Geçenlerde bir resmi toplantı sonrasında dünyada ve Türkiye’de değişimin, gündeme geldiği bir aşamada, bu konu ile ilgili konuşmalar yapılırken, milliyetçi kuruluşların birisinin başında bulunan bir yönetici konu ile ilgili açıklamalar yaparken “Her şey değişiyor, inşallah Türkiye değişmez." başlığını kullanarak açıklamalar yapıyordu. Son genel seçimlerin ardından siyasal partiler arasında değişim kendiliğinden gündeme geliyordu. Aslında seçimi kaybeden kesimlerin temsilcileri sürekli olarak seçim kaybetmekten bıktıkları için, bir an önce her şeyi değiştirerek yeni yapılacak seçimleri kazanmanın hesaplarını yaparken, değişim kavramı üzerinden yabancı emperyalist merkezler ile ortaklıklar kurarak ve geleceğe dönük iş birliği yaparak çıkar çevrelerinin sömürü düzenlerini ülkeye getirmek için çaba gösteriyorlardı. İmparatorluk döneminde başlayan durgunluk ve çöküş devrelerinin ortaya koyduğu gibi, artık büyük devletler dönemi bitiyor ve bunların sonrasında gündeme getirilen yeni aşama olarak orta boy ulus devletlere geçerken, dünya savaşları çıkartılarak çöküşün dağılma ve parçalanmaya dönüşmesinin önü açılmaya çalışılıyordu. Emperyalizmin dünyaya daha çok egemen olarak var olan ülkeleri bütünüyle kontrol altına alma girişimleri sırasında değişim tıpkı bugün olduğu gibi gene ağızlarda dolaşan siyasal kavramların içinde en önde gelen stratejik bir konuma sahip oluyordu. Hegemon güçler kendi çıkarları doğrultusundaki köklü dönüşümleri değişim kavramının arkasına saklanarak yaparken tarih biliminin sayfaları döndürülerek eskisinden çok daha farklı bir yenidünya düzeni, insanlığın önüne çıkartılıyordu. Dünya tarihi sürekli olarak, birbirini izleyen bu tür dönüşümler ile dolu olduğu için, siyasal ve toplumsal alanda değişim giderek süreklilik kazanmış ve yeni ortaya çıkan durumlarla yaratılan büyük dönüşümler, insanlığın ortak yazgısını belirlemiştir.
İnsan toplulukları sürekli olarak değişim ve dönüşümler arasında gidip gelirken, uygarlık adı verilen daha gelişmiş bir yapılanmaya doğru yönelim daha da hızlanarak devam etmiştir. Türkiye dünyanın tam ortasında tarih boyunca yerini alırken, bütün değişim dönemlerinin ana hedefi olmuş ve dünya tarihi sürekli olarak değişirken, Türklerin kurduğu ve tarih boyunca yönettiği merkezi coğrafya devletleri yönlendirilmiştir. Asya kıtasının kuzeyi, doğusu ve ortasından kalkıp gelerek dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz’in kıyılarına yerleşen ve bu ve bu deniz üzerinden dünyanın bütün denizlerine ve suyollarına açılımların sürekli olarak birbirini izlemesiyle, Türkler her zaman için dünya tarihinin ana aktörlerinden birisi olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bu yüzden bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsunda, on altı ayrı Türk asıllı imparatorluk, Türk tarihinin ana göstergesi olarak öne çıkmakta ve bu hali ile geçmişten gelen Türk hegemonyasının geleceğe uzanan yapılanması olarak genç kuşaklara yol göstermektedir.
Bugünün dünyasında Türkiye bir orta boy ülke olarak merkezi alandaki yerini korurken ve dünyanın öbür kıtaları üzerinde ortaya çıkan yeni büyük devletlerin çok kutuplu bir dünya yapılanmasına doğru gelişmeleri yönlendirilmeye çalışılırken, her dönemdeki yeni ve hegemon girişimlerin devreye girerek ve bulundukları kıtanın üzerinden merkeze yönelerek, ikinci adımda geldikleri kıta ile merkezi coğrafya arasında köprüler kurarak gelmiş oldukları bölgesel hegemonluk aşamasından, tek merkezli dünya imparatorluğuna erişmeye çalışmışlar ama bir türlü böylesine büyük bir küresel planın, eski dünya güçleri tarafından gerçekleştirilemediği görülmüştür. Bu nedenle Asya, Amerika ve Afrika gibi dünya kıtalarından ortaya çıkan yeni hegemonya adaylarının kendi ülkelerinde yeni güç merkezini inşa ettikten sonra diğer kıtalara ve ülkelere de egemen olabilmek için merkezi alana gelmişler ama bir türlü güç merkezi alan ile orta dünya arasında kalıcı bir birlik kuramadıkları ve bu yüzden de kalıcı olamadıkları anlaşılmaktadır. Cengiz han ve Timur han ile İngiltere, Fransa ve ABD orta dünyayı tam olarak ele geçiremedikleri için geri dönmüşlerdir.
Bugünün dünyasında dünyaya tam olarak egemen olduktan sonra, orta dünya üzerinden egemenlik düzeni oluşturmaya çalışan ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsü bazen tek tek, bazen de bir araya gelerek Atlantik ittifakı adı altında bölgeye geldikleri görülmekte ve bu hegemon güçlerin kendi çıkarları ya da merkezinde kendilerinin yer aldığı yeni imparatorluklar kurarak dünyanın diğer kıtalarını da içine alan bir yeni küresel siyaset düzeni oluşturmak için çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır. Tarih biliminin getirdiği verilerle geçmiş dönemler incelendiğinde, dünya konjonktüründe öne geçen ve var olan siyasal düzenleri ele geçirerek bütün dünyada evrensel krallığı kurma peşinde koşan güçler eski dönemlerde kalkıştıkları yeni girişimleri sürdürerek, otorite alanlarını genişletmeye çalışmışlar ama belirli bir aşamaya gelindiği anda, var olan esas devletin içinde gündeme gelen ya da emperyal güçler tarafından yönlendirilen gelişmeler, hem dünya düzeninde hem de uluslararası konjonktürde yaratılan etkilerle yeni plan ve programlara dönük olarak var olan kamuoyunda önemli değişiklikleri gündeme getirebilmektedirler. İşte böylesine gelişmeler sonucunda bazan var olan siyasal düzenlerde yeni oluşumlar öne çıkabilmekte, bazan da var olan siyasal yapılanmaların bu tür yansımalara karşı dik durarak ve geçmişten gelen yapıları savunarak direndikleri, bunlara dayanan ulusal değerleri koruyarak her türlü saldırı ya da baskılara karşı çıktıkları görülmektedir. Yeryüzündeki dünya gücünü ele geçiren ve bu güç sayesinde güçlü bir devleti yapılandıran yeni oluşumlar, orta dünya alanlarını kendine bağlayacak siyasal plan ve programları gündeme getirerek, bu tür girişimleri uygulama alanına aktarabilmektedirler. Dünya tarihinin ana dönüşüm aşamalarındaki gelişmeler genellikle böylesine bir değişimlerden kurtulamamakta ve ortaya çıkan siyasal değişimlerin birbirini izlemesi sonucunda büyük dönüşüm virajlarına gelinerek, bu tür hareketliliğin faturasını ya yok olarak ya da çok daha büyük ve güçlü bir siyasal düzene kavuşarak, insanlık kendisi için faydasını görebilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına girerken ve bir ulus ya da ülke için böylesine mutlu bir yıldönümü kutlanırken, ülkenin önde gelen milliyetçi bir siyaset adamının her şeyin yok olma noktasında değişeceğini açıkça dile getirmesi ve her şeyin değişerek yok olacağını ifade ederken Türklerin var olan siyasal gerçekliği olan Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmeyeceğini ve Türkiye’de var olan her şeyin yok olmadan varlığını sürdüreceğini, her şey değişerek dönüşürken ve dönüşme aşamasına gelen siyaset dünyasında her şey yok olurken, Türk devletinin var olmaya devam ederek sonsuza kadar kurucu önder Atatürk’ün söylediği gibi var olacağını açıkça ifade etmesi, ilk bakışta çok ciddi bir zıtlığı öne çıkarmaktadır. Cümlenin iki süjesinden birisi için her şeyin değişerek ortadan kalkacağını söylerken, Türkiye’nin yaşayan bir siyasal organizma olarak var olmaya devam edeceğini dile getirmesi, çok ciddi anlamda bir zihinsel çelişkiyi ve bunun üzerinden de kaotik bir kafa yapısını öne çıkarmaktadır. Her şeyin değişerek yok olacağının söylendiği bir aşamada, sadece Türkiye’nin bu büyük değişimin dışında kalarak var olacağını ve değişmeden Türkiye’nin olduğu gibi ayakta kalacağını söyleyebilmek, ciddi bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir.
Siyasetçiler her şeyi açık açık konuşurken birçok yanlış yapmakta ve bu nedenle de siyasal çelişkilerden kurtulamamaktadırlar. Ne var ki, ulusalcı kesimde yer alan bir milliyetçi siyasetçinin önce her şeyin değişeceğini ve yok olacağını açıkça dile getirirken, Türkiye’nin değişmeyeceğini eski hali ile bu ülkenin aynen eskisi gibi yoluna devam edeceğini söylerken, herhalde bir bildiği olması gerekmektedir. Açıklamaları yapan siyasetçi, basın mensupları karşısında her şeyin değişerek yok olacağını söylerken, Türk ulusunu böylesine büyük bir yok oluş senaryosundan ayrı tutarak, ülkemizin ve devletimizin yoluna devam edecekmiş gibi bir hava yaratması üzerinde, Türk kamuoyunun ciddi biçimlerde durması gerekmektedir. Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlarken, Türkiye’yi parçalamayı her fırsatta dile getiren bölücülerin yaptıklarına benzer bir biçimde, Türkiye’deki cumhuriyet devletini yüz yıllık parantez olarak kamuoyu önünde açıklamak gibi bir büyük hataya yeni dönemde tekrar düşülmemelidir. Türk halkı kanla ve irfanla kurmuş olduğu Türkiye’deki cumhuriyet devletine sahip çıkarken, yüz yıllık parantez olmadığını ama orta dünyada bin yıllık bir hegemonyanın öncüsü olduğunu ortaya koymak zorunda olduğu açıkça görülmektedir. Böylesine bir bakış açısı Türkiye’nin varlığını koruyacağının garantisi olarak görülmelidir Türkiye’nin dünya ile ilişkileri devam edip giderken, yeryüzünde meydana gelen her türlü kaos ve düzen çöküşü ile ortaya çıkan ya da gündeme gelen büyük fırtınalar yeryüzünü sarsmaktadır. Var olan her türlü olgu ve oluşumun ortadan kalkmasına giden yolda bu tür olumsuz yapılanmaların devre dışı bırakılması ve her şeyin toptan yok edilmeye çalışılması gibi olumsuz gelişmeler, genel anlamda dünyanın ve insanlığın bir yok oluşa doğru sürüklenmesi gibi görülmektedir. Her şeyin yok olacağı bir düzensizlik ortamına yeryüzünde sürüklenmek açıkça yok oluşun resmi göstergesi olarak görülürken, böylesine bir toptan yok oluşun öne çıkması üzerine bir siyaset adamının kaotik bir durumlakarşı karşıya kalma gibi bir durumda tepki göstererek, birbirine benzer her şeyin yok olması gibi bir acil durumun önceden hazırlandığını bilerek ve her şeyin yok edilmeye çalışılacağını tepkisel bir karşı çıkış ile öne çıkararak, dünya ve Türk kamu oyları önünde uyarıda bulunarak, böylesine olumsuz bir gidişin olduğunu açıkça beyan ederken ve ama sözcüğü ile bu duruma karşı çıkarken, Türkiye’nin böylesine olumsuz bir gelişmenin yaratacağı yokluk durumuna karşı varlığını koruyacağını açıklama sahibi siyasetçi dile getirmekten kaçınmamaktadır.
Her şey yok olabilir ama bu kural Türkiye için geçerli olamaz ve her türlü olumsuz koşullara rağmen, Türkiye var olarak geleceğin dünyasının yeniden kurulacağı bir aşamada, Atatürk’ün söylediği gibi ilelebet Türkiye Cumhuriyeti’nin var olacağının açıklanması ile dile getirilmektedir. Küresel bir fırtına ya da çöküşe karşı Türkiye ülkesel ve ulusal çizgide bir var oluşun öncüsü olacak güce sahip bir Türk devleti olarak yoluna devam edebilecektir. Ne mutlu Türküm diyene sloganı ille Türklerin moral güçleri artırılırken, küresel çöküş ve iflaslara rağmen Türkiye’nin sonsuza kadar yoluna devam etmesi sağlanacaktır. Türkler tarihin en eski ulusal toplumlarından birisi olarak ve her zaman için tarih sahnesinde varlıklarını göstererek kendi varlıklarını koruyacak yeni siyasal ve sosyal yapılanmalara öncülük etmişlerdir. Çağ değişikliklerini gündeme getiren bilim ve teknoloji yeniliklerinden yararlanılarak kurulan yepyeni düzenler insanlığın önünü açarak ömrünü uzatmıştır.
(Devam için tıklayınız)
https://www.bursaarena.com.tr/hem-her-sey-degisecek-hem-de-turkiye-degismeyecek-2-makale,9050.html