görkemli bir düğün yapılarak ikinci dünya evliliklerine giren çift, mutlu bir hayata başlar. Bu arada yeni bir çocukları dünyaya gelir. Bebeğin adını Deniz koyarlar. Bu arada Muazzez Hanımların tanıdığı Terzi Agop İstanbul'da gelişen toplumsal olaylar nedeniyle Ankara'daki iş yerini kapatıp yurt dışına gitmeyi düşünmektedir. Ellerinde birikmişlerle ve Muazzez Hanımların desteğiyle Agop Usta’nın iş yerini alırlar. Agop Usta'nın Çırağı Ömer onların yanında çalışmaya devam eder. Muazzez Hanım Filiz'in üniversiteye akademik hayata geçmesini istediği halde mevzuat uygun olmadığı için bu düşüncesi gerçekleşememiştir.

Bu arada köyden Filiz'in kardeşi Naime, Emine'lerin yanına gelmiş hem iş yerinde yardımcı olmakta hem de çocuklara bakmaktadır. Ömer'in ise sevdalık derecesinde araba tutkusu vardır çok sevdiği bir “su yeşili impala marka” arabayı Emine ve Mehmet ellerindeki birikmiş paralarla alıp Ömer’e hediye eder. Ondan sonra Ömer etrafında olan diğer bir güzel Naime’yi fark eder ve onunla nişanlanır. Mehmet kendi öz çocuğuna ve Emine'nin çocuklarına hiçbir zaman yalnızlık çektirmemiştir. Artık Emine üstünden hiç çıkarmadığı “Vicdan Elbisesini (Porçayı)” Mehmet'in yâri olmakla nakışlandırmıştı. Kendi toprağının, kendi dilinin, kendi dağlarının nakışları bulunan bu elbise son giydiği elbise olmuştur.

Aytaç Yıldız Bozkurt'un romanı Anadolu Türk kadınının asil mücadelesinin örneklerinden biridir. Öğretmen olarak mesleğe atılmış olan Filiz Ankara'ya geldiğinde “önce kadınları özgürleştiren büyük önderi(Anıtkabir) ziyaret etmek ister. Mustafa Kemal Atatürk'e her kadının göstermesi gereken vefayı yazar vurgulamaktadır. Yine aynı sayfada Yüce Peygamberimiz Cennet anaların ayakları altındadır” demiştir sözünü roman kahramanının derin düşünme ile okuyucuya açıkladığı görülmektedir: “insanlar sanıyor ki ana oldun mu Tamam. Peki, olmayanın Suçu Ne? Hâşâ Allah o kadar adaletsiz mi? Emine dikkatle dinliyordu. Allah Kal-u Bela’da ruhlarımızla kavillleşti. Yalnız ona kulluk edeceğimize söz verince ruhundan üfledi. Ruhumuzda hiç kötülük yoktur. Bebekte kötülük olur mu? Çocuk hırsı görür, öğrenir, nefreti görür öğrenir, öfkeyi, kıskançlığı, yalanı iftirayı, hırsızlığı, alayı, incitmeyi ve daha nicelerini öğrenir. Al sana nefis, hangi ana bunları öğretmezse işte o ananın Cennet ayakları altındadır. Emine bunlar sende yok” (s.248). Evet, Emine Hatice'nin çocuklarını doğurmamıştı fakat onların da anasıydı. Güzel Türkiye'mizde belki çocuk dünyaya getirmemiş ama nice çocuklara anne şefkati göstermiş ve onları büyütmüş kızlarımız/ kadınlarımız bulunmaktaydı. İşte Peygamberimizin sözünün onlar da muhatabı oluyordu. Yoksa Allah adaletsiz olabilir miydi? Peygamber çocuğu olmuş olmamış herhangi bir kızı/kadını dışlayabilir miydi?

Okuyucuyu kendi tefekkür dünyasının derinliklerinde yolcu ettiren, seyahate çıkaran ve düşündüren satırlarıyla “Porça” romanı insan karakterinin sınırsız boyutlarını gözler önüne sermektedir. Diğer taraftan bir folklor hazinesi olan roman özellikle Artvin-Arhavi yöresinin kültürel özelliklerini, söz hazinesini yer yer okuyucu ile paylaşmaktadır. Romancı yemek kültüründen, kıyafete, serender olarak bilinen ev mimarisinden, yöre insanın ve dünyanın birçok yerinde Türk musikisinin emaneti olan kemençe ile horonu üslup kabiliyeti içinde ayrı bir zenginlikle eserde verebilmektedir. Ön-Türklerin zengin bir kolu olan İskitlerin devamı Turanî boylardan Lazların kullandığı Lazca kelime yahut cümleleri yazar bir edebiyatçı olarak büyük bir beceri ile kullanmaktadır. Günümüzde Ön-Türk araştırmalarıyla Lazcanın İskit ve Kıpçak Türkçeleri ile olan bağlantıları ortaya konmuş bulunmaktadır. Bu hususta yine yörenin araştırmacılarından olan Mahiye Morgül'ün “Antik Karadeniz'de Fonetik yolculuk” isimli eseri bu roman vesilesi ile okuyucularla paylaşılacak temel bir kaynaktır. Diğer taraftan Dr. Kaan Arslanoğlu'nun “Lazca Türkçe dil ailesinin bir koludur” vd. çalışmaları da hatırlatılabilir. Dr. Yaşar Kalafat'ın “Balkanlar'dan Uluğ Türkistan'a Türk Halk İnançları IX-X” isimli eseri halkiyatçılar açısından Doğu Karadeniz’in kadim Türk kültür coğrafyası yönüyle başucu eserlerinden biridir.

Yazar Aytaç Yıldız Bozkurt'a bizlere çok geniş kapılar ve düşünce ufukları açması nedeniyle teşekkür eder diğer eserlerinde buluşmak üzere saygılar sunarız. Zihin emeğinize, birikiminize ve kaleminize sağlık.

________________________________________

[1] Aytaç YILDIZ BOZKURT, PORÇA, Göl Kitap Yayıncılık, İstanbul, 2019.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.