Yapı itibarıyla her görüşe, her fikre, her düşünce ve anlayışa saygılı bir kişiyim. Tabii namussuzluk, ahlaksızlık ve vatan hainliği taşımaması şartıyla. Kabul etmediğim, katılmadığım, farklı düşündüğüm konuları da açıklarken, kimseyi incitmemeye, haksızlık yapmamaya, insanların onurlarına gölge düşürmemeye özen gösteririm.
Son yıllardaki çevre tahribatlarına tepki gösteren aktivistlerin, medyatik değil gerçek çevrecilerin, doğaya ve katliamlara sahip çıkan yurtseverlerin gayret ve çabalarını büyük bir takdirle izliyor ve destekliyorum. Ama konuyu araştırmadan, iyisine kötüsüne bakmadan, gerekli bilgileri toplamadan kulaktan dolma bilgi ve fısıltılarla yapılan protestoların ise, koruma çaba ve arzularına zarar vermesinden de korkuyorum.
Son zamanlarda Tuzla Sulak Alanı ve geleceği üzerinde haklı-haksız yorumlar, eleştiriler yapılıyor, burasının ranta peşkeş çekildiği söyleniyor ve Ağaoğlu projesiyle de kuş cennetinin yok edileceği, yer altı sularının zarar göreceği, bölgenin mahvolacağı ileri sürülüyor. Bu konuda teknik açıdan topa girmek, mühendis ve mimar olmadığım için bana düşmez. Ama o bölgede 26 senedir yaşayan ve 26 yıllık projenin (yeşil üretimini hazırlamak amacıyla) içinde olan biri sıfatıyla, bazı gerçekleri okuyucularımın bilgisine sunmak istiyorum. Söz konusu arazi 1991 yılında Net Holding tarafından satın alınmış, uluslar arası projelerle geliştirilmiş ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizler nedeniyle, böylesine büyük bir yatırım hayata geçirilememiştir. Ben devletteki görevimden 1993 yılında ayrıldıktan sonra, 1994’te Net Holding yönetim Kurulu üyesi olarak bu projeye (yeşil altyapısını ve örtüsünü güçlendirmek kararıyla) dahil oldum.
O tarihten bu yana, bölgenin tüm ağaç, bitki, çalı ve çiçeklerini proje için üreterek, 90 seradan oluşan Ege ve Akdeniz’in en büyük üretim merkezini kurdum. Bu seralarda 7 değişik renkte onbinlerce begonvil, 5 değişik renkte zakkum, 3 değişik renkte oya ağacı, 5000’in üzerinde narenciye ve değişik meyva ağacı ile onbinlerce palmiye ve fenix ürettim. Böylece henüz hayata geçirilmemiş bir projenin Türkiye’de ilk olarak yeşil altyapısını hazırladım. 2006 yılında Net Holding projeyi ve araziyi Ağaoğlu şirketine devretti. Doğal olarak yeşil ve bitki stokları da Ağaoğlu’na geçti. Ağaoğlu dünyanın en ünlü mimarlarının da katkılarıyla Net Holding’in projesini daha farklı ve cazip bir hale getirerek ileriye taşıdı.
Ağaoğlu projeye 2007 yılında 18 delikli modern bir golf inşaatıyla başladı. Dünyanın en ünlü golf mimarının projesini, İngiliz ve Avustralyalı uzmanlarla tamamladığı sırada patlak veren ekonomik kriz ile komik bir arkeolojik engel, yatırımın geçici olarak durmasına yol açtı. O tarihte golf sahası bitirilmiş, alanın çimleri ekilmiş, peyzajına başlanmıştı bile. Hatta golfle ilgili hafriyatlar yapılırken, hafriyat alanında kalan 1000’den fazla zeytin ağacını söktürerek bir başka alana dikip hepsini kurtarmıştım.
Bu arada projenin elektrik-su-kanalizasyon gibi çok önemli altyapısı, o dönemin en modern teknikleri kullanılarak ve çevreye zarar vermeyecek şekilde hazırlanıyordu. Aradan geçen 14 yıl boyunca araziye tek bir çivi çakılmamış, sadece yeşil altyapısının, seraların ve içindeki bitkilerin korunması için, günümüze kadar büyük masraflar yapılmıştır.
Tuzla sulak alanı bölge için gerçekten çok önemli bir değerdir. Ancak bu değerin yıllardır ne durumda olduğuna da bir göz atmalıyız. Her yıl giderek çok azalan sayıda gelen flamingoların bu uğrak alanı, maalesef 10 yıldan fazla bir süredir feci şekilde kirlenmiş olup, zaman zaman toplu balık ölümleri görülmektedir. Lagun Milas yönünden gelen ve yol üzerindeki tesislerin atıklarıyla kirli ve çok kötü kokan bir suyla devamlı zehirlenmektedir. Bodrum-Milas yol ayrımından birinci derece sit Alanı olan Bargilya tarihi bölgesine gidişte, çok sayıda kaçak gecekondu, müessese ve hatta kaçak fabrika bile vardır. Bunların ve lagunun Boğaziçi köyü çevresindeki binlerce altyapısı olmayan konutun tüm kanalizasyon ve sıvı atıkları Tuzla Sulak alanına sızmaktadır. Bu konudaki şahsi çeşitli müracaatlarım cevapsız bırakılmış, şikayetler yetkililerce gözardı edilmiş, laguna giden suyun zehirli olduğunu doktor raporuyla tespit ettirmeme rağmen, atıklarıyla suyu zehirleyenlere bırakın cezayı, gözdağı bile verilmemiştir.
Bunları çok özetle böylece belirttikten sonra, şu sorunun karşılığını arıyorum doğrusu. Boğazın bir yakası altyapısı olmayan peynir kalıbı gibi sağlıksız yapılarla dolduruldu. Karşı yakası da aynı hale mi gelsin, yoksa modern, kontrollü ve alt yapısı tam, Tuzla sulak alanına ve doğasına en küçük bir zarar vermeyen, yeşilliklere boğulmuş, doğal örtüsü önemli derecede korunmuş bir proje mi yaratılsın? Bağırıp çağıracağımıza, gerekli bilgilerle donanarak, faydalı fikir, görüş ve düşüncelerle projeye katkı koysak, yöreyi ve doğayı zorlamayacak, aksine güçlendirecek bir politika uygulasak, daha doğru ve yararlı hareket etmiş olmazmıyız? Bunca yıllık tecrübem şunu göstermiştir ki, yapılmaz-yapılmamalı dediğimiz her şey gözlerimizin önünde, tüm itirazlarımıza rağmen rahatça yapılıyor. Kim ne derse desin, komünizm gelmediğine, tapular delinmediğine göre Ağaoğlu da projesini zorlansa da, uğraşsa da sonuçta yapıp bitirecek. Acaba bilgisi olmadan fikri olanların verdiği gazla ortaya karşı kıyıdaki gibi sevimsiz, peynir kalıbı görüntüsünde ve altyapısız inşaat ve konut tarlası mı yapılsın, yoksa modern-çağdaş ve en son teknikle donatılmış, elektrik ve suyunu kendisi üretecek modern, yemyeşil ve örnek bir proje mi?
Konu siyasi prim de getirdiği için, bazı sorumlu noktada oturanlar gerekli bilgilere sahip olmadan balıklama atlıyorlar meseleye. Oysa bu mesele o kadar önemli ki siyasi tribünden alkış almak pahasına, ülkemiz için neyin yararlı olacağı gibi bir hususu da gözden kaçırabiliriz. Hele Bodrum’u tam bitiren rezaletleri görmezden gelip, Milas’a ait bir proje için atıp tutanlara da, ciddi ve samimi bir değer veremiyorum. Aslında imkan olsa da, tüm çevreyi gereği gibi elbirliğiyle koruyabilsek. Ama ülke nüfusu artıyor, üstelik bölgemize, Ege’ye ve Antalya’ya inanılmaz bir göç yaşanıyor. Bu durumda gecekondu benzeri inşaatlara değil, modern proje ve yapılara, güçlü yeşil altyapısı olanlara prim ve izin vermek gerek. Ayrıca Milas’a değer katacak, onu Bodrum’un gerisinde ve gölgesinde kalmaktan kurtaracak akılcı girişimleri de arttırmalı ve desteklemeliyiz.Tabii doğayı katletmemeleri, saygılı davranmaları şartıyla…