1925'de Rusya ile imzalanan saldırmazlık antlaşması biterken açık ve örtülü tehditler de yapıyorlardı durmadan..
Bize katılmazsanız şöyle böyle yaparız diye..,
Nükleer cinayetleri nedeniyle yargılanamayan ABD'nin safında yer tuttuk bir avuç Milyon dolar karşılığında 1947 de..
"Hava nasıl olursa olsun, refaha yalnızca birlikte ulaşırız" sloganı ile imzalandı Marshall Planı.
Asırlardır topraklarımızda gözü olan düşmanımızdan hem kurtulacak hem de can çekişen hazinemiz biraz nefes alacaktı..
1950'lerde diz ve poposu yamalı yurttaşların fakirhanelerinde bulunmayan şeyler dikkat çekmeye başladı, muhtar ve birkaç az yamalı olanların köy evlerinde..
Önde 2 düğmesi ve akasında ufak çanta büyüklüğünde BEREC yazan pil kütlesi olan lambalı radyo “HOŞGELDİM EVİNİZE” diyordu kasılarak..
120 hanelik köyde, Muhtar odasına toplanan, okumamışların radyodan çıkan seslerle pörtleyen, şaşılaşan gözleri, hayret dolu bakışlarla odaklanmıştı bu mucize alet üstünde..
Her biri yerinden kalkıp, bu aletin bir önüne bir arkasına durmadan bakıyorlardı irileşen gözlerle..
Çok geçmeden allak bullak olmuş konuklarına İlk kahve ikramını da yapıyordu, genç azanın hizmetiyle muhtar..
..
Biraz geçmişe dönelim bu arada..
Çay ve kahve kültürü çoğu ulusların doyumsuz yaşam biçimidir.
Osmanlı direklerarası çayhaneleri, edebiyatçıların, sanatçıların, tüm keyf erbabının yoğun ve zevkli sohbetlerle uzun zaman geçirdikleri uğrak yerleridir..
Haklarımızın ve 20 milyon kilometrekare toprağımızın gasp edildiği 1. Dünya Savaşı sonrasındaki Kurtuluş Savaşımız ile dizbağları sarsılan "Genç Türkiye Cumhuriyeti" döneminde de öyle..
Ancak yokluğun iliklerine işlediği Anadolu köylüleri bu keyiflere ancak,1947'lerden sonra ulaşabildi.
Dönelim şimdi Muhtar odasına;
İkram edilen bu kara sıcak suya da, nohut kahvesi gözü ile bakıyorlardı oda erkanı.
Kulpuna fincanın, hiç dokunan da tutan da yoktu..
-Yine nohut gahvesi mi muhtar Emmi? diye sordu biri içlerinden.
-Hakiki gayfe Hasanım hakiki gavur gayfesi, nohuttan, mısır püskülünden yapılma deeeğel, Höpürdet afiyetle..
Dedi, radyodan fazla gibi kasılan muhtar..
Gönüllere keyif saçan, bu sosyal refah öncüleri, ayak basmıştı, bütünü toprak damlı yoksul köyün muhtarlık odasına ilk önce..
Yıl yılı izledikçe artış gösteren bu iklinin yanına, çay ve şeker nimetinin de eklenmesiyle, sevinç ve mutluluk dolmuştu yakıtı saman ve tezek dolu teneke sobalı yuvalara..
..
Alentirik denilenin de esamesi okunmazdı hiç o yıllarda..
40 Bin köyün iki elin sayısı dışındakilerde, isli, ışıklı bezir ve gazyağı, idare ve gaz lambaları körlüğünde sürükleniyordu yaşamlar..
Elektrik ne işe yarardı bilen var mıydı ki?
1950'lerde askerdeyken gördüğü elektrik bilgisi ile dönen birinin, bu köyden hiç çıkmamış 3 kişiye büyük şehirde oynadığı oyun, dilden dile dolaşırdı..
Biri dışında, otelin ışıkları şaşırtmıştır 3 arkadaşı..
Kalacakları odaya çıkan 4 arkadaş geç saatlere kadar sohbet ettikten sonra, askerden dönen,
-Ali şu lambaya püf de yatalım gayri.. demiş..
Garibim Ali üflese de söndürememiş ampulde yanan ışığı..
Kıs kıs gülen asker dokunmuş duvardaki düğmeye..
Karanlıkta kalan yorgun Ali de;
-Aboo duvardan alyormuş soluğu bu meret lamba.. Ulan ben şimdi senin.. diye yürümüş üstüne arkadaşının..
..
O kadar okumamış bireyler varken Anadolu’nun yanık bağrında, "Aydınlanma" da ne demekti?
Sanayisi olmayan ülkenin elektriğe gereksinimi olur muydu?
1966 Yılında Keban, sonraki yıllarda devreye giren diğer barajlarla köylerimiz ışıklanmaya, sanayimiz de ışıldamaya başladı..
1984'lü yıllardan sonra dışa açılımcı, vizyonlu politikalar devreye girdi.. Alt yapı hizmetleri ivme kazandı..