İnsanoğlu farklı bir yaratık…

Dünyaya geliş şekliyle ilgili çok farklı düşünceler var.

Bilimsel araştırmalar tek hücreli canlıların evrimiyle birlikte; çok hücreli canlıların oluşması, sonrasında çok hücreli canlıların yaşadığı şartlara göre yine evrimleşerek çeşitli şekillere bürünmeleriyle hem diğer canlıların hem de insanoğlunun sudan sürüngen olarak çıkarak ayaklandığı, emeklediği, yürüdüğü, koştuğu tezini savunuyor.

Dini kaynaklar erkeğin Tanrının çamura ruh üflemesiyle, kadının ise erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını tebliğ ediyor.

Bazı kaynaklarda, dünyanın çeşitli yerlerinde giriş kapıları olduğu ve insanoğlunun uzaydan bu kapılar vasıtasıyla dünyaya giriş yaptığı savunulurken, bazı kaynaklarda da insanoğlunun dünyaya vücut olarak değil de ruh olarak geldiği ve dünyada yaşayan insana yakın hayvan cinsleriyle eşleşerek bu günkü insanın var olduğu savunuluyor.

İnsanoğlu her ne şekilde var olduysa oldu; ben, insanoğlunun dünyaya ait bir varlık olmadığı hissini taşıyorum…

Her canlıyı tohuma yüklenmiş bir yapay zekânın oluşturduğunu ve yok oluşuna kadar da o canlıyı yaşattığını ve hatta yok oluş süreçlerinin bile yapay zekâ yazılımına yüklenmiş olduğunu düşünüyorum.

İnsanın bu dünyaya ait olmadığı hissine kapılmamın sebebi, hiçbir canlı dünyanın düzenini bozamazken bir tek insanoğlu bunu başarabiliyor. Hemen hemen hiçbir canlı dünyaya zarar veremezken insanoğlunun bu konuda oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. İş te bu da bana insanın dünyaya ait olmadığını ispatlıyor sanki…

Ayrıca insanoğlunun var olduğundan bu yana inanılması güç medeniyetler kurduğunu da görüyoruz. Bu medeniyetlerin belirli zaman dilimlerinde var olduklarını ve süreç içinde de yok olduklarını görüyoruz.

Genel olarak baktığımızda da taş üstünde taş bırakılmadığı gibi taş üstüne taş koyulup her seferinde farklı medeniyetler oluştuğuna tanık oluyoruz.

Bu arada bazı şeylerin hiç değişmediği de apaçık ortada…

Medeniyetlerin çökmesinin temel sebepleri arasında bencilliğin ön sırayı aldığını düşünüyorum.

Okuyucularım, benim, lafı dolandırmayı pek sevmediğimi çok iyi bilirler. Buraya kadar topu yerden oynadım. Oyun zevki verdi mi. vermedi bilmiyorum ama şimdi gerek topu dikme, gerekse de gelişine vurma zamanı geldi diye düşünüyorum.

Dolayısıyla gelelim zurnanın zırt dediği yere…

İnsanoğlu var olduğundan itibaren hayatını kolaylaştırmak için bir yandan bazı alet ve edevatları icat ederken bir taraftan da dünya hayatını paylaşmış olduğu bazı hayvanları da işlerinde kullanmak amacıyla evcilleştirmiştir.

Evcilleştirdiği hayvanların en başında atlar ve köpekler gelmişlerdir.

Atları, önce kendini taşıtmak için, sonrasında da iş hayatında yük taşımada, çift sürmede, eğlence hayatı içinde de yarışlarda ve gösterilerde kullanmıştır.

Köpekleri de iş hayatında zaman zaman yük taşımak, zaman zaman insan taşımak, zaman zaman güvenlik için, eğlence hayatında da yine zaman zaman yarışlarda, zaman zaman yarışmalarda, zaman zaman da iddialı kavgalarda kullanmıştır.

Tekerleğin icadı insanın hayatında çok şeyi değiştirdi.

Tekerlekli yük ve insan taşıyan araçların kullanımının yaygınlaşması ve şehirlerin büyümesi özellikle atları şehir dışına, kırsal kesime, onun da ötesinde yaban hayatına attı. Köpekler de atlar kadar olmasa da yine de atların kaderini paylaştılar ve şehir dışına, kırsal kesime ve kısmen de olsa çok büyük tehlike oluşturacak yaban hayata atılmış oldular.

Atlar, kent medeniyetlerinin dışına atıldı atılmasına da, maalesef işsiz kalmalarına rağmen at hırsızları şehirlerde kaldılar, üstelik köpekleri ile birlikte…

Onlara kentin her bölgesinde rastlayabilirsiniz.

Her zaman bir avcı gibi pür dikkat yaşarlar, zekâları bir dansöz kadar kıvraktır.

Çoğu zaman bakımlıdırlar.

Bazen takım elbiseli, kravatlıdırlar, hatta saçları da briyantinli veya jöleli olabilir.

Bazen kulaklarında küpeleri bile olacak şekilde spor janti giyimlerle karşınıza çıkabilirler.

Bazen namuslu işçi kardeşlerimizin işçi tulumlarıyla, usta kardeşlerimizin iş elbiseleriyle karşınızda olabilirler ve hatta üstleri başları paslı, puslu, sıvalı, boyalı olabilir.

Bazen süper lüks otomobillerin siyah camlarının arkasında birer gizemli karaktersiz olarak, bazen de otomobillerinin camlarından kollarını sarkıtmış laubali sırıtıklar olarak da karşınıza çıkabilirler.

Yetenekleri yoktur, becerileri yoktur, eğitimleri yoktur, hayatta bir baltaya sap oldukları yoktur lakin yalakalık konusunda uzman oldukları için hiç ummadığınız makamlarda görebilirsiniz onları…

Yüzlerine iyi bakın, yüzleri her zaman doğal ten rengidir onların, asla kızarmaz… Dikkatle bakın; yüzü kızarmışsa, sizin gördüğünüz kesinlikle at hırsızı değildir… At hırsızları yüzlerinin kızarmaması konusunda efsunludurlar…

Dikkatliyseniz; at hırsızlarının etrafında köpeklerin kümeleşmiş olduğunu fark edersiniz. At hırsızlarının çaldıkları yedi sülalelerine de, çevrelerine toplamış oldukları köpeklerine de rahat rahat yeter… O yüzden koloni kurmuş şekilde de yaşadıklarına tanık olabilirsiniz.

Evet! Dürüst insanlar bu dünyada yaşananlara bakıp kalırlar. Her şeye akılları erer, yaşananlara ermez.

Bütün bilim, bütün din kitapları, bütün kültürler dürüstlükten, iyilikten, güzellikten bahsederler lakin atlar kentleri terk ettikten sonra, bütün hayat, at hırsızları ve çevrelerinde toplamış oldukları köpeklerin etrafında döner…

At hırsızları, zaman zaman ötekileştirdikleri meslektaşlarına çemkirirler ama çemkirdikleri meslektaşlarının yaptıklarını yapmaktan imtina etmezler. Fırsat kollarlar, rakiplerinin kısmetlerine düşenlerin kendilerinin kısmetine düşmesini öylesine isterler ki; bazen bu istemlerini dışa vurmaktan asla gocunmazlar… Hani meşhur bir söz vardır; “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” derler. Hah işte! Bu meşhur söz at hırsızları içinde geçerlidir; onlar da düşeni utanmadan, yüzleri kızarmadan yerler…

Hep haklıdırlar, hep alacaklıdırlar, hep sahip olmak isterler… Makama, paraya, mala mülke, insana sahip olmak isterler. Bu ne menem iştir ki; olurlar da… Ve dürüst insanların, iyi insanların, güzel insanların yüzü suyu hürmetine var olan dünyada at hırsızları ve çevrelerindeki köpekleri refah içinde yaşarlar…

Bütün bunlar yaşanır, sonrasında ben suçlu olurum… He! Hee! Heee!

Bu hep böyle olmuştur; Nazım Hikmet ‘i bu yüzden yurtsuz bıraktık, Sebahattin Ali ‘nin kafasına bu yüzden keserle vurup öldürdük, bu yüzden Ömer Seyfettin‘i kadavra olarak kullandık, Uğur Mumcu‘yu da bu yüzden arabası ile birlikte havaya uçurduk biz…

İyiyiz biz böyle.. Böyle mutluyuz ne yapalım; bize hiç kimse dışarıdan müdahale etmesin… Varsın gün yüzü görmeyelim, varsın bu komün bizi ölüme götürsün...

Kendi kendimize kısasa kısas… Biz yeter ki; komünistlere gün yüzü göstermeyelim (!) …

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.