6 Ocak 1896’da İstanbul’da doğmuş olan Vecihi Hürkuş Türkiye 'nin ilk uçak tasarımcısı ve üreticisidir. I. Dünya Savaşı’nda, Bağdat cephesinde uçak mühendisi olarak görev yapmış ve 1917 yılında, Kafkas Cephesi’nde bir Rus uçağını düşürerek 'düşman uçağını düşüren ilk Türk pilotu' unvanını almıştır. Kurtuluş Savaşı’nda da bir Yunan uçağını düşürmeyi başaran Hürkuş, uçağıyla İzmir havaalanına inerek burayı işgalden kurtarır. Bu başarıları üzerine kendisine TBMM tarafından İstiklal Madalyası ve üç ayrı tasdikname layık görülmüştür.
Vecihi Hürkuş, ilk Türk yapımı uçak olan Vecihi K V ’yi imal ederek, ilk uçuşunu 28 Ocak 1925 tarihinde gerçekleştirir. Kendi çaba ve imkanlarıyla ilk yerli uçağı yapan fakat uçuşu izinsiz gerçekleştirdiği iddiasıyla 15 gün hapis cezasına çarptırılır.
1933 yılında Nuri Demirağ tarafından finanse edilen Vecihi K-XVI adlı uçağı tasarlanır.
Türkiye’nin ilk sivil hava yolu şirketi olan Hürkuş Hava Yolları’nı 29 Kasım 1954’de kuran Hürkuş; düzenlenen sabotajlar, uçuşlarının gerekçesiz yere iptal edilmesi gibi sebeplerden dolayı başarılı olamamıştır.
Vecihi Hürkuş ilk tayyaremizin hikayesini kendi ağzından şöyle anlatıyor;
"İstiklal harbinden sonra tayyareciliğimiz epey gelişmiştir. Tayyare ile uçmak otomobil ile gezmeye benzer. Önünüze konan makineyi idare etmesini öğrendikten sonra tayyare idare etmek basit bir iş kalır. Bu yüzden tayyare yapmaya karar verdim. Uzun müddet tereddüt devresi geçirdim.
Elimizdeki mevcut tayyarelerden farklı, daha basit; fakat sürat ve mukavemet itibarıyla onlardan daha üstün yeni bir proje oluşturdum. Kuvva-yi Havaiye Müfettişliği 'nin onaylaması lazımdı. Projem incelendi ve yapılmasına müsaade edildi. Gövdeyi, ayakları taktık, kuyruğu bitirmek üzere idim, gece sevincimden uyku uyuyamıyor, gündüz durmak bilmeden çalışıyordum. Bitmesine az kalmıştı. Fakat Fen Memuru, görevinden istifa etti. Tayyarenin inşası tehir edildi. O gün beynime bir kurşun sıksalar daha az üzülürdüm. Eserimin yavaş yavaş ölüşüne şahit oldum. Müfettişliğe müracaat ettim. ‘Beyefendi’ dedim, ‘memleketime ufak bir hizmet ifa etmek, ona küçük bir eser hediye etmek istiyordum. Buna müsaade edilmeyecekse ben tayyarecilikten çekiliyorum’ dedim. İzin çıktı. Kanatları hazırladım ve motoru taktım. Müfettişliğe müracaat ettim. Tayyaremin hazır olduğunu ve denemeye amade olduğumu bildirdim. Müsaade etmediler. Heyeti Fenniye tarafından tetkikine lüzum gösteriliyordu. Tatbikat bir ay sürdü. Bir türlü karar verilmiyor, engelleniyordu.
Bir gün gizlice tayyaremi meydana çıkardım. Motoruna gaz doldurdum. Üzerine atladım ve makineleri tahrik ederek havalandım. Yükseldikçe ruhum açılıyor, ciğerlerim muvaffakiyetten şişiyordu. Eminim ki ilk tayyareyi keşfeden kâşifler bile bu kadar mutlu olmamışlardır. Havada 200 km hızla uçuyordum. Uçağımız mevcut diğer uçaklardan daha iyi uçuyordu. Artık kalbim rahattı, tekrar geri döndüm ve tayyaremi kaldırdığım yere indirdim. Verilen emri dinlememiş izinsiz olarak denemeye kalkışmıştım. Müfettişlik derhal 15 günlük hapis ve yarım maaşımın kesilmesine karar vermişti. Benim başarım ceza ile mükâfat görüyordu. Fakat bu ceza benim için önemli değildi. Ben tecrübemi yapmış ve Heyeti Fenniye ’ye ispatlamıştım. Tayyaremin mükemmeliyetini tasdik ettirmiştim..."
Evet...
Durum budur...
Bu konuya neden girdim ?..
Bir ülkenin gelişmişliğini gösteren en önemli temel özelliklerden biri o ülkenin kendi uçağını kendisinin yapmasıdır...
Yani bu demektir ki 1925'de biz gelişmiş ülke statüsüne ulaşmak üzereymişiz ki bugün maalesef o andan çok uzaklardayız...
Neden?
Tabii ki işbirlikçiler...
Zaman zaman diyorum ya; 'işbirlikçiler' diye...
İşte o dönemin işbirlikçileri Vecihi Hürkuş'u sürüm sürüm süründürmüşler.. Çünkü O bir yurtseverdir.. Mustafa Kemal'in tabiriyle de; 'Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır'
Yaptırırlar mı?
Yaptırmazlar...
Sadece yaptırmamakla da kalmazlar; öldürürler de...
Vecihi Hürkuş da 16 Temmuz 1969 tarihinde beyin kanaması sonucu ölmüştür.
Eceliyle ölmüştür lakin ona çektirilenlerin ölümüne hiç mi etkisi olmamıştır ?
Bence olmuştur, kahrolmuştur adam...
İyi niyetinin, çalışkanlığının, yurtseverliğinin karşılığını kan kusup almıştır sonuçta... O da her mazlum gibi 'kan kusup kızılcık şerbeti içtim' demek durumunda kalmıştır.
Bu topraklarda işbirlikçiler insanları kahrederler, öldürürler, süründürürler...
Nefret insanlık suçudur biliyorum ama ben işbirlikçilerden nefret ediyorum; bu nefret suçunu da kendi irademle ve en samimi hislerimle isteyerek işliyorum.
Makamları, mevkileri, unvanları ne olursa olsun; lanet olsun işbirlikçilere...
Dilerim ki; bu ülkenin yurtseverlerini kahrettikleri gibi kendileri de kahrolsunlar...