Son 15 yıldaki çevre tahribatı, depremlerden çok daha büyük zararlara yol açtı. Doğal güzelliklerimizin çoğu, ülke genelinde değer kaybetti.. Karada, denizde, havada zarar vermedik yer bırakmadık.
Hangi birinden başlayayım. Kalitesiz kömür yakarak şehirlerimizin havasını bozduk. Doğalgazı pahalı bulanlar ucuz linyite dönünce, çoğu yerde havayı zehirlediler, kirlettiler. Önümüz kış, havalar soğuyunca bakın pencereden, ne demek istediğimi anlarsınız. Ormanlarımızı bu yıl da cayır cayır yaktık. Koylarımızı sahipsiz bıraktık, pislikten geçilmez hale getirdik. İmar barışıyla her yeri inşaat alanına çevirdik. Gidin bakın güzelim turizm köylerimize, iki yılda iki-üç misli büyüdü hepsi. Köyleri mahalleye çevirmek kararı zaten cinayetti. Bu karardan sonra köyler iyice tanınamayacak hale geldi.
Gelin bakın Ege’ye.. Özel Çevre Koruma Kurumunu 11 yıl önce lağvettikten sonra, üstelik imar barışını da getirince, birkaç misli büyüdü yerleşim yerleri. Millet imar barışını imar affı olarak anladı çünkü. Güya 2017’den önce yapılanlar imar barışına gireceklerdi. Bugün yapılanlar bile öyle gösterilmeye çalışılıyor. Bölge çorbaya döndü. Tarım alanları bile göz göre göre bozuluyor. Güzelim zeytin ağaçları geceleri kesiliyor, zeytinlikler inşaat alanlarına dönüşüyor. Bu rezaletleri önleyecek yasalarımız var, milletin vergileriyle maaş alan memurlarımız var, ciddi kontrol mekanizmalarımız mevcut ama, derin bir sessizlik ve sorumsuzluk hakim ortalığa.
Şu kaçak inşaat meselesi var ya, istesek bir çırpıda çözeriz bunu. Muhtarları, Belediye Başkanlarını, Kaymakam ve Valileri ortak ve direk sorumlu tutun, bakın bakalım kaçak bir tek çivi çakılabiliyor mu? Hele bir ikisini görev ihmalinden bir tutuklayın, yıllarca Türkiye’de tek bir kaçak inşaata rastlamazsınız. Bu kadar basit bir önlemi alıp, gerekli yasayı neden çıkarmazlar acaba? Çıkarırlarsa devlet bürokrasisinin fiyakası bozulur, memurun ağırlığı gider, rantlar kaybolur. Onun için önleyemiyoruz kaçak inşaat işini.
Doğayı tahrip eden ve ormanlarımıza çok büyük zararlar veren bir başka kıyım kaynağı da, önüne gelene dağıtılan maden arama ruhsatlarıdır. O oksijen kaynağı Kaz Dağları’nı bir görseniz oturur ağlarsınız. Ülkenin her yeri delik deşik edildi. Bodrum-Yatağan yolunun sol üstündeki harika ormanlar rezil olmuş. Tam tepesini yarmışlar, çıkan molozları aşağı yuvarlamışlar. böylelikle sağlam ağaçları da yok etmişler. Uzağa gitmeye gerek yok, Marmaris’teki Cumhurbaşkanlığı Okluk Yazlık Sarayına giden yolun sağ üstündeki ormanlar bile kireç ve taş ocaklarına kurban edilmişler. Hele Muğla-Marmaris yolunun Okluk sapağındaki beton fabrikasına ne demeli? Her yıl ormanı daha da açarak, çamları keserek giderek büyüyor da, kimse oralı olmuyor.
Karadeniz’deki dereleri, ırmakları, nehirleri de perişan ettik. Hidroelektrik santralleri ile güçlerini azalttık, bazılarını kuruma noktasına yaklaştırdık. Çevredeki köyler ayağa kalktı, köylüler direndiler “yapmayın uşaklar” diye yalvardılar ama, hepsini jandarmayla sürdük, engelledik. Her gece televizyonlarda bunların acıklı hikayelerini seyrediyoruz. Evet ülkemizin enerjiye ihtiyacı var, elbette elimizdeki kaynaklardan yararlanacağız ama doğayı tahrip etmemek, zarar vermemek şartıyla yapmalıyız bunu. Rüzgar yoluyla enerji sağlamada bile işin kolayına kaçıyoruz, dev pervanelere ulaşım ve bakım için devlet ana yoluna yakınlığa bakıyoruz.
Hani termik santralleri kapatıyorduk, bunun müjdesini veriyorduk televizyonlarda. Kapatılan termik santralleri bile yeniden açmaya, kapasitelerini arttırmaya başladık. Bu termik santraller tam bir doğa canavarı, tam bir kanser fabrikası. Hala çalıştırdığımıza göre, yerine koyacak bir kaynak bulmadık. Dünya güneş enerjisinden yararlanıyor, bütün yapıların çatılarını panellerle kapatmaya başladılar. Güneş enerji panellerinden tarlalar oluşuyor artık. Bu yolla enerji üretimine katkıda bulunuyor herkes. Biz ise daha araştırma safhasındayız. Güneşimiz kuvvetli ama, kafalarımız aynı kuvvette çalışmıyor işte.
2134 civarında doğal SİT alanına sahipmişiz. Buralarda yaşayan 50-60 bin kişinin başı devletle dertte. Dertli olanların hepsi, yasak yere yapmışlar evlerini, yasak yerde oluşturmuşlar tarlalarını, yasak yerde açmışlar kuyularını. Bizim millet yasağı pek sevmez, toprağımız da bol, kontrolümüz de pek kıt. O nedenle dilediğini kolayca yapıyor dilediği yerlere. Devlet doğal sit alanlarını koruyacağına, yasalara kulak asmayanları korumaya kalkınca, pek çok yeri doğal koruma alanı statüsünden çıkarmış. Planını filan yapmadan da serbest bırakmış buralarını. Hal böyle olunca, plansız yapılaşma furyası da iyice hızlanmış. Binlerce örneği var ama, en çarpıcıları Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayının yapıldığı Okluk koyu ile Bodrum’un tepesindeki değirmenlik alan. Gidin bakın Bodrum’a, arkalı önlü çok sayıda villanın yapıldığını ve 3-5 milyon euro’ya satıldığını göreceksiniz.
Neresi SİT alanı olmaktan çıkarıldı, neresi çıkarılmadı bilen yok. Çok sıkı saklıyorlar bunu. Kimse bilgi vermiyor, ilgili memurların hepsi sır küpü. Şimdi sıkı durun, facia sadece SİT alanlarıyla sınırlı değil çünkü. Artık vakıfların elindeki zeytinlikler ve araziler de çok düşük paralarla devredilmeye, kiralanmaya başladı. Basın haydi uyuyor, yandaş olmayan vatansever basın hiç bilgi alamıyor, peki muhalefet neden görevini yapmıyor? Ayda 22 bin lirayı cebe indiren, emekli maaşını da alan, devletin imkanlarından sonuna kadar yararlanan muhalefet milletvekilleri, niçin bu işlerle uğraşmıyorlar? Liderlerinin ağzından bir kere olsun çevre facialarına ilişkin tek kelime duydunuz mu? Yazık bu ülkeye, gerçekten çok yazık.
Siyasetin sık değişen gündemiyle uğraşmaktan, iktidara laf yetiştirmekten doğal güzelliklerimize sahip çıkamıyor muhalefet. Böylece meydan iktidara boş kalıyor. Muhalefet sussa da biz, araştırmaya ve yazıp çizmeye devam edeceğiz.