Mehmet Akif'in ve Mehmet Emin Beylerin şiirlerinden mısraların terennüm edildiği eserde Mehmet Emin Bey'in “ben bir Türk'üm dinim cinsim uludur” sözü ile Akif'in “Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet./ Ey derdi cehalet, sana düşmekle bu millet,/ bir hale getirdin ki: ne din kaldı ne Namus, Eysini İslam'a çöken kapkara kabus/ Ey Hasm-ı hakiki seni öldürmeli evvel/ sensin bize düşmanları Üstün çıkaran el”

Dedelerinin izni ile de Hikmet ve Nazan Hüsniye dadılarıyla birlikte Anadolu’ya geçtiler. Bu geçiş her Anadolu'ya geçenlerin yaşadığı zorluk gibi birçok meşakkati de beraberinde yaşatır. Nazan Darülfünun da okuyanlardan arkadaşlarına bir müddet Bursa civarında bir çiftliğe çekileceklerini söylemiştir. Hikmet ve Nazan Ankara'ya geldiklerinde babası Selim Muhtar Gazi Mustafa Kemal Paşa ile kızlarını tanıştırmak istemiş ve Gazipaşa'dan kısa da olsa bir randevu alabilmiştir: “Gazipaşa meclisin ufak bir odasında onları ve Selim Muhtar Bey'i ayakta karşıladı; son derece ciddi yüzü, gümrah sarışın kaşlarının arasındaki derin bir düşünce çizgisi, kızları biraz korkutmuştu. Mustafa Kemal, isimlerini ve tahsillerini sordu, Nazan'a zaferden sonra mutlaka Darülfünundan mezun olmasını, muvaffak bir muallime olarak hayata atılmasını tavsiye etti. Hikmet de behemehâl ağır bir öğretmenlik bulmalıydı. Sonra onlara; Türk kavminin içtimaî hayatında eskiden beri kadınların büyük bir yeri olduğunu anlattı. Şu asırda da tıpkı ilim ve fenni imkânlarından faydalanmak gibi, kadınların da içtimaî hayatın birer parçası olarak üzerlerine düşen vazifeleri yapmalarının, bazı kimselerin iddia ettikleri gibi, dinimize karşı olmadığını, bilakis dinin, kadın erkek ayırmadan, çalışmayı, ilim yapmayı teşvik ettiğini söyledi. Onlara, Ankara müftüsü Rıfat Hoca ile tanışmalarını sağlık verdi. Hünkâr, fetva üzerine fetva alıp Kuvayi milliyecilerin idam hükmünü verdiği zaman; bunu “ cerh” eden bir fetvayı, müftü Rıfat Efendi topladığı ulema ile müzakere ederek vermişti. Münevver bir din adamıydı kadının içtimayı vazifelerini onunla konuşmayı konuşmalıydılar.” Gazi paşaya “Göre kadınını tıpkı bir erkek gibi erkeğe hukukta müsavi devlet işlerinde büyük vazifeler deruhte eden, çocuk terbiyesinde aile işlerinde gayet mahir muhterem bir unsur haline getirilmelidirler. Çünkü kadın kendi başına bizatihi bir kıymettir. Türk kadınına layık olduğu yeri kazandırma gayretlerinin arkasında ben bulunacağım demişti. Kızlar Mustafa Kemal'in yanından ayrıldığında Hikmet babasına döndü “ne kadar mütevazı ve ne kadar kudretli bir zat” dedi. (s.271-273).

Bu arada Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın başkomutanlığına karşı muhalefet de Ankara'da büyümektedir. Bu bakımdan Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendi Hazretleri Ankara'ya sevk edeceklerinin İngiliz oyununa gelebileceklerden olmamasına dikkat etmektedir. Abdulgalip zaman zaman Yüzbaşı Douglas’la karşı karşıya gelmekte birbirlerinin hislerini ve düşüncelerini anlamaya çalışmaktadırlar. Yüzbaşı Douglas, Abdulgalip’den şüphe etmeye başlamıştır. Hikmet ve Nazan Ankara'da Yüzbaşı Celalettin Hikmet'in eniştesi Mehmet Efendi'nin Bir Allah dostu derviş olduğunu öğrenirler. Özellikle Nazan bundan çok heyecanlanır. Hatta ilk görüştüklerinde ona aşk derecesinde hisler duyar. Bunun beşeri mi yoksa ilahi bir aşk mı oldu ilerleyen günlerde anlaşılacaktır.

Hikmet’le Nazan Ankara'ya geldiklerinde babalarıyla hasret gidermişler burada millî mücadeleye yapabilecekleri katkıları konuşmuşlardır. Sakarya Savaşını muzaffer bir şekilde bitiren Türk ordusunun hali şimdi yoksulluk içindedir. “ Sakarya'da pek çok subay, Talim ve Terbiye görmüş asker ile piyade ve Topçu birliklerin çoğu kaybedilmiştir” (s.189) Ordunun ve milletin toparlanması eli silah tutan herkesin cepheye gitmesi yeterli paranı ve malzemenin toplanması gerekmektedir. İstanbul'da da milliyetçiler para toplayıp Anadolu'ya ulaştırmaya çalışmaktadır. Nazan hem Cebeci Hastanesi'nde çalışıyor hem de Derviş Mehmet Efendi'nin Hanımı, Halası ve evdekilerle birlikte zaman zaman askerler için gerekli çamaşırları dikiyorlardı. İlk dönemlerinde hayli etkilenmiş zamanla yaralılara alışmaya başlamıştı. Halide Edip de onlar gibi hemşirelik hasta bakıcılığı yapıyordu.

Yüzbaşı Celalettin Hikmet Bey diyordu ki “Cumhuriyet, bizim için şimdilik bir hasret türküsüdür, Evet biz bu Cumhuriyet türküsünü tutturabilecek miyiz?” Hastanede Nazan'la birlikte çalışan hasta bakıcı Sarı Rıza’dan bir gün hastalara bir türkü çağırmasını istediğinde “Belki.. ama ben daha kavganın başında astım sazımı duvara, dedim, düşman çıkmadan bu memleketten gayri saz haram bana yemin ettim. Onu kovaladığımız günü inşallah alacağım elime yeniden, bakma kafamdan çok türkü yapıyorum emme ille düşman çıkmalı önce, benim türküler sonra”. Nazan “o zaman Cumhuriyet türküsü yakarsın inşallah” “He ya. Velâkin Cumhuriyet dediğin nedir bacı” (s.329).

Anadolu insanı Cumhuriyeti yani kendi haklarının ne demek olduğunu henüz bilmiyorlardı. Fakat hep birlikte Gazipaşa öncülüğünde Cumhuriyeti kuracaklardı. Sivas'ta kurulan Anadolu kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'nin Anadolu'nun her yerde şubeleri harıl harıl çalışıyor askerlere kılık kıyafetten her türlü malzemeye kadar üretime destek oluyordu. Mesela Amasya, Kayseri, Bolu, Burdur, Erzincan, Erzurum, Pınarhisar, kangalda”.

“Ziya Bey'in Küçük Mecmuasının etkileri aydınlar arasında konuşuluyor, Yakup Kadri Bey'in şu sözlerini Hikmet, okumuş babasıyla paylaşıyordu: “bu büyük adam, bu Mecmua ile bize yepyeni bir âlemin kapılarını açıyor” Nazan Tevhid-i Efkar’da Yahya Kemal'in yazısının şu kısmını şarkı söyler gibi okuyordu: “Mehmet Ziya bey, bu toprağa esrarengiz bir Ekici gibi ne ekti? Bunu bugünkü muhit idrak edemiyor; fakat yakın senelerde idrak ederiz ki “ fikir” denilen meşale O imiş ve o meşalenin peşinden yürüyoruz”. Halide Edip Hanımın yazarlığının yanı sıra bir kahraman olarak bizzat cepheye gitmesi de sohbetlerde geçiyordu. O yıl ramazan hüzünlü geldi. Nazan hevesle gazetelerde Mustafa Kemal'e yahut Yunanlılara karşı yapılacak bir taarruzun başladığına dair bir haber aradı bulamadı. Ruşen Eşref Bey “ Ramazan ayı” isimli bir Baş makale yazmıştı. “donanan minareler sanki güzergâhına yakılan meşalelerdir” “tecellinin vatana İnşallah bir necat müjdesidir” diyordu. Ziya bey Selanik'te iken bilhassa lisan öğrenmek ve tercümeler üzerinde durmuştu ve bu sayede birçok kıymetli kitap lisanımıza tercüme edildi. Cumhuriyet Türküsünü yakmak Kolay değildi. Selim Muhtar Bey “ o gönlümüzde yakıldı çoktan iş bu Türkiye istenilen ahengi, yani bizim öz ahengimizi kazandırabilmek”.

.

Nazan ve Hikmet'in İngilizceleri iyiydi tercüme işinde babaları onlara güveniyordu. Bu arada Mustafa Kemal Paşa diyordu ki “Hakimiyet-i Millîye müstenit bila-kayd-ü şart müstakil bir Türk devleti teşkil etmek ve bu hedefe behemehal vasıl olmaktır”. Müstakil bir Türk devleti sözleri Selim Muhtar Bey dâhil herkesi heyecanlandırıyordu.

Romanın Ankara'da geçen kısmında Derviş Mehmet Efendi'nin sohbetleri de önemli bir yer tutmaktadır. Kızlardan Nazan'ı etkileyen bu derviş Bursalı Hasan Efendi'nin talebesidir Celalettin Hikmet Bey'in kız kardeşi Safinaz (Sevgi Nur) ile evlidir. Tasavvufu yönüyle birlikte Türkçü ve Cumhuriyetçidir. Nazan ilk gördüğünde adeta Mehmet Efendi'ye çarpılmıştır. Nazan Mehmet Efendi'nin evine zaman zaman gidiyor ve bir rüyasının izini sürmek istiyordu. Diğer taraftan” Kirli beyaz koridorlu kirli beyaz ameliyathaneye sahip” hastanede mebus hanımlarıyla, banka müdürü hanımlarıyla çalışıyordu. Halide Edip Hanım Eskişehir Hastanesi dâhil tüm hastanelerde çalışmıştı. Kadınlar sadece hastanede görev almıyor kızını Mehmet Efendinin ailesine emanet etmiş Ayşe Çavuş gibi kadınlarda etrafına topladığı savaşçı insanlarla birlikte Yunan’a karşı mücadele veriyordu. Vatan mücadelesine hizmet etmekle birlikte Nazan’ın ablası Hikmet'in gönlü Celaleddin Hikmet yüzbaşı'daydı. Fakat bir at gezintisi sırasında Celaleddin Hikmet yüzbaşı, Hikmet Hanım'a kardeşi Nazan'a talip olmayı düşündüğünü söyledi. Hikmet'in dünyası yıkıldı ve Yüzbaşı Celalettin Hikmet'e çok sert tepki gösterdi. O günden sonra mümkün olduğu kadar resmi olmaya çalıştılar.

.

Ankara müftüsü Rıfat Efendi ile Mehmet Efendi'nin dost ve millî mücadelenin en sadık müdafileri idiler. Eserde Müftü Rıfat Efendi Mustafa Kemal muhaliflerine karşı şu sözleri Mehmet Efendi'nin evinde misafirlere söylüyordu: “kendileri Gazipaşa biliyorlar ki, mecliste en çok menfi ve bedbinane görünenlerin büyük bir kısmı vakti ile Türk milletinin kendi kendine temini İstiklal edemeyeceği, kanaatini izhar etmiş olan zevattır!” Rıfat Efendi'den sonra Mehmet Efendi'ye tasavvuf konusunda sorular yöneltildiğinde görüşlerini şu şekilde özetliyordu: “imanla dünya meşgalelerine aynı kapta eriterek, çokluk yani cemiyetimiz İçinde Allah ile halvet haline gelebilmektir Hüner. Ne demiş koca Yunus: “Ben ayımı yerde gördüm/ ne isterim gökyüzünde/ Benim yüzüm yerde gerek/ bana rahmet yerden yağar

- O halde her şey hak mıdır diyeceğiz hocam..

sorusuna, Mehmet Efendi şu karşılığı verir: “Her şey Haktır, her şey Allah'tadır değil; “her şey Allah'tandır, her şeyin halikı Allah'tır” dememiz lazım gelir. Sevgili peygamberimiz “peşinen Allah'a hamd ederim ki, kendi nefsini Latif kıldı, O’na hak adını koydu, yine kendi nefsini kesif kıldı ve ona halk adını verdi, sonra kesif yüzünü Latif yüzüne davet etti” diyor .(s.357)

Halide Edip Hanım: Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına Ne diyelim?

Mehmet Efendi Araf suresinden bir ayet okudu sonra izah etti “her milletin bir sonu vardır ve o son geldiğinde ne bir an tehir edebilirler ne de öne alabilirler” önce bu ayeti unutmayalım. Osmanlı Devleti'nin muvaffak ve Kudretli devrinde Tevhid akidesi vardı Birlik içinde birlik, dirlik ve hayatiyet mevcuttu yani Türk İslam kültürüne onun değerlerine, örf ve adetlerine dayalı olarak ferdin cemiyetle bütünleşmesi tekleşmesi vuku bulmuştu. Ne var ki Tevhid akidesi bozulur gibi oldu kişi menfaatleri camia menfaatlerine galebe çaldığı, kişi benliği camia menfaatlerinden üstün tutuldu. Osmanlı Cemiyeti artık verilen değil alınan parçalanan bozulan bir hale düştü. Koskoca Millet de parçalandı. Ne yazık İttihatçı diye kendilerine isim koyanlar bile gayeleri Osmanlı tevhidi ve devamı olduğu halde kendi işlerinde ittihattan uzaktılar; sen ben davasına düştüler yüksek idealleri Osmanlı'yı içindeki dinler ve halklarla bir bütün halinde tutmaktı. Fakat ne yazık sanki kafirlerden akıl alırcasına ve zaman zaman da alarak muamelatta bulundular ve bina ettikleri meşrutiyeti her derde deva sandılar. İslam dininin yanlış tefsirleri de çoğalmış sanki Kur'an-ı Kerim rafa kaldırılmış sözlerine alimlerinin sözleri tefsirleri baş tacı edilmiş mevzu hadisler uydurma sünnetler asıllarının yerini almıştı. Bir zamanların İlim ve irfan yuvası olan medreseler tekeler artık tevessü etme yolundaydı. Ayrıca memleketin iktisadiyatı gayrimüslimlerin eline geçmişti. Onlar ki kendilerinde Osmanlı'dan gayrı'ya mensubiyet kuvvetli bir milliyetçilik şuuru teşekkür etmişti. Vahdet bozulmuştu bir kere memalik ki Şahane parçalandı. Kur'an-ı Kerim'de Rad suresinde “bir kavim güzel hal ve ahlakını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” buyuruyor”(s.359-360)

Mebus Hüseyin Hami Bey: Mehmet Efendi Türkçülerin istediği şey kavmiyetçilik olmuyor mu kavmiyetçilik İslamiyet'e mugayir değil midir diye sordu.

Mehmet Efendi Hucurat suresinin 13 ayeti der ki “ ey insanlar doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, birbirinizi kolayca tanıyasınız diye sizi Milletler ve kabileler haline koyduk. Şüphesiz Allah katında en değerliniz ona karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir haberdardır” Şu halde asıl kavimleri ve milletleri reddetmek Allah sözüne karşı gelmektir. Yine Maide ve Hud suresinde “ eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı” denmekte. Demek ayrı ayrı ümmetler Milletler olmamızda da var bir imtihan bir hikmet. Yunus suresinde de açık açık bu Kur'an bütün insanlar için bir nasihat ikazdır deniyor. Mehmet Efendi devam etti aslında Türk Vahdet anlayışında kavrayış zaten mevcut Vahdeti idrak etmektir. Türk milleti Tarih sahnesinde var olmuş halen var olan ve ileride var olacak bir şeniyettir. Bizlere düşen bu hakikati tıpkı Tevhid anlayışı gibi yeniden idrak etmektir. Çünkü insan ancak aynı imanı aynı dili aynı tarihi ve aynı kültürü paylaştığı kimselerle bir ve beraber olduğunun şuuruna varabilir. Hüseyin Hami Bey fakat ikinci gruptaki muhalifler dedi. Mehmet Efendi öfkelenmişti onun sözünü Bakara suresinden bir ayetle kesti: “onlar bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir” tevhidden ve kendilerinden haberleri olmayan cahil ve bulanık zihinler vahdeti bütünlüğü zedeleme yolundadırlar. İşte bu yüzden Ankara'da teşekkül ettirilen vahdetin, Türk ve Müslüman ruhunun tevhidine karşı çıkmaktadırlar. Bu yol hatalıdır ve Allah'tan ırak kılar insanı. Mehmet Efendi ile müftü Rıfat Efendi içeri çekilip bir süre sohbet ettiler. Mehmet Efendi dışarı çıktığında kayınbiraderi Celalettin Hikmet yaklaştı size acı bir haberim var dedi. İstanbul'da Abdulgalip Bey öldürülmüş. Faili meçhul cinayetlerden biri olarak gösteriliyor ama İngilizlerden şüpheleniyordu. Şeyh Ata Efendi sorguya alınmıştı. Yüzbaşı Douglas’a karşı sert bir millici konuşmadan sonra bunlar olmuştu. Hikmet ve Nazan bu acı haberden sonra müsaade isteyip ayrıldılar. Hikmet “ Allah rahmet Eylesin” dedikten sonra Abdulgalip Bey'e karşı dini vazifelerini yapacaklarını söyledi.

..

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.