Bugünkü dünya uygarlığının çıkış noktası olan Avrupa kıtası, sanayi devrimi ve birbirini izleyen diğer devrimci atılımların ortaya çıkış merkezi olarak yirmi yüzyıldan daha fazla bir zaman dilimi içinde, insanlığa büyük katkılarda bulunmuş ve böylesine bir olumlu desteğin çeşitli katkılar üzerinden çağdaş uygarlığa sıçrama yaptıran atılımların belirginlik kazanmasına her açıdan yardımcı olmuştur. Avrupa bu çerçevede ayağa kalkarak insanlığa yön göstermeye yönelirken, iki bin yıllık bir tarihsel sürece zemin hazırlamıştır. Orta çağ sonrasında içine girilmiş olan devrimler çağı, Avrupa merkezli adımların atılmasıyla öne çıkmış ve daha sonraları da bilimsel gelişmeler birbirini izlediği için, sanayi devrimini diğer alanlarda izleyen yeni devrimci atılımlar, daha sonraki dönemlerde insanlığın gündemine oturmuştur. İnsanlığın beş kıta da birden orta çağ uykusundan uyanarak kalkınma ve gelişme yoluna doğru gitmesi, beş asırlık bir zaman dilimi içinde gelişerek çağdaş uygarlık düzeyinin başlangıç noktalarında, Avrupa kıtası öncülük görevini üstlenen bir merkez olmanın ötesine giderek, tüm insanlığın geleceği için yararlı olabilecek adımların birbirini izleyen bir çizgide devreye girmesinde etkin bir rol oynamıştır. Yeni çağlar böylesine bir oluşumun başlangıç dönemi sonrasında ön plana çıkmış ve bu yüzden de dünyanın gelişmesi ve insanlığın ilerlemesi, Avrupa kıtası merkezli devrimci atılımlar ile tarihteki yerlerini almıştır. Bugünün en ileri ve gelişmiş devletleri Avrupa kıtasında yer almazken, Avrupa ülkeleri gene eskisi gibi öne çıkan devrimci adımları ile tarih yazmaya devam etmektedirler.
Geçen ay içinde Avrupa ülkelerinde Avrupa Birliğinin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu ile ilgili seçimler yapıldı ve ortaya kıtasal kamuoyunun biçimlendirdiği yeni bir siyasal ortam beklenmedik bir biçimde geldi. Birlik üyesi olan Avrupa ülkelerinin tamamının katılmış olduğu bu seçimler sonucunda, Avrupa’nın kıtasal bir yapılanma olarak ne gibi siyasal gelişmeler ile karşı karşıya olduğu açıkça siyasal gündemin başköşesinde yerini almıştır. İspanya’da sağcı partiler yüzde kırk, Hollanda’da iktidardaki sağcı partilerin oy oranları beş misli arttığı görülmüştür. Avusturya da sağcı parti ilk kez en fazla oyu birinci sırada alırken, sağcı parti Avrupa Birliği gibi bir kıtasal oluşuma karşı çıkarak bağımsızlık statüsünün devamını istemektedir. Belçika gibi Avrupa Birliğinin merkezi olan bir ülkede liberaller ağır bir yenilgiye kayarken, bu ülkeden ayrılmak isteyen Flaman milliyetçisi parti oylarını eskisine oranla daha da fazla bir çizgide destek almıştır. Polonya’da ise geleneksel sağ kanat parti olan Sivil Koalisyon seçimleri kıl payı kazanarak var olan statükonun sürdürülmesini sağlamıştır. Toplam seçmen sayısının üçte birini alan bu parti eski sağcı muhalefet olan Hukuk ve Adalet partisinin önünde yer almıştır. Sağ uçta yer alan konfederasyon partisi ise oylarını üç misli artırarak seçimleri tamamlamıştır. Avrupa ülkeleri içinde orta ve doğu Avrupa arasındaki alanda yer alan Macaristan da Macar milliyetçi iktidar partisi oylarını daha da artırırken, yeni kurulan merkez sağ bir parti seçmenlerin yüzde otuzundan destek alırken, Avrupa Halk partisi grubuna katılma hakkını elde etmiştir. Avrupa Parlamentosu seçimleri içinde yer alan milliyetçi ve sağ kanat partilerin oyları yükselirken, yeni bir milliyetçi dönemin hızla devreye girdiği görülmektedir. Liberal tutum ve yaklaşımlar bu aşamada geride kalmıştır.
Bütün ideolojilerin ve siyasal sistemlerin doğduğu ve zamanla yaygınlık kazandığı Avrupa kıtası bütün devletlerin katıldığı bir genel seçimler aşamasından geçerken, ilerisi için yeni bir tutum belirlemektedir. Liberalizmin ve sosyal demokrasinin doğum yeri olan Avrupa kıtası aynı zamanda ulusalcı hareketlerin ve milliyetçi cereyanların da doğduğu yer olmuştur. Sanayi devrimi benzeri yenilikler yaşam biçimlerini tümüyle etkileyerek yenilerken, aynı zamanda Fransız devrimi çizgisindeki siyasal gelişmeler de devrimci fikirlerin insanlığın düşünce alt yapısını zenginleştirerek, çağdaş uygarlığa yönelen insanlık birikimini gelecek için ana hedef haline getirmiştir. Ortaçağ sonrasında yüzyıllarca ilerleme ve gelişme kavramlarını kendisi için bir dayanak noktası olarak gören Avrupalılar, en son olarak kullandıkları oyları ile kendi kıtaları üzerinden insanlığın geleceği için belirli bir çizgi belirlerken, bu kez milliyetçi oyların fazla miktarlarda kullanılmasıyla ve bugünkü ulus devletin dünya sahnesine yeniden çıkmasıyla, Fransız devriminin bir armağanı olarak insanlığı yeniden milliyetçilik ülküsüyle karşı karşıya getirmişlerdir. Avrupa kökenli sosyalizm, sosyal demokrasi, liberalizm gibi ana akımların hepsi dışlanarak devre dışı bırakılırken, orta çağ sonrasında gündeme gelen milliyetçilik cereyanlarının bugünün dünyasında yeniden gündeme gelmeleriyle farklı bir siyasal durum gündeme getirilmiştir. Orta çağ sonrasında krallıklar ve imparatorluklardan ulus devletlere doğru bir geçiş süreci yaşanırken, şimdi gelinen yeni aşamada ve bugünün koşullarında bu kez de ulusal toplum yapıları ile ulus devletleri ortadan kaldırmak üzere, yeni tür bir emperyalizm küresel boyutlarda örgütlenmeye girişmiştir.
Bütün ideolojilerin ve siyasal akımların Avrupa’daki çıkış yerleri gelecek için belirleyici olmuş ve bu doğrultuda insanlığın gelmiş olduğu yeni aşamalarda bir dönem içinde ortaya çıkan kapitalizm çökmeye doğru yönlendirilirken, sosyalizm bu aşamada ana akımın yerini alabilecek farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Liberalizm, sosyal demokrasi ve de diğer akımlar iki ana ideoloji arasında yer alan zamanla birlerinin yerine geçerlilik kazanan düşünce tarzları olmuştur. Bugünün koşullarında Karl Marx’ın zamanında fazlasıyla uğraştığı kapitalizm şirketler üzerinden çökerken, var olan devlet düzenlerini de yıkıma doğru zorlamaya başlayınca, küresel emperyalizm ile ulusal toplumlar ve devletler karşı karşıya gelerek, bugünkü dünyayı yeni bir kamplaşma olgusu ile karşı karşıya getirmişlerdir. Bir tarafta halklar ve uluslar ile, diğer tarafta da giderek küreselleşen tekelci şirketlerin, uluslararası alandaki tekelci ve hegemonyacı tutum ve davranışları bugünün dünyasını yeniden eskisi gibi yeni bir çıkmaza doğru sürüklemişlerdir. Dünyada var olan bütün düşünce ve siyasal akımların doğum yeri olan Avrupa kıtası kapitalizm ve sosyalizm çatışmalarının dışına çıkma aşamasına gelirken imparatorluklar sonrasında kurulmuş olan ulus devletlere bağlı bulunan ulusal toplumlar Fransız devrimi sonrasında kazandıkları ulus devlet statüsünden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Avrupa parlamentosu için üye ülkelerde seçimler yapılırken, diğer düşünce ve ideolojilerin çökertilmesi nedeniyle, milliyetçi akımlara doğru seçmen tabanında önemli miktarda kaymalar olmuştur. Dünya tarihinde görülmemiş biçimde eski sosyalistler, sosyal demokratlar ve liberaller darmadağın bir hale gelirken, yeni siyasal dönem bir kaos ortamı olarak görülmeye başlanmıştır. Birinci dünya savaşı sonrasından gelen eski siyasal partiler düzeni, yepyeni bir milliyetçilik akımının yükselişi ile birlikte siyasal gelişmeleri belirlemeye başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı öncesi siyasal durum yeniden ortaya çıkartılırken, Avrupa kıtası ciddi bir karışıkla karşılaşmıştır.
Dünyanın önde gelen ilericileri, devrimcileri, bilim adamları, filozofları ve siyasal önderleri kendileri için Avrupa kıtasını bir doğuş ve ortaya çıkış kapısı olarak görmüş ve bu durumu kendi varlıkları açısından her zaman için bir güvenlik sorunu olarak değerlendirmişlerdir. Avrupa’da doğmuş olan siyasal düşüncelerin temsilcileri duygu ve düşüncelerini dünya kamuoyuna anlatırken, bu önemli kıtadaki var olan hukuk devleti ile demokratik rejimleri birlikte ele alarak Avrupa siyasal sistemleri ve rejimlerinin çatısı altında kendilerini korumaya çaba göstermişlerdir. Milliyetçilik oylarının Avrupa parlamentosunun yapısını değiştirmesiyle birlikte, artık eskisi gibi bütün siyasal fikir ve düşüncelerin tarihsel hak ve özgürlükleri koruma ve savunma mekanizması çerçevesi içinde Avrupa parlamentosu siyasal sistemi içinde, normal koşullarda gelecek yüzyıllara kadar uzanacak bir koruma güvencesine kavuşturulmaları beklenirken, son parlamento seçimleri aşamasında milliyetçi oyların eskisinden çok fazla verilmiş olması, Avrupa devletleri üzerinde bir üst-bölgesel devlet olarak örgütlenmeye çalışılan parlamentoyu öne çıkarmaktadır. ABD Amerikan Birleşik Devletleri olarak kıtasal bir devlet olmaya yönelirken, Avrupa Birliği topluluğu da bu çizgide bir kıtasal devlet olmaya yönelmiş ama böylesine bir yönelişten beklenen istikrarlı ve gelişmiş siyasal hukuk düzeni gündeme getirilememiştir. Avrupa’daki milliyetçi oyların birkaç misli fazla kullanılmasıyla ciddi bir istikrarsızlık sürecine girilmesi, kuruluş aşaması bitmemiş olan Avrupa kıta devletinin son aşamada kurulması hayallerini yıkmıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında içine girilen birlik sürecinin tamamlanamaması ortaya çok ciddi sorunlar çıkarmıştır. İhtilafa düşen ulus devletler, kendi çıkarlarını korumak doğrultusunda daha fazla sert siyasal duruşlara yöneldikçe, kıtasal sürecin iç dünyasında iniş çıkışlar daha fazla yer alarak kıtasal kaos bu açıdan da tırmanma potansiyeli getirmiştir.
Seçim sonuçları açıklanırken milliyetçi oyların fazlasıyla çok olması üzerine yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketler, dünya medeniyetinin doğduğu bu kıtadaki üst bölgesel devlet arayışının sona erdiği gibi olumsuz sonuçları öne çıkararak, demokratik rejime duyulan güvenin paramparça olduğunu göstermiştir. Normal koşullarda milliyetçiliği de tıpkı sosyalizm, sosyal demokrasi ya da benzeri başka bir ideoloji çizgisinde kullanmasını iyi bilen Avrupalılar, dengelerin bozulması ya da siyasal çizgilerin bozulması gibi olağan olmayan durumların ortaya çıkmasını korku ile karşılayacağına, zayıflamış olan milliyetçi potansiyeli güçlü gösterebilmek için millici ya da ulusalcı duruşları aşırı sağ diyerek ya da var olan durumlara ters düşecek biçimde ileri giderek, normalin ötesinde bir aşırılık kavramıyla birlikte sertleşme ve çatışma yanlısı olumsuz bir siyasal çizgi öne çıkarılarak bazı gerçekler saptırılmaktadır . Milliyetçi oyların fazla verilmesini hemen aşırı sağcılıkla suçlamak kolay bir yol olarak görünmektedir. Milliyetçilik diğer ideolojiler gibi bir siyasal akımdır ama bunun ötesinde aşırılıkla suçlanması tümüyle ters sonuçlar verebilir ya da milliyetçilik karşıtı çizgileri öne çıkararak milli devletleri ya da ulusal toplum düzenlerini sarsarak çökertebilir. Ulus devletlerin güçlenmesini istemeyen tekelci şirketler ya da küresel organizasyonlar normal milliyetçi akımları tasfiye ederek, hegemonya düzenlerini her yerde geçerli kılmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda milliyetçi akımları ve siyasal yapıları aşırı kavramı ile birleştirerek, halk kitlelerini normal cumhuriyetçilik çizgisinden daha uzağa doğru sürükleyerek, milliyetçilik normal sınırlar dışına kasten sürüklenmektedir. Her milletin varlığını güvence altına alan milliyetçilik, uluslar tarafından kendi güvenliklerini korumak için de sonuna kadar savunulmaktadır.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....