Cide, Batı Karadeniz bölgesinin kendine özgü çizgileri olan, Kurtuluş savaşında da çok yararlılıklar gösteren yiğit insanların yaşadığı kentimizdir. Cide doğa tarafından sanki korunmaya alınmış gibidir. Kasaba istemese sınırlarına kimseyi almazdı, koylarına yaklaştırmazdı gemileri. Bunun nedeni ise; uzun bir süre limanı ve iskelesinin olmamasıydı. Cide’nin 1940’lardan 1970'lere kadar ulaşılabilir düzgün bir karayolu yoktu. Cide postası adı verilen gemilere hırçın Karadeniz dalgaları ile işbirliği yaparak açmazdı koynunu. Bazen günlerce hiç kimse gelemezdi Cide’ye. Cide postası adı verilen gemiler İstanbul’dan hareket ederek bazı Batı Karadeniz limanlarına uğrayarak bu kentlere o günlerde yaşam götürürlerdi.
Cide Postası ve onun hikâyeleri 1970’lerin sonuna kadar sürdü. Bu gemiler orta büyüklükte olup kömür ile çalışırlar idi. Anafarta, Ülgen, Necat, Tırhan, Kadeş, Etrüsk, Dumlupınar ve diğerleri. Cide Postası olarak İstanbul'dan kalkan gemi sırasıyla; Alaplı, Akçakoca, Karadeniz Ereğlisi, Zonguldak, Amasra, Kurucaşile, Cide, İnebolu ve Abana’ya kadar gider aynı limanlara uğrayarak İstanbul’a geri dönerdi. Bu geminin en vefalı ilçesi Cide ve onun sadık insanlarıydı. Cide’nin trafiğe uygun yolu çok uzun süre olmadı. Gemi seferi onlar için birçok önemliydi. Kastamonu İnebolu arası 91 km idi. Yolun her kilometresinde bugünkü modern yer belirleyicilerin öncülerine benzer basit yol bilgileri vardı. Gemi seferlerinin en son limanı Cide idi.
Gemiler 1960’lı yılların sonlarına doğru yalnızca Cide için kalkıyordu. Bu geminin ana hareket noktaları; İstanbul Tophane İskelesi, Sirkeci İskelesi idi. Sirkeci de kıçtankara yani sandalla açıkta bekleyen gemilere ulaşıldığından Tophane yolculuğun en gözde rıhtım idi. Burada yolcular ve kuru yükler iskeleye yanaşmış gemiye direkt gemiye geçiyorlardı. Cidelilerin haftada bir seferlik seyahat şansları vardı. Cide’nin meşhur sarı yazmalı desenli paçalık şalvarlı hanımları yöresel giysileri ile gemiyi karşılamaya giderlerdi. 7 günlük ulusal gazeteler bu gemi ile Cide'ye gelirdi. Vatan, Cumhuriyet gibi en önemli gazeteler dönemin en çok okunan gazeteleri idi.
İskele olmadığından gemi ile gelen yolcularının karşılanması ve getirilen yüklerin kıyıya çıkarılması sandal ve küçük takalarla gerçekleştirilirdi. Gemi akşamları açıklarda demirli iken bir gelin gibi ışık saçardı. Cide de o günlerde 24 saat elektrik olmazdı. Atanan memurlar ve askerler gemiden yararlanırlardı. Cide Postası kasaba için ticaretin ana omurgasıydı. Açıkta demirleyen gemiye; okullar öğrencilerini gezi düzenleyip gemi kaptanından, teşhirciden, çarkçı başından gemi hakkında bilgiler alırlardı. Her yaştan Cidelinin kalbini, kaptan köşkü, motor dairesi, yolcu salonları ve dinlenmekte olan Ankara Radyosunun unutulmaz anlarıyla dolardı. Söylenecek ne varsa Cide Postası gitmeden gemi düdüğünü çalmadan söylenmeliydi. Belki gelecek sefer gecikebilir ya da hiç olmayabilirdi onlar için. Türkiye'de neredeyse hiç bir sahil kasabası denize Cide kadar muhtaç ve bağlı olmadı. Bu gemi Cide için sadece yüzen bir gemi değildi; medeniyet idi. Gemi: hastalara umut, kavuşmalara vesile, ayrılmalara şahitti. Kısacası yaşamın ta kendisiydi. Bazı seferlerde Karadeniz’in hırçın yüzüyle, neredeyse en küçüğü 5 metreyi bulan dalgalarıyla koca gemiyi bir oyuncak gibi sallıyordu. Bazen yolcularını ve yükünü indirmeden uzaklaşıyordu. Her yaştan sakinler ve genç âşıklar, bu mazide kalan, sanki unutulmuşluğuna ve yalnızlığına meydan okuyan bu kentte o zamanlar her şeye rağmen mutluydular.
Bu topraklar Türkiye Cumhuriyeti’ne; Rıfat Ilgaz gibi büyük bir üstadı armağan etti. Günümüz de ise Cide limanına her havada gemilerin demirleyip yaşama devam etmektedir. Karayolları ile merkez ve komşu şehirlerle irtibatı kurulmuştur. Cide son yıllarda sarı yazması kendine özgü kemerleriyle, Osmanlı sarayının bir zamanlar saltanat kayıklarının yapıldığı tersaneler ile de ünlüdür.