Günümüz dünyasında, bir şarkıda dendiği gibi, “maskeli bir balonun sahte yüzlerini” edinerek yaşamak yaygınlaşsa da hepimizin bir “gerçek varlığı” bir de “algılanan tarafı” vardır.
Yani aslında “maske takıp sahte yüz edinmek” gereksizdir. Girdiğimiz her toplulukta birileri bizi kendisince bir yerlere koyacaktır, koyuyor da zaten. Ben bunu -halen var mı bilmiyorum- lunaparklardaki sihirli aynalarla dolu bölüme girmeye benzetiyorum. Buralarda aynaların hepsi yapısal olarak farklıdır bildiğiniz gibi. Kimi bizi şişman gösterir, kimi çok zayıf… Kimine göre uzunuzdur, kimine göre kısa… Kimi için ya kafamız ufak/büyük görünür, kimi için ayaklarımız… Hatta bazen aynadaki yansımamıza bakıp dehşete dahi düşeriz. Nihayetinde, her ayna, yapılış özelliğine göre bizi yansıtır.
İnsanlar da böyledir. Herkes, kendi yapısı, yaradılışı gereği hayata baktığı açıdan karşısındakini görür ve yansıtır.
Engellilerin toplumca algılanması konusunda çoğu zaman “tek tip bir ‘sihirli’ aynanın” kullanıldığı ve bunun gerçeği değil de basmakalıp bir şablonu yansıttığı yaşadığımız bir durum. Durumun bu olması, engelli bireylerin karşılaştığı her insana kendini tekrar tekrar anlatması gereğini doğurur ki, son derece yorucudur. Sabır, önemli bir meziyet ama belli bir noktadan sonra “bırak dağınık kalsın” yılgınlığı kaçınılmaz olur.
Lise yıllarımda bizzat yaşadığım bir hatıramı paylaşayım.
Lise son sınıftayken farklı bir sınıf yapılanması olmuştu ve o yıla kadar aynı sınıfta hiç bulunmadığım öğrenciler, sınıf arkadaşım oluvermişlerdi.
-Konuyla ilgili olduğundan, bilmeyenler için tekerlekli sandalye kullanan Cerebral Palsy’li bir birey olduğumu, babamın da o sırada aynı okulda öğretmenlik yaptığını söyleyeyim.-
Başlangıçta benimle diyalog kurmaktan çekinmişti yeni sınıf arkadaşlarım. Buna karşılık kısa sürede hemen hepsiyle çok güzel arkadaşlıklar kurdum; kurabildim. Çoğu, algısı yüksek, akademik anlamda hedefleri olan arkadaşlardı. (Aradan seneler geçti. Geçen zaman içinde hayat bizi bir yerlere sürüklese de kimiyle sosyal medya üzerinden görüşüyoruz halen.) O zaman çoğu zamanki gibi sınıf arkadaşlarımdaki olumlu yönde bu değişimi sorgulamak yerine tadını çıkarmayı tercih ettim.
Okulun son günlerinde o arkadaşlarımdan biri bana aynen şunları söylemişti.
“Alper, sen bu sınıfa gelmeden önce de hep görüyordum seni. Baban seni tekerlekli sandalyenle merdivenlerden çıkartırken, okula giriş çıkışlarda... Babanın da bu okulda öğretmen olması sebebiyle senin ‘torpilli’ ve ‘kayırılan’ bir öğrenci olduğunu düşünüyordum. Ama sen bu sınıfa geldikten sonra düşündüğüm gibi olmadığını, hatta birçoğumuzdan daha zeki olduğunu gördüm. Dahası, sana hiçbir ayrıcalık tanınmadığına da şahit oldum. Sen hiçbir konuda bizden farklı değilsin ve üniversitede olmayı hepimizden çok hak ediyorsun, inşallah hedefine ulaşırsın.”
Evet, arkadaşım aynen böyle demişti.
O gün bunu bana söyleyen henüz 17-18 yaşında gencecik bir insandı. Verdiğim mücadele ve kişiliğimle bu arkadaşımın aynasındaki görüntümü büyük oranda değiştirebilmiştim farkında bile olmadan. Belki bu medeni cesareti gösteremeyen ama yaklaşımları süreçte olumlu yönde değişen diğer sınıf arkadaşlarımınkini de. O gün o arkadaşımdan duyduklarımı ve bana hissettirdiği olumlu duyguyu asla unutmadım.
Bununla beraber…
Şöyle bir soru da gelmedi değil aklıma.
“Cerebral Palsy ile ya da farklı bir engel ile yaşayan bir insan, karşılaştığı her bir bireyin kafasında kendisini farklı ve yanlış gösteren aynaları tek tek düzeltmek zorunda mı?”
Ya da şöyle mi soralım?
“Hayatı aynı platformlarda, bir nevi aynı düzlemde ve birlikte yaşadıkça, birbirimizi daha iyi tanıdıkça hayatlarımıza kattıklarımız hayatın bütününü güzelleştirip normalleştirmez mi, ne dersiniz?”
Bu soru(lar) ve aklımıza gelen birçok cevap, başka soruları da beraberinde getiriyor istemez ergenlikten bir türlü çıkamayan/çıkmasına izin verilmeyen toplumumuzun geleceği adına…