Türkiye şirketleşiyor. Devletin görevleri, toplumu fazla uyandırmadan şirketlere devrediliyor. Sahil ve koyların yönetimi bile özelleşiyor.
Özelleştirme, zarar eden kamu kurumlarının özel sektöre devri şeklinde başlamıştı. Sonra öyle bir fırtına esti ki, en değerli ve devlete para kazandıran kurumları bile üçe-beşe bakmadan elden çıkardık. Bu kurumların sadece mal varlığı, özelleşen sektörün sahiplerini, oturdukları yerde trilyoner yaptı. Bunun ciddi bir envanterini şu ana kadar yapan ve devletin zararını ortaya koyabilen kimse çıkmadı. Muhalefet mi dediniz, Türkiye’de muhalefet var mı sizce? Günlük değişen sun’i gündemin peşinde koşturmaktan yorgun düşen muhalefet, böylesine önemli konularla ilgilenemiyor ki…
Lafı fazla uzatmadan, Muğla’nın çok değerli denizini, sahillerini, plajlarını, yat bağlama tesislerini, iskelelerini ve koylarını bir şirkete devretmemizin üzerinde durmak istiyorum. Aslında bu operasyon çok evvel başlatılmış, biz çevreciler sesimizi yükseltip itiraz edince, bir yıldan bu yana askıya alınmıştı. Şimdi ortamı müsait bulmuş olmalılar ki, Muğla’mızın kıyı değerlerini Deniz Ticaret Odasının kurduğu bir şirkete devredip, belediyeleri de devre dışı bırakıp, akıllarınca işi hallettiler.
Aslında bundan önce Valilik ve Türkiye Çevre Kurumu Vakfı’nın iştiraki olan "MUÇEV" tarafından yönetiliyordu iskele, yat bağlama tesisleri ve plajlar. Bu uygulama da yanlıştı ve bu yüzden başarısız oldu. Devlet görevlerini ona buna dağıtınca, olacağı buydu işte… Şimdi aynı yanlışı bir başka modelle yeniden yapıyoruz.
Deniz Ticaret Odaları, genelde armatörlerden ve denizden para kazananlardan oluşan sivil bir kuruluş. Bu kuruluş onca asli işi arasında turizme de el atarak, kurduğu bir Anomim Şirket vasıtasıyla Muğla’nın deniz değerlerinin yönetimine el koydu. Şirketin üyelerine baktığınızda, içinde TURMEPA Başkanı'nın da bulunduğu bazı isimlere rastlıyorsunuz. Gazetecisi de var, Bodrum’lu avukatı da var, deniz ticaret odalarının müşavirleri de var. Bunlar ne yapacak, devletin görevlerini sırtlayıp, Muğla sahillerini yönetecekler.
Bilmiyorum Rahmi Koç’un haberi varmı ama, kurduğu TURMEPA’nın böylesine tartışmalı bir organizasyonda yer almasına ve adının yıpratılmasına üzüldüm doğrusu. Ayrıca kurulan bu şirket, neden Muğla’nın değerlerine göz dikti de, Karadeniz ve Marmara ile hiç ilgilenmedi?Bu da bir başka soru tabii… Şimdi "Deniz Kıyı Ve Çevre Yönetimi Anomim Şirketi" adlı bu şirkete devredilen yerlerden bazılarına bir bakalım. Akyaka-Akbük koyu-Ölüdeniz-Kadınazma-Belcekız-Kum burnu, Çalış-Şat burnu-Sarıgerme plajı-Kız kumu-Datça İskele Plajı-Datça kargı koyu-Bodrum Gümüşlük plajı-Bitez- Datça Korubük-Karaincir-Marmaris Karacasöğüt iskelesi- Fethiye Kayaköy-Gemiler koyu-Datça Selimiye iskelesi-Göcek Belediye yat bağlama iskelesi, daha hangi birini sayayım ki.. Bari Sahil Güvenliği de bu şirkete bağlayıp, operasyonu tamamlasalardı.
Bu şirketin kuruluşuyla sadece Belediyeler devre dışı bırakılmıyor, Anayasa ve yasalar da açıkça çiğneniyor. Bu nedenle konu yargıya taşınıyor ve durup dururken tartışmalı bir dönem başlıyor. İşin bir de önemli tarafı daha var. Kurulan anomim şirket olduğu için, ihale kanununa tabi olmadan dilediği alanları dilediğine de pazarlayabilecek. Turizm Bakanlığı'nın bu olup bitenlere sesi sedası çıkmıyor. Ulaştırma Bakanlığı ile Denizcilik müsteşarlığı'nın gelişmelerden haberleri var mı bilmiyorum. Hoş haberleri olsa da ne yapacaklar?
Bu şirketin kasıtlı kurulduğuna, Muğla’nın değerlerine zarar verip para kazanacağına inanmak istemiyorum. Belki bu duygularıma saflık diyenler çıkabilir. Ama ben yine de, iyi niyetli kurulmuş olsa da, böylesine ciddi bir görevin özel şirketlere devredilmesine, hele yasaların açıkça çiğnenmesine sıcak bakmıyorum. Hele bir yanlışın (MUÇEV) bir başka yanlışla düzeltilmesini de doğru bulmuyorum.
Peki, diyeceksiniz ki bunun doğrusu nedir? Bazı doğruların kolay bulunmadığını, bulunsa da kolay uygulanamadığını biliyorum. Ama en azından doğruyu yakalamak için yapmamız gerekenler var. Devlet ve sivil toplum örgütleri, konunun uzmanları ve uluslararası uygulamaları bilenlerden oluşan bir geçici konsey kurulabilir. Turizm-Çevre-Bayındırlık Bakanları,ilgili Üniversite yetkilileri ve uzmanları, Belediyeler, deniz ve çevre sivil toplum örgütlerinin sorumluları ve uzmanları, marina genel müdürleri, konuyla ilgili kim varsa büyük bir çalıştay üyesi olarak Ankara’da toplanabilirler, meseleyi masaya yatırarak, iki-üç gün tartışıp doğru formülü bulabilirler. Meseleler, sorunlar konuşa konuşa çözülür. Öyle ülkemizde son yıllarda geçerli olan "ben yaptım oldu" stiliyle sonuç alamayız. Devletin patronajında resmi-sivil kurum ve örgütlerin işbirliğinde, Anayasa ve yasalara uygun daha sağlıklı ve kalıcı bir çözüm bulabiliriz.
Böyle bir yolu süratle denemezsek, kurulan şirketten geçtim, ülkemizin sahil, koy ve turizm için değerli alanlarını heder edebiliriz. Ortak akıl çözümün anahtarıdır. Bu anahtarı mutlaka devreye sokup, ülkemizi rahatsız eden kilitleri açabiliriz.