30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı yasa ile “tekke, zaviye ve türbeler” kapatılmıştır. Bu yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir. 677 sayılı yasa, 5 Mart 1950 tarihinde değiştirilerek, türbelerin bir bölümünün Bakanlar Kurulu onayı ile açılmasına olanak sağlandı. Aynı yasa 16 Şubat 1990 tarihinde tekrar değiştirilerek, türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartı kaldırılmış ve sadece Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görülmüştür.
Anayasanın 174. maddesi ile koruma altına alınan Devrim Yasaları’nın günümüzde uygulandığını söylemek zordur. 677 sayılı yasanın ve anayasanın 2, 24 ve 174. maddelerinin gereği yapılarak, tarikat ve cemaatlere son verilmeli, tekkeler kapatılmalı, sorumluları hakkında ilgili ceza yasaları uyarınca dava açılmalıdır. Ama bu uygulamayı yapacak siyasi irade yoktur.
Gençlerimizin hem umutlarını, hem de yaşamlarını yok ederek, onları kuşatmaya ve ortaçağ karanlığında boğmaya çalışan tarikat ve cemaatlerde sürekli yürek burkan olaylar yaşanmaktadır. Yangın görüldü, taciz görüldü, tecavüz görüldü, cinayet görüldü, intihar görüldü. Toplumda büyük üzüntüye yol açan Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın intihar etmesi, ne ilktir, ne de son olacaktır. Enes Kara, yaşamına son vermeden önce video çekerek, tarikat yurdunda gördüğü baskıları, akıl dışı uygulamaları, yaşadığı gelecek kaygısını, aile dramını ve imam hatipli kız kardeşinin yaşadıklarını anlatmıştı.
Videodaki şu ifadeler gençlerin gelecek kaygılarını ve tarikat-cemaat yurtlarında yaşananları açıklamaktadır: “Herkes doktorluktan kaçıyor, çünkü mobbing var, uzun süreli nöbetler var, hastadan şiddet görme ihtimali var, köle gibi çalışıyorsunuz, ben böyle bir gelecek istemiyorum. Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu, kendim Müslüman değilim, ailem bilmiyor, buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde hayır cevabını aldım.”
27 Mayıs 1960 sonrasında kurulan Kredi ve Yurtlar Kurumu ile yükseköğrenim gören gençlerin barınma ve yiyecek gereksinimleri sağlanmıştı. 12 Eylül 1980 sonrasında ve özellikle Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ödenekler azaltılarak, öğrencilerin tarikat-cemaat yurtlarına yönlendirilmesine olanak sağlandı.
AKP iktidarının yol vermesiyle birlikte, tarikat yurtları ülkenin dört bir yanına yayıldı. Yurtlarda yaşanan skandallar, öğrenciler için büyük tehlikelere yol açmaktadır. Böyle durumlarda suçlu aile, yakın ve uzak çevre ile devletin yöneticileridir. Tüm bunlar yaşanırken, sessiz kalarak suça ortak olan her birimizin sorumluluğunu da göz ardı etmemek gerekir. Ülkemizin her geçen gün kararan ortamını değiştirme yolunda yurttaş olarak üzerimize düşenleri yerine getirmedik.
25 yıldır Risale-i Nur okuyan Enes Kara’nın babası, bir kez Nutuk okusaydı, aydınlanmanın ne olacağını anlayacak ve bir doktor babası olarak mutluluk duyacaktı. Enes Kara’nın babasının “yıllardır cemaatin içindeyim, bir zararını görmedim” demesi ile “laiklik tehlikede değildir” diyen CHP genel başkanı arasında bir fark yoktur. Aynı genel başkanın “gençlerimizle ilgili canımızı yakan olgular söz konusu olunca, paylaşacağımız içeriklerde hepimiz sorumlu davranmak zorundayız. Bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım” sözleri ile Milli Eğitim Şurası’nda alınan “okul öncesi 4-6 yaş çocuklarına din dersi verilmesi” kararına sessiz kalması, her şeyi gözler önüne sermektedir. AKP'nin laik sistemi yıkmak için aldığı her kararı aynı şekilde destekleyen CHP genel başkanı ile iktidar olmayı beklemek, hayalin de ötesindedir.
Yaşadığımız olaylar, laik ve demokratik cumhuriyetimizin yıllardır adım adım ve göstere göstere kemirilmesiyle gelinen noktanın doğal sonucudur. Atatürk ilke ve devrimlerini umursamayanlar, din sömürüsü yapanlar, eğitimi tarikatlara teslim edenler, şeriata gidişe tepki vermeyenler bu sonuçtan sorumludurlar. Gençlerimizin hayallerini, umutlarını, neşesini, özgürlüğünü, geleceğini, hayatlarını çalan düzeni hazırlayanlar, sessiz kalanlar bu yaşananların hesabını vermelidirler. Çocuklarımızın duygu ve düşüncelerine sevgiyle eğilmeliyiz, hep yanlarında olmalıyız. Önceliğimiz çocuklarımızın mutluluğu ve aydınlık gelecekleri olmalıdır. Çocuklarımızın ışığını söndürmek yerine, o ışıkla beyinlerinin ve yüreklerinin aydınlanmasını sağlamaya çalışmalıyız.
Aydınlık ve çağdaş Türkiye’nin güvencesi olan Atatürk’ün ışığını geleceğe taşıyan kuşakları yetiştirmek, onları tarikat ve cemaat esaretinden kurtarmakla mümkün olacaktır. Kindar ve dindar nesil ile karanlıklara savrulacağımız bilinmelidir. Bilimsel, demokratik ve laik eğitimle aydınlığa ulaşacağımız unutulmamalıdır.
17 Ocak 2022