Cumhuriyet sözcüğü, anlamı kavim ya da millet olan Arapça “cumhur” kelimesinden geliyor. İngilizcesi “the republic”, Fransızcası da “la république” olan bu sözcük demokratik bir rejimi, bu rejimde bütün halk ve kamu hizmetlerinin yapıldığı bir devlet yönetimini ifade ediyor.
Cumhuriyet yönetiminde, devlet hizmetleri babadan çocuklarına geçen bir veraset anlayışıyla yapılmaz. Cumhuriyet demek seçim demektir. Egemenlik hakkı bir ailenin ya da bir zümrenin olamaz. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, bu bakımdan halk meclisi, hükümeti ya da devlet başkanını belli bir yetkiyle belli bir süre için seçer. Cumhuriyet yönetiminde herkes yasalar önünde eşit haklara sahiptir. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bütün yurttaşlar cumhuriyet yönetiminin kazanımlarından faydalanırlar.
Osmanlı cumhuriyet fikri ile 1870’li yıllarda tanıştı. Fransız Devrimi etkisinde kalan Osmanlı aydınları 19. yüzyılda cumhuriyet fikrini tartışmaya başladı, fakat geneli cumhuriyet idaresinin Osmanlı’ya uygun olmadığı düşüncesindeydi. Harbiyeli Mustafa Kemal’in bu konudaki görüşü netti, 1906’da Suriye’de bulunduğu sırada Osmanlı Devletinin sonunun geldiğini ve yeni devlet yönetiminin cumhuriyet olması gerektiğini yakın arkadaşlarına söylüyordu.
Evet Mustafa Kemal cumhuriyetçiydi. Üstelik cumhuriyetçi olduğuna dair devlet arşivlerinde kaydı bulunuyordu. Kimi kaynaklara göre, Padişah Vahdettin Samsun ve bölgesindeki asayişin sağlanması için isim istediğinde kendisine bir liste sunulmuştu. Listede onun adının karşısında “cumhuriyetçidir” yazıyordu. Vahdettin, Paşa’nın Çanakkale’deki başarısını takdir ediyordu, ayrıca Almanya seyahatinde de kendisini yakından tanımıştı. Kumandanlarımızın en liyakatlisidir, Anadolu’daki durumu düzeltebilecek en yetkin kişidir diyordu. İşte Sarı Paşa, cumhuriyetçi ve liyakatli bir komutan olarak Samsun’a ayak bastı. Buradan da emin adımlarla yürüyerek kafasındaki planları tek tek hayata geçirecekti.
Önemli bir ayrıntının altını bir kez daha çizelim. Cumhuriyet fikri Tanzimat Dönemiyle birlikte Osmanlı aydınlarının zihninde yer almış, uzun bir dönem tartışılmış ve işlenmişti. Atatürk de bir Osmanlı aydınıydı, onu diğerlerinden farklı kılan niteliklerinden biri ise gençliğinden beri cumhuriyetçi oluşuydu. Kafasındaki cumhuriyet kavramını çok açık bir biçimde tanımlıyordu. Onun için “Asri bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demekti.” Ona göre cumhuriyet faziletti, cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanları yetiştirecek, böylelikle ülke çağdaş uygarlık seviyesini yakalayacak, hatta onun da ötesine geçecekti. Bu büyük Aydınlanmacı Adam 29 Ekim 1923 günü cumhuriyeti ilan ederek ileri ve medeni bir toplum olmanın çok önemli adımlarından birini daha atmıştı.
Cumhuriyet öncesinde kadınların durumu içler acısıydı. Kadının adı bile yoktu, nüfus sayımlarında bile dikkate alınmıyordu. Atatürk 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı konuşmada “Toplumu kalkındırmak istiyorsanız izlememiz gereken daha emin ve daha etkili bir yol vardır. O da Türk kadınını çalışmalarımıza ortak etmek, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını, bilimsel, toplumsal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapma yoludur” diyordu. Kadını güçlendirmenin yolu da eğitimden geçiyordu. 3 Mart 1924 tarihinde, kız-erkek ayrımı yapılmaksızın herkesin ilkokulu bitirmesi zorunlu hale getirildi. Dahası kız çocuklarına ilkokulla birlikte ortaokul, lise ve üniversite eğitim alma imkânı sağlandı. Türk kadını 17 Şubat 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile erkeklerle eşit yurttaşlık haklarına sahip oldu. Ne kadar gururlansak azdır. Çiçeği burnundaki Cumhuriyetin kadınları seçme ve seçilme haklarını Belçika’dan, Fransa’dan ve hatta İsviçre’den bile önce elde ettiler.
Düşünün bir kez. Osmanlı’nın son yıllarında bile toplumun çok büyük kısmı okuma yazma bilmiyordu. 1918-1922 yılları arasında okuma yazma oranı %3 civarındaydı. Halkın dünyadan haberi yoktu. Cehalet deseniz diz boyu. Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1927 yılında bu oranın %8,9’a çıktığını görüyoruz. Beş yıl gibi kısa bir süre içinde %6’ya yakın bir artış göstermiş. Laik ve bilimsel eğitimin sağladığı olanaklarla her alanda yüzlerce bilim insanı, sanatçı, eğitimci, hukukçu, iş insanı ve politikacı yetişti. Cumhuriyet yoksul aile çocuklarına eğitim alma olanağı sağladı. Bu yetenekli ve akıllı çocuklar potansiyellerini kullanma olanağına sahip oldular. Kimileri profesör, kimileri başbakan ve cumhurbaşkanı oldu.
29 Ekim 2022 günü, cumhuriyetimizin 99. yılını kutluyoruz. Her alanda birçok kazanımı var cumhuriyetin. Bunlar saymakla bitmez. Cumhuriyetle birlikte laik, ulusal ve bilimsel eğitimin yolu açıldı. Türk kadınları toplum hayatında erkeklerle eşit hakları sahip oldu. Aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaşlaşmanın temelleri atıldı. Sosyal hukuk devleti kavramı cumhuriyetle birlikte anayasaya girdi. Ekonomide, sosyal hayatta, bilim ve sanatta büyük atılımlar gerçekleştirildi.
Şimdi, elimizi vicdanımıza koyup bir kez daha düşünelim. Teokratik yönetim biçimleri kadınlara bu olanakları sağlayabilir miydi? Ülkede geniş çaplı bir kültürel dönüşüm ve her alanda topyekûn bir kalkınma mümkün olabilir miydi? Dahası, yetişmiş insan gücümüz bu düzeyde olabilir miydi? Bunların hiçbirinin olamayacağını hepimiz biliyoruz. Nereden nereye!
Büyük Önder’in dediği gibi, cumhuriyet fazilettir ve faziletli insanlar yetiştirir.
Bir kez daha “Yaşasın Cumhuriyet” diyelim o zaman.
Bayramımız kutlu olsun