Eski Türklerin TEK TANRI dinine inandıkları ve bu dinin şu anda yitirilmiş bir kutsal kitabının da olduğu görüşlerine katılıyorum. Araştırmalar derinleştikçe ve genişledikçe bu gerçek ortaya çıkacak...
Sözgelimi 14. Yüzyılın başlarında Mısırlı Türk Tarihçisi Aybeg'in sözünü ettiği Türklerin kutsal kitabı "Ulu Ata Bitikçi" elde yok... Gürcü kaynaklarında Tek Tanrı'ya inanan ve "Mengü Tangrı Gücündür" (Sonsuz Tanrı'nın Gücüyle) diye başlayan kitaba da ulaşılabilmiş değil... Kim bilir... Belki bir gün bir yerlerden ortaya çıkacak... Belki de ikisi aynı kitap...
Bilinen gerçek, Türklerin İslam dinine geçmeden önce birçok dine girip çıktıkları... Sanıldığı gibi ve yanlış anlatıldığı gibi İslam'dan önce Türkler şamanist değildiler. "Şaman" sözü Türkçe değildir. Türklerde şamanlara "kam, oyun, baksı" gibi adlar verilirdi. Bugün de öyledir...
Şamanizmi din haline getirenler olmakla birlikte temelde din değildir. Yaygın adıyla şamanizm bir din olmaktan çok, madde ötesi görüşlere dayalı bir duru görü ve sağaltma yöntemidir. İşin ilginç yanı Türkler hangi dine girerlerse girsinler bu yöntem o dinin içine sızarak ya da yanında yürüyerek varlığını sürdürmüştür. Bugün de öyledir...
Çoğunlukla Karahanlı Han'ı Satuk Buğra'nın 10. yüz-yılın ortalarında Müslümanlığa girmesi Türklerde İslam'ın yayılmasının başlangıcı olarak söylenir. Bu söylentide bir gerçeklik varsa da, Karahanlılardan önce İtil Bulgar-Türk Devleti'nde İslam'ın yaygın olduğu bir başka gerçektir.
11. yüzyılda Türkler arasında Müslümanların sayısı çoğalmakla birlikte, yine de birçok Türk topluluğu nesturi Hıristiyan, Musevi, mani, buda ve eski Gök Tanrı inançlarına bağlı kalmayı sürdürüyordu. Anadolu coğrafyasında ise ortodoks Türklerin varlığı bilinen bir konudur.
İşte Ahmet Yesevi okulunda yetişen öğretmenlerin birinci görevi; henüz İslam'a girmeyen Türkler ve yakın uluslar arasında dini yaymak; Müslümanlaşmış olanlara ise dinin gerçeğini öğretmekti.
12. yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak Ahmet Yesevi'nin öğrencilerinin bu görevlerini başarıyla yerine getirdikleri ve sonraki yüzyıllar boyunca da yine öğrencilerin öğrencilerinin aynı görevi yaptıklarını biliyoruz.
13. yüzyılın başlarından başlayarak Cengiz oğulları egemenliğinde kurulan düzen içinde en büyük işi yine Ahmet Yesevi öğrencileri yapmış ve Cengiz'in torunlarını Müslümanlaştırıp Türkçeye ve Türklüğe kazandırmışlardır.
Cengiz'in büyük oğlu Cuci'nin oğlu Berke, Altınordu Hanı iken Ahmet Yesevi'nin öğrencisi Sarı Saltuk tarafından İslam'a kazandırılmıştır. Berke'nin başkomutanı Nogay'ı da yine Sarı Saltuk Müslümanlığa ısındırmıştır. Bu-günkü Özbek halkına adını veren Cuci'nin torunu Özbek Han'a İslam bilincini ve bilgisini veren ise Baba Tüklü diye bilinen Yesevi öğrencisidir.
Bizans egemenliğindeki Anadolu'ya yerleşen Hıristiyan Kıpçak ve Oğuzlar arasında İslam'ı yayan yine Yesevi dervişleridir. Anadolu'nun ve Rumeli'nin birçok köyünde; yakın tepelerde; bu derviş-öğretmenlerin mezarları vardır. Bugün bile o mezarlarda yatan kişilerin köylerine Müslümanlığı getirdiğini köylülerden dinleyebilirsiniz.
Türklere Arapların zorla Müslümanlığı kabul ettirdikleri ise bilimlik temelleri olmayan bir iddiadan ibarettir. Emevilerin Türk dünyasına yönelik saldırıları dünyalık amaçlara yönelikti. Tersine Müslüman olmalarıyla alacakları vergi azalacağından Türklerin İslam'a girmesinden hoşlanmıyorlardı. 751 yılında Talas'ta Çinlilere karşı birlikte yürütülen savaş dolayısıyla doğan yumuşama İslam'a ilgiyi artırmış ise de asıl büyük katılımlar tasavvufçuların çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Hallacı Mansur'un bu yolda beş yıl çabaladığını bir örnek olarak verebiliriz.
Bütün çabalara karşılık Yesevi okulunu bitiren öğret-menlerin, Türkler ve yakın uluslar arasında Müslümanlığı ve Müslümanlaşmış olanlara doğru Müslümanlığı yaymakta en büyük pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yüzden Türk'ün Müslümanlığında tasavvuf renkleri ağırlık kazanmıştır.
Diyorum ki; Milletimiz arasında yaygın olan ortak din bilincini, doğrudan Ahmet Yesevi'ye borçluyuz.