60 yaş üstü olanlar 1980 öncesinin siyasi olaylarını, gençlik hareketlerini bilirler.
Günümüzde başta siyasi olmak üzere sosyal, psikolojik, ekonomik olaylar ve durumlar pek çok şeyin anlamını yitirmesine ya da itibarını kaybetmesine sebep oldu. Bir dönem vatanı, milleti için milli ve manevi değerleri uğruna canlarını, istikballerini düşünmeden bedel ödeyen ülkücüler bir türlü itibar görmedi çünkü iktidar olamadı. Ülkücülük anlaşılamadı çünkü milleti ve memleketi "milliyetçi fikir ve milli ahlak" yönetmedi. Son zamanlarda ülkücülük ve ülkücüler gündeme gelmiş ve haklarında övgü dolu sözler söylenmiş olmasına rağmen sahiplenme sıkıntısının yaşandığı görülmektedir. Ülkücülük davasının (fikrinin, felsefesinin) ve temsilcileri olan ülkücülerin itibarsızlaştırılması ve bu davanın ruhuna aykırı tavırların (durumların) yaşanması neticesinde "biz böyle miydik, ne oldu bize, neler oluyor, hani bizler neredeyiz..." diye "acaba?" sorusunun muhatapları aranmaktadır.
Sosyal medyada "Ülkücü Kimdir? Ülkücülük Nedir?" sorusuna ben de kısa bir açıklama yaptıktan sonra "Bir Dönemin Destan Kahramanlarından, Efsane Delikanlılarından" söz edeyim, yaşanmışlıkları anlatayım.
Ülkücülük, bir fikirdir, felsefedir. Ötüken'den gelen Türkün var olma davasının (bekasının) Turan'a giden yoludur.
Ülkücülük, Türklük gururudur, İslam ahlakıdır. Mazlumlara ve mağdurlara vicdandır, merhamettir. Hürriyet ve adalet sevdasıdır.
Ülkücülük, Türk milliyetçiliği fikriyle milli ve manevi değerleri sahiplenme ruhudur. Vatan, millet, ezan, bayrak için yaşamanın anlamını bilmektir.
Ülkücülük, kimliktir, kişiliktir, karakterdir. İnsan olarak yaratılmanın sırrındaki erdemlere sahip olmak demektir.
Ülkücülük, gönüldaşını, yoldaşını sahiplenmektir, cefayı ve sefayı paylaşmasını bilmektir, samimiyettir, dürüstlüktür.
Ülkücülük, kutlu dava yolunda yılmamak, yorulmamak, yıkılmamak demektir…
Daha pek çok şey söylemek mümkündür. Bu değerleri taşıyanlara ve yaşayanlara ülkücü denir.
“Ülkücüyüm” diyenlerde bu özellikler yoksa “ülkücü” denmesinin bir anlamı yoktur.
1980 öncesi ülke ve ülkü davasında idealist ülkücü gençliğin muhteşem hayat hikayeleri bugün bile bütün tazeliğiyle ve samimiyetiyle yaşıyor desem de o dönemin efsane kahramanları artık birer birer aramızdan ayrılıyorlar. Hayatın tatlı bir yalan, ölümün, acı bir gerçek olduğunu anlıyoruz.
Sizlere ülkücülerin 50 yılı aşan dostluk hikayelerinden söz edeyim.
1980 ve öncesi yıllarda okullarından mezun olanlardan güvenlik soruşturması sebebiyle atanamayanlar, görev verilmeyenler, yurt dışına çıkanlar, kaçanlar, arananlar, sürgün edilenler, tutuklananlar ekonomik ve sağlık sıkıntısı yaşayanlar bir hayli fazla idi.
1970-80 yılları arasında, Türkiye genelinde, gençlik hareketlerinin en hararetli yılları yaşanıyordu. Dönemin gençleri çok ağır bedel ödemekteydiler. 12 Eylül 1980 ihtilalinden dolayı sağ-sol değerlendirmesi ve dengesi düşüncesiyle, yaşayanlar bedel ödemeye devam ettiler. Şehitler ve idam edilenler, işkence görenler, aklını yitirenler yüreklerde derin acılar bıraktılar. 20’li yaşların delikanlıları gençliklerini yaşayamadılar ama geleceğin (bugünlerin) yaşanmasına vesile oldular.
Yıllar sonra, o dönemin gençleri, o günlerde yaşadıklarını, yaptıklarını unutmamak ve paylaşmak adına bir araya geldiler. Hatıralarla dolu hayatlarını canlı tutmak amacıyla, her yıl, bir ilde toplanarak dostluklarını ve arkadaşlıklarını yaşamak ve yaşatmak istediler. Balıkesir NEE mezunları da her yıl, bir ilde “geleneksel” toplantılar gerçekleştirdiler.
Toplantılara katılanlar dostluğu, duyguları, birlikteliği ve paylaşımı pekiştirmektedirler. O yıllara ait acı ve tatlı hayat hikayelerinin sahibi olan arkadaşlarımız, unutulmayan anılarıyla hafızalarını canlı tutmaktadırlar. O günlerde 20’li yaşların genç delikanlıları o yıllarda yaşadıklarını bugün 60 ve daha üstü yaşların ihtiyar delikanlıları olarak anılarını yıllardır anlatmakla bitiremiyorlar. Ben de bu anılardan söz edeyim de sizleri zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarayım.
Böylece ülkücülüğü ve ülkücüleri de anlatmış olayım.
Bir toplantıda, Sivaslı rahmetli Mustafa Toprak ağabeyimiz anlatmıştı. "Oruçluyuz, ezan okundu, yiyecek bir şeyimiz yok, alacak paramız da yok. Arkadaşımın gözüne baktım, anladı, gitti, az sonra, nereden ve nasıl aldı bilmiyorum, elinde bir karpuzla geldi. O gün iftarımızı bir karpuzla yaptık." demişti.
Çorumlu Alaadin Akel ağabeyimiz anlattı. "Ülkü Ocağı'nın muhasibiyim. Toplanan paralar bendeydi, Babam, harçlığımı göndermekte geciktiği için parasız kalmıştım. Akşam eve gidiyorum, Karnım aç, cebimde para var ama simit alacak kendi param yok. Ülküdaşlarımızdan toplanan paralar, bugün-yarın bir ihtiyaç için Ocağımıza lazım olur diye dokunmadım. O gün aç yattım, ertesi gün arkadaşımdan borç aldım" diyordu.
Pek çoğumuz, 8, 10 kişi bir evde kalıyoruz. Ben de hemşerim Mustafa Sağlam’ın evinde kalıyorum. Ortaya bir tencere yemek geliyor. Yemeği hepimiz kaşıklıyoruz. Tek kişilik tas, tabak yok. “Bugün de aç kalmadık” diye şükrediyoruz.
Ben, bir toplantıda, yıllar sonra Sivaslı Akif Dağdelen’i gördüm. "Beni tanıdın mı Akif?" dedim. Kendimi, hatırlatmama fırsat vermeden, "Cafer hocam, hatırladım. Cezaevinde yatak sıkıntısı vardı. Ben sana, arkadaşımla yatarım diye yatağımı vermiştim." dedi. Benim unutamadığım anımın, onun da güzel bir hatırası olduğunu anlamış oldum.
İşte bu, yatağı, yemeği, harçlığı paylaşılan bir arkadaşlık anlayışının hikayesi...
Özel günlerde ve durumlarda birbirimizin ayakkabısını, gömleğini, ceketini, montunu giyiyorduk. Kitap, defter, kalem gibi kırtasiyeleri birlikte ve sırayla kullanıyorduk.
Trabzon’daki toplantımızda, kürsüde konuşmamı yaptıktan sonra toplantıya ilk defa katılan Kayserili okul arkadaşımın “gazeteler seni öldürüldü diye yazdı, seni karşımda görünce şaşırdım ve çok sevindim Cafer hocam” demesi tebessümlere sebep oldu. Bir sol gazete, malum sütununda, adımı yazarak “bir militan yakalandı” diye beni yazdı ama "öldürüldü" diye yazdığını bilmiyordum, Arkadaşım, gazete haberini yanlış anlamış olmalı diyeceğim ama her gün en az 8 – 10 kişinin ölüm haberi yazılıyordu.
Trabzonlu “Ceset İsmet” dediğimiz Av İsmet Sağlam arkadaşımız anlattı: “Solcuların hakim olduğu bölgede bulunan Sanat Okulunda 2 kız arkadaşımızın mahsur kaldıklarını, gidip kızları alıp gelmemizi söylediler. Yanıma birkaç arkadaşımı aldım. Üzerimde korkutma amaçlı çalışmayan bir tabanca ve bir bıçak vardı. O an, kız kardeşlerimi kurtaracağımı düşünerek havalara girdim. Solun kurtarılmış bölgesi olan tren yolunun alt kısmına geçtim, kızları aldım, dönüyorum, tren yoluna birkaç adım kala, solcuların, bize saldırma seslerini duydum, peşimizden koştuklarını gördüm, o ana kadar öldürüleceğim aklıma hiç gelmemişti ama bizim bölge olan tren yolunun üst kısmına geçince bacaklarımın müthiş titrediğini hissettim” demişti.
Efsane yiğitlerin ölümü göze aldıkları korkusuz yüreklerini, tuttuğumuz nöbetlerdeki uykusuz gecelerimizi unutmak mümkün mü?
Hele, ömrünün yarısını cezaevinde geçiren, psikolojisi bozulan, geçim sıkıntısı yaşayan, vefatından önce, " hakkını helal et gençliğim, değmeyecek kişiler için seni mahvettim" diyen, cezaevinde volta atarak dertleştiğimiz Ömer Ekinci’ye vefatından sonra NEE’li arkadaşlarının geride kalan borçları için yardım kampanyası ile destek olması ne kadar anlamlı idi. Ve daha niceleri... Bu, paylaşmanın ve sahiplenmenin tarifi imkansız bir dostluk ve arkadaşlık anlayışı. Daha da ötesi, bir kardeşlik bağı...İşte ülkücü ve ülkücülük budur...
"Ölmenin ve dövmenin" çok kolay olduğu bir dönemde birbirleri için, sırt sırta verenlerin hayat hikayelerinin bilinmesini, uzaklardan dertleşenlerin, gönülleri birleşenlerin destanının söylenmesini. idealleri uğruna yaşamak isteyen, “var olma” kavgası veren idealist gençlerin efsaneleşen mücadelesinin unutulmamasını diliyorum..
Hatır, gönül, vefa, dostluk ve unutmama adına hayatı anlamlı hale getirenlere, gönülleri birleşenlere, uzaklardan dertleşenlere selam olsun diyorum...
“Ülkücüyüm” diyenlere ülkücülük adına hayatınızda kırgınlıklarınızın, küskünlüklerinizin, "keşke"lerinizin, "ah, vah"larınızın olmamasını temenni ediyorum. Dostlukların devamlı yaşanmasına ve yaşatılmasına vesile olmak gerekir. Kolay elde edilenler anlamsız, önemsiz ve kıymetsiz olur. Zoru başarmak emek ve bedel ister. Bazı değerlerin anlamı çok derinlerdedir.
Ülküdaşlarınızı, arkadaşlarınızı, dostlarınızı kardeşiniz olarak bilin. Hiçbir şeyi, bunların tırnağının içindeki kire bile değişmeyin ve üstünüze bir karış toprak örtülmeden de sakın unutmayın...
Yaşamak dediğin ne ki, güneşe yamaç kar mı?
Bu yol nereye gider, dostluktan ötesi var mı?
"BEKA" meselesi, "ZEKA" ile yakından ilgilidir. Zekası olmayanların bekadan söz etmesi mantıklı değildir...
Ülkücülüğü ve ülkücüleri bilmem anlatabildim mi?..
Teşekkür ederim Ali hocam,
Ne hazindir ki davası uğruna canını, gençliğini heba edenlere koltuğunu feda etmeyenler vefa göstermiyorlar, yazık...