Lise-3 Fen bölümünde okuduğumuz Felsefe dersi için; Felsefe, Sosyoloji ve Mantık kitapları aldırılmıştı. Felsefeyi hiç okutmadılar. Mantık dersinde safsata konusu anlatılırken verilen örnek ilginçti.
Öncüller (Hipotezler)
A: Doğada nadir bulunan şeyler pahalıdır.
B: Kör atta nadirdir.
Sonuç (Hüküm) : Öyleyse kör atta pahalıdır.
Safsatalar ne işe yarar? Kimler doğru kabul edip inanır? Diye değerlendirirken çoğunluğun yaşam boyu safsataların etkisinde kaldığını son on yılda ancak idrak etmeye başladım.
İkinci olarak da derste anlamadığım Faraziye kavramını 1970 yılında İstanbul Atatürk Kültür Merkezinde Cüneyt Gökçer’in rol aldığı “Damda ki Kemancı” müzikalini seyrederken söylediği şarkıdan öğrendim.
Ah bi zengin olsam (If I were a rich man)
Sana neler neler alırdım
Yaşardın gönlünce sen
Bir zengin olsaydım ben
Çalışmazdık asla
Ne isterdim tanrıdan bundan başka ben..
İnsanlar hayal kurmalıdır. Amaca dönüşenler insana yol gösterir ve gerçekleştiğinde mutlu eder. Olma ihtimali olmayan hayaller de faraziye olarak kalırlar.
İnsan neden faraziye yapar? Diye çok düşündüm. Toplumu buna iten nedir? Faraziyeleri benimseyen insanlar neden safsata peşine düşer? Anlatılan safsataları neden benimser?
Benim çocukluğumda çevremdeki cumhuriyet karşıtı Osmanlıcılardan “İsmet Paşa'nın asker kaçağı olduğunu” benimsemeyen kimse yoktu. Referans gösterdikleri tarihlerini de zan altında bıraktıklarının farkında değil miydiler? Bu davranışa yönlendiren toplum önderleri halkı bu şekilde kullanmaktan neden çekinmiyorlardı?
Gündelik hayatta duygulara yönelen safsata biçimlerine, televizyon ya da gazete haberlerinde sıklıkla rastlarız. Bazen bir cinayetin, bazen işkencenin insanların duygularına dokunarak haklılaştırılmaya çalışıldığına genellikle tanıklık ediyoruz. Toplumun milliyetçi duygularına yapılan tetikleyici küçük dokunuşlar, bir savaşı haklıymış gösterebilirken; mültecilere yönelik nefreti körükleyerek istenmeyen olayların yaşanmasına neden olabiliyor. Bu safsata biçiminin kullanılması, özellikle de zayıf muhakeme yetisine sahip beyinlerde güçlü duygusal tepkiler uyandırması muhtemeldir.
Aşı karşıtı bir ebeveyn: "Devletin ya da büyük ilaç şirketlerinin çocuklarımız üzerinde deneyler yapmalarına izin vermeyeceğiz. Çocuklarımız için neyin en iyi şey olduğunu bilen devlet değil bizim gibi ebeveynlerdir."
Bu argümanda hiçbir mantık (ya da gerçek) bulunmuyor, fakat yukarıda da bahsettiğimiz üzere zayıf muhakeme yetisine sahip insanlarda güçlü duygusal tepkiler uyandırıyor. İnsanlar, çocukları için en iyi şeyin ne olduğunu kendilerinin bildiğini düşünmek ister ve bilime güvenmeme eğilimi gösterir. Burada, evrimsel süreçteki ebeveyn-çocuk duygusal bağının güçlülüğü, anne-babanın yavruyu koruma güdüsünün baskınlığı mantıklı sebepler üretme yetisinin önüne geçer. Dolayısıyla da, bu argüman, mantık ve gerçekleri ortaya koymak yerine ebeveynlerin duygularına, korkularına ve arzularına oynar.
En çok kullanılan safsatalar otoriteye başvurma şeklindedir. Beyaz önlüklü diş macunu satıcıları, başına fes takmış tarih uzmanları, kavuk takmış savına ashabı şahit gösteren din istismarcıları her gün her yerde rastladığımız tiplerdir.
Kişiye saldırı safsataları günlük siyasetin sakızı gibidir. Argümanın kendisi yerine argümanı ileri süren kişinin etnik kökeni, politik tutumu, dini görüşü gibi niteliklerini kullanma. İsmet Paşa'nın paşalığını yok ederek söyleyeceklerini gözden düşürecek önyargı oluşturma (Dolduruşa Getirme) Safsatası.. Zaten o Müslüman değil.. Gibi örnekler çoğaltılabilir.
Siyaset yapanlar kendilerini münazara yapan demogoglar gibi safsatalarla üstün gelme çabası içinde mücadele ediyorlar. Siyasetin tanımını ve amacını bir kenara itmeleri şaşırtıcıdır.
Esasında Siyaset nedir?
Bernard Crick’in tanımı: "Siyaset, basitçe, belirli bir yönetim birimi içerisindeki farklılaşan çıkarların, kendilerine bütün toplumun refahını ve mevcudiyetini sürdürmesi için taşıdıkları önem nispetinde iktidardan pay verilmesi suretiyle uzlaştırılması faaliyetidir.."
Toplumun kavga etmeden yaşamak için oluşturdukları devlet ve yönetim organizasyonuna da siyasal yapı adı verilir. Bu siyasal yapının yönetimini ele geçirmek için mücadele eden yapıların üyelerine de siyasetçi denir.
Yetmiş yıldır gördüğüm siyasetçiler kavgayı önlemek yerine, grupları birbirleriyle çatıştırmışlardır. Toplumun çıkarları yerine şahsi ve bağlı oldukları siyasi yapıların ikballerini ön planda tutmuşlardır. Menderes dış seyahatlarında devletten tek kuruş harcırah almamıştır. Tüm masrafları şahsi parasından yapmıştır. Fakat Vehbi Koç otomobil üretmek için hükümete baş vurduğunda CHP'den istifa edip Demokrat Partiye kaydolması şart konulmuştur. Vehbi Koç’un izin alamadığı Türkiye'de otomobil üretimine ancak ihtilalden sonra başlanabilmiştir. Bunun temel nedeni siyasetçilerin vizyon sahibi olmamalarıdır. Bunun maliyeti zaman ve kaynak kaybına neden olmuştur.
Dünyada renkli yayın yaygınlaştığı halde Demirel televizyon yayınını siyah-beyaz olarak başlatmıştır. Birkaç yıl sonra yayın ve çekim cihazlarının yedek parçalarını bulmak zor olmuştur. Bakım maliyetleri yükseldiği için renkli yayına geçmiştir. Dünyada teknolojiler gelişmek için yarışıp sanayileşme de ilerlerken Ecevit "köy kent" kurma çabasına girmiştir.
Bursa-İstanbul tren projesinin Bilecik üzerinden yapılmasını öneren ve gerçekleştiren DSP milletvekillerinin hangi akla hizmet ettiğini anlamak mümkün değil. Yüksek hızlı tren kavramını anlamakta zorluk çeken ve hala kara tren mantığı ile hareket eden bu yapının toplum tarafından desteklenmesi düşündürücüdür.
Bursa metrosu Çiller hükümeti zamanındaki DYP Belediye başkanı tarafından ihale yapılmıştı. Sonra seçilen DSP Belediye Başkanı Almanya ziyareti dönüşünde vagon fiyatlarını düşürdüğünü ve çok ucuza aldığını anlattı. Toplum olarak şaşırdık. Meğerse elektrik tasarrufu için klimaları söktürmüş. Isıtma sistemi de sonradan Bursa'da kışın şikayetler üzerine eklendi.
Şehirler arası Terminal-Bursa taşımacılık işini bir kooperatife ihale ederek 10 yıl hurda 302 otobüslerle halk mağdur edildi.
Çiller herkese vereceği 2 anahtarı (ev ve araba) sallayarak seçim meydanlarında faraziyesiyle dolaştı. Bu kadar vizyon yoksunu siyasetçilerin yönetimleri yüzünden halk lanet okuyarak, her dönemde yağmurdan kaçarken doluya yakalandı.
(Devamı var)