Mağdur olmak daha doğrusu mağdur görünmek, önemli bir değer coğrafyamızda… Hatta alegorik (simgesel) bir anlatımla “yeterince çalışmayan aç kalır”, “hakkını aramayana kimse hakkını vermez” gibi anlamları içinde barındıran “ağlamayan çocuğa meme yok” atasözünü kelime anlamıyla algılayıp “memeyi kapmak için” boyuna “ağlıyoruz.” Tıpkı simgesel anlatımlı başkaca metinleri yanlış anladığımız gibi…

Ana damar, “mağduriyet üzerinden kazanım” olunca merhamet de sömürülen duygular arasına giriyor elbette. Oysa bireyin, haksızlık, zulüm ve sonuçta adaletsizlikle karşılaşmasıyla ortaya çıkan mağduriyetin tek şifa yolu hukuktur; merhamet değil!

Merhametle çözülmeye çalışılan mağduriyetlerin yeni zalimler doğurduğunu son çeyrek asırda can sıkıcı şekilde öğrendik.

Meydana gelen mağduriyetler kamplaşmayı, kamplaşmalar da gettolaşmayı beraberinde getiriyor. Bu durumda da istismarcılar, açık yaraya saldıran mikroplar gibi vücudun tamamını hasta etmek üzere ortaya çıkıyorlar. Yarayı açanlar da kendileri zaten…

Mağduriyet, insanların hayatının herhangi bir noktasında karşılaşabilecekleri bir olgudur. Ancak, haklarının bilincinde olan ve hak temelli mücadeleyi benimsemiş, ayrıcalık değil adalet isteyen bireyler, mağduriyetleri en aza indirgeyebilirler. Bu da hukuku temel edinmiş sosyal ve laik devlet yapısıyla mümkün.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Adalet mülkün temelidir” sözü, tam da bu yüzden hayati önem taşır.

Daha sağlıklı olan “devlet/birey” ilişkisini “devlet/cemaat”, “devlet / falan grup-kimlik” şekline döndürürseniz iş, içinden çıkılmaz hale gelir. Gerçek mağdur bireyler çoğalır. Bu durumda her topluluk kendi adalet anlayışını dayatmaya başlar, hatta kendine özel çözümler önerir. Oysa devlet mekanizmasının en önemli işlevi hiçbir farklılık gözetmeksizin her bir vatandaşı için hukuk kuralları dahilinde uygun yaşama ortamını ve fırsat eşitliğini sağlamaktır.

Anayasamızın 5. maddesi açıktır.

“Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Odak noktası, herhangi bir topluluk değil bireyin ta kendisidir.

Bu konuda da 12. madde ortadadır.

“Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”

Konuyu dağıtmak istemiyorum ama şunu da belirtmeden geçmeyeceğim. Devlet kocaman bir makine, hükümetse vatandaş olarak onun başına oturtup sizin adınıza işletme görevini verdiğiniz kişi ya da kişilerdir. Makinenin başına ondan anlamayan, anlamak şöyle dursun “Hangi parçası kaça gider?” kafasındaki birilerini oturttuğunuzda ne olduğunu artık biliyor olmamız gerek.

Neyse… Biz mağduriyet meselesine dönelim. Konu hassas ve yara açık. Peki ya tedavi?

Bu noktada devreye “pozitif ayrımcılık” girmekte… Esas çözüm gerçekleştirilene kadar “pansuman tedbir” olabilecek şeyleri kalıcı hale getirmek, muhatapları memnun etse de “gerçek çözümü” engellemektedir.

Gerçek çözümse hayatı bireysel haklar bazında ele alıp bireyin yetenek ve yapabilirliklerine odaklanmaktan geçiyor. Bunun da temeli fırsat eşitliğine dayanmaktadır. Amacı “vatandaşının temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmakolarak anayasada işaret edilen “devlet makinemizi” idare edenlerin en önemli görevi budur.

“Pozitif ayrımcılık” meselesini engellenen insanlar açısından özgül olarak ele alırsak, yapılması gereken “iş yerlerinde ‘çalışan engelli’ kotaları ile oynamak” değil, “engellenen bireylerin eğitim, meslek edinme ve çalışmalarının önündeki beşerî, mimarî, sosyal ve çarpık zihniyete dayalı engelleri ortadan kaldırmak” olmalıdır.

Hayat, insan denen faninin insaf ve merhametine bırakılmayacak kadar kıymetlidir.

Tam da bu yüzden…

“Adalet mülkün temelidir!”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.