Zaman, kifayetsiz muhterislerin zamanı…

Siyasetçilerin dillerine dolamaktan pek hoşlandıkları kavram olarak “demokrasi”, menfaat treni yapıldı çoktan.

Gerçek şu ki diploması bile olmadan seçilmiş olmanın düpedüz “kutsandığı” bir ortamda, hiç kimse seçilen vasıfsız(lar)dan “bu halk beni o veya bu şekilde seçiyor, bari işi öğreneyim, daha iyi hizmet edeyim” insafı beklemesin.

Peki o adayları bizden oy isteyecek konuma getirip “aday” yapanlar? Partiler, genel başkanlar? Onların kıstasları nelerdir?

Meraka gerek yok, meclise ve kimi belediye başkan adaylarına baktığımızda kıstasın “ehil” olmayla ilgisi olmadığını anlayabiliyoruz.

Vekil yapılmış, bakan yapılmış, yetmemiş bir de belediye başkanlığına aday yapılmış.

Durum bu olunca, “seçilmiş(!)” bir vekil, bakan ya da belediye başkanı olmak, “asgarî ücretli bir iş bulmaktan” daha kolay oluyor elbette.

Adayı yapıldığınız partiye, şehrin eğilimine ve o günkü şartlara göre değişir şüphesiz. Bir de kişisel yapıya…

Beri yandan hali hazırda merkezî idareyi elinde tutanların “kendinden olmayan belediyelere” bakışı ve oraların halkına savurduğu “bizi seçmezseniz hizmet alamazsınız” tehdidi malum…

Dahası, kendilerinden olmayan belediyelerin yerel maddî kaynaklarının ellerinden alınarak onları hizmet veremez hale getirmeleri de olmayan şey değil…

Hatırlarsınız, koruma ve geliştirme hizmetleri İzmir Selçuk Belediyesi tarafından verilen kültür mirası Meryem Ana Kilisesi'nin işletmecilik haklarına dair sözleşme tahsisi geçen aralık ayında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sonlandırılmış, böylece Selçuk Belediyesi en büyük gelir kaynağından edilmişti.

Böyle çok örnek var.

En özet haliyle durum şu: İktidara ait belediyeler “öyle de seçiliyoruz, böyle de” rahatlığıyla yan gelip yatarak hizmet vermiyorlar, iktidardan olmayan belediyelerinse hizmet vermemeleri için ne gerekirse yapılıyor. Bununla birlikte iktidar ya da muhalefet fark etmeksizin partisel ezbere eğilimlerle oy verilen şehirlerde de “yan gelip yatma” açısından durum parlak değil.

“Odunu koysam seçilir” kafası ne yazık ki hem iktidarın hem muhalefetin sorunu. Parti liderleri ve biatçıları kendilerini “ağa”, seçmenlerini de ne derlerse yapacak “marabalar” olarak görüyor. Haklı çıkma ihtimalleri bile acıdır. Bu ihtimal, önümüzdeki seçimde bir kez daha sınanacak.

O, bu, şu derken olan ne yazık ki hizmet bekleyen beldelere ve halka oluyor sonunda…

Bu noktada bilhassa yerel seçimlerde belediye başkanlarının aday gösterilme ve halka hizmet meselesi yukarıda anlatmaya çalıştığım şekildeyken benim geliştirilebilir şöyle somut bir önerim var.

En azından belediye seçimleri için…

  • Belediye başkan adayları için ciddi ve işin mahiyetine yönelik kriterler getirilmelidir.
  • Partiler, aday gösterememeli, belediye seçimlerine girmemeli, adayların parti üyelikleri bulunmamalı, tümü tıpkı muhtarlar gibi bağımsız adaylar olmalıdır.
  • İl ve ilçe meclisleri için belediye başkan adaylarının listeleri olmalı, il ve ilçe meclisleri, seçime katılan tüm adayların aldıkları oylar nispetiyle şekillenmelidir.
  • Seçimler 10 yılda bir yapılmalı, en çok oy alan üç adaydan birinci sırada olan 5, ikinci sırada olan 3, üçüncü sırada olansa 2 yıl başkanlık yapmalı, herhangi birinin başkanlık döneminde diğer ikisi yardımcılık görevini üstlenmelidir.
  • Bu dönemlerin herhangi birinde belediye başkanlığı yapmış ya da yapma hakkına sahip olmuş kişi, tekrar aday olamamalı, milletvekilliği gibi, bakanlık ya da parti mensubiyeti gibi herhangi bir siyasi kimlikle görev ya da sorumluluk almamalıdır.
  • Başkanların, aile fertlerinin, uzak yakın akrabalarının, atadıkları bürokratların mal varlıkları her yıl incelenmeli, öncesi ve sonrası değişimler mercek altına alınmalı, haksız kazanç söz konusu olduğunda ivedilikle hukukî süreç başlatılmalıdır.
  • Her belediyenin, bireyler gibi kredi notu olmalıdır.
  • İller bankası bağımsız ve partiler üstü olmalı, belediyelerin projeleri iller bankasının da bağlı olduğu üst kurulca değerlendirilmeli, bütün proje onayları cumhurbaşkanının değil bu üst kurulun görevi olmalıdır.
  • Bu kurulun denetlendiği bir hukukî yapı oluşturulmalı, cevap süresi netleşmeli, sunulan projelerin sümen altı edilmesinin önüne geçilmelidir.
  • Bugün yaptırım gücü açısından işlevsellikten uzak kent konseyleri geliştirilmeli, mahalle hatta sokak temsilcileri vasıtasıyla halkın yerel yönetime katılması sağlanarak güç paylaşımı yapılmalıdır.

Olmaz mı yani?

Şehirlerimizin, beldelerimizin, birilerinin üzerinden para kazandığı, arada da “içinde var olmamıza” mecburen(!) izin verilen değil, gerçekten “yaşanılır” hale getiren vizyona ve onları seçebilecek bilince eriştiğimiz bir gelecek, seçim ve sandık sonucu diliyorum.

Ülkemizin ve şehirlerimizin “rant” değil “hayat” amaçlayan bir vizyonla yönetilip “kanal İstanbul” gibi “dinozorlu parklar, devasa akvaryumlar” gibi projelerin birer “ham hayal” olarak kalması umuduyla…

Haftanın Notu:

1921 Anayasasına dönüş planında kimler kimlerle beraber? Sanırım bu ibret, görebilen herkese yeter!

Hatay-Antakya’da konteynırlarda hayat mücadelesi veren vatandaşlarımız, şimdi de su baskınları ile boğuşuyor. Koltuk savaşlarınız bitse de o bölgeye bir baksanız…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.