Prof. Dr. HİLMİ ÖZDEN yazdı: "İtburnu/Kelb-Burnu/ Uludere Köyü Ve Ahî Şeyhi Süleyman Hazretleri"

İtburnu/Kelb-Burnu/ Uludere Köyü

Ve

Ahî Şeyhi Süleyman Hazretleri

(XIII. Yy)[1]

Hilmi Özden[2]

Özet

İtburnu( Uludere) Köyü Eskişehir- Bilecik-Söğüt sınırında olan Selçuklu döneminde uç görevi yüklenmiş önemli bir yerleşim yeridir. Osmanlı'nın kuruluşunda Ahi şeyhleri Şeyh Süleyman ve Şeyh Edebali'ye ev sahipliği yapmıştır. Şeyh Süleyman Şeyh Edebali'nin hocasıdır. Bugün Ahi zaviyesi üzerinde Şeyh Süleyman'a ait bir türbe bulunmaktadır. Köyde bir de Alâeddin Camisi tarihi kayıtlarda mevcuttur. Fakat caminin yeniden inşaatından sonra adı Uludere Camisi olmuştur. Bu sebepten isminin yeniden aslına yani Alâeddin Camisi'ne dönüştürülmesi daha uygundur. Köyde akıncılara (ordu öncü birlikleri) ait bir türbede mezarlar da bulunmaktadır. Bunlardan kadın savaşçılara ait olanlar da vardır.

Bu çalışmanın amacı Uludere köyündeki tarihi eserleri halkımıza tanıtmakla birlikte araştırmacıların ve akademisyenlerin dikkatini de çekmektir.

Abstract

Itburnu (Uludere) Village is an important settlement on the border of Eskişehir-Bilecik-Söğüt, which served as a frontier during the Seljuk period. It hosted Ahi sheikhs Sheikh Suleyman and Sheikh Edebali during the foundation of the Ottoman Empire. Sheikh Suleyman was the teacher of Sheikh Edebali. Today, there is a tomb belonging to Sheikh Suleyman on the Ahi lodge. There is also an Alaaddin Mosque in the village in historical records. However, after the reconstruction of the mosque, its name was changed to Uludere Mosque. For this reason, it is more appropriate to change its name back to Alaaddin Mosque. There are graves belonging to raiders (army vanguard units) in the village. There are also those belonging to female warriors.

The aim of this study is to introduce the historical artifacts in Uludere village to our people and to attract the attention of researchers and academics.

Краткое содержание

Деревня Итбурну (Улудере), расположенная на границе Эскишехир-Биледжик-Сёгют, является важным поселением, служившим границей в период сельджуков. Во время основания Османской империи здесь жили шейхи Ахы шейх Сулейман и шейх Эдебали. Шейх Сулейман — учитель Шейха Эдебали. Сегодня в домике Ахи находится могила шейха Сулеймана. В исторических записях в деревне также есть мечеть Алааддина. Однако после реконструкции мечети ее название было изменено на Мечеть Улудере. По этой причине более целесообразно изменить ее название обратно на Мечеть Алааддина. В селе есть могилы рейдеров (армейских пионерских отрядов). Есть и те, что принадлежат женщинам-воинам.

Цель данного исследования – познакомить наших жителей с историческими артефактами села Улудере и привлечь внимание исследователей и академиков.

Giriş:

Ahilik, XIII. y. yılın ilk yarısından XIX. y. yılın ikinci yarısı­na dek Anadolu’da, Balkanlar’da ve Kırım’da yaşamış olan Türk halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâkî yönden ge­lişmelerini sağlayan bir kuruluşun, örgütün adıdır[3]Ahilerin ilkeleri şunlardır: Doğruluk ve cömertlik; alçak gönüllü ve iyi huylu olmak; kendini halka adamak ve misafir sevmek; insanlara nasihat etmek ve suçluyu affetmek; bir sanat, iş sahibi ve dindar olmak; utanmak ve hile yapmamak; yalan söylememek, kusurları örtmek ve dedikodu yapmamak; içki içmemek ve zina etmemek; zengine minnetsiz olmak; kimseye düşmanlık ve kin duymamak; büyüklere hürmetkâr, küçüklere şefkatli olmak; bel bağlamamak, Fütüvvet ( yiğit, eli açık, gözü pek, yardımsever) alamet ve elbiselerini taşımak; nefis adı verilen şeytanla mücadele etmektir[4].

Osmanlı ve Selçuklu Devleti'nin uc vilayeti olan Sultanönü ve mer­kezi Eskişehir II. Kılıç Arslan zamanında yoğun bir Türk kolonizasyonuna (yerleşimine) sahne olmuştur[5]. Türkmenler Sultanönü uç vilayetinin köy ve kasabalarına XII. yüzyıldan itibaren yerleştiği hâlde Eskişehir'e yerleşmeleri ancak XIII. yüzyılın başında olmuştur[6]. Böylece uç kenti olan Eskişehir’de kent yaşamının ay­rılmaz bir parçası olan fütüvvet, teşkilatlanmış oluyordu. Kentte en büyük nüfus artışı 1243 yılında yapılan Kösedağ savaşından sonra olmuştur. Dolayısıyla meslek sahibi göçmenler de bu tarihten sonra gelip kente yerleşmişlerdir. 1261 yılında Eskişehir valisi iken Kırşehir’e vali tayin olan Nureddin Cibril b. Caca Bey buradan ayrılmadan önce şehrin ima­rı ile ilgilenmiş ve bir cami yaptırmıştır. Cacaoğlu Nureddin Bey’in 1272 tarihli Arapça - Moğolca vakfiyesinden anlaşıldığı kadarı ile vali, cami inşaatından başka şehirde 17 mescid ve Şeyh Abdullah-el-Bedevi’ye ait zaviyeyi tamir ettirmiştir. 17 tane mescidin onarılmasından sonra bir caminin de yaptırılmış olması şehirde önemli derecede Türk nüfus patlaması olduğunu açıklamaktadır[7]. Bu dönemde Eskişehir’de Türkmenlerle beraber Ahî Şeyhlerinin de gelip zaviyeler oluşturdukları da bilinmektedir. İtburnu köyünde de Ahî zaviyesi bulunmuştur. Bugün o zaviyenin arazisinde Şeyh Edebali’nin Hocası Şeyh Süleyman’ın türbesi bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında adı Osman Bey kadar sık geçen Şeyh Edebali bilge bir kişiydi. Erken Osmanlı kroniklerinde, Eskişehir civarında İtburnu köyündeki zaviyesinde oturan, çevre­de itibarlı, sözü geçen saygın biri olarak tanınmaktadır. Ertuğrul Gazi ve Osman Beyin candaşıdır. Ertuğrul Gazi veya Şeyh Edeba­li'den hangisinin Sultanönü sancağına daha önce geldiği kesin ola­rak belli değildir.[8] Fatih devri vakıf kayıtlarında Bilecik’teki Ahi Ede zaviyesinden söz edilmiştir. Kanuni Devri’ne ait vakıf kayıtlarında ise İtburnu köyünde Şeyh Edebali’ye ait bir zaviye kaydı görülmemektedir[9]. Bu Şeyh Edebali’nin İtburnun’da Şeyh Süleyman yanında yıllarca ikamet ettiği gerçeğini değiştirmemektedir. Çünkü Şeyh Süleyman Türbesi ve civarındaki /Zaviyeyi Dergahı anlamak ve bunun hakkında hüküm verebilmek için Şeyh Edebali'yi de tanımak gerekmektedir. Ayrıca Osmanlı'nın istiklalinin ilan edildiği hutbenin ve cuma namazının kılınması için de Dursun Fakih'e ilk İtburnu’ndaki dergahta izin verilmiştir. Mal Hatun'un buradan gelin edilmesi bir tesadüf değildir. Tapduk Emre, Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli Seyitgazi ziyaretinden sonra burada misafir kalmıştır[10]. Bu araştırmanın amacı köyün (mahallenin) tarihi eser ve ulu şahsiyetlerinden Şeyh Süleyman ve Şeyh Edebali’yi tanıtmaktır. Bununla birlikte akademisyenler için Türk tarihî açısından stratejik öneme sahip bu yerin “Türk Kimliği”ndeki katkılarına da dikkat çekmektir.

İtburnu/Kelb-Burnu/ Uludere
Eskişehir (Sultanönü Sancağı) -Bilecik-Söğüt sınırında olan Uludere (İtburnu) Köyü Ahi büyüklerinden Şeyh Edebali ve onun Hocası Şeyh Süleyman Hazretlerine (XIII. yy) ev sahipliği yapmıştır. Uludere Köyü (mahallesi), günümüzde Eskişehir ili Tepebaşı İlçesi’ne bağlıdır. Köy, “Kelb-burnu” adıyla 937 (1530) tarihli tapu tahrir defterinde “Karaca-şehir Nahiyesi”ne bağlı olarak yer almaktadır (BOA. TD. nr:438/225: 60) Köy, “İt Burun” adıyla ise 928 (1521) (BOA. TD.nr: 112/115), 953 (15469 (BOA. TD. nr: 247/56) tarihli tapu tahrir defterlerinde “Koz İli Nahiyesi”ne bağlı bir köy olarak geçmektedir [11]. Köyün 1930-1931 yılına ait bir kitapta “İtburnu” adıyla merkez kazaya bağlı bir köy olarak yer alması, adının Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Uludere olarak değiştirildiğini göstermektedir. [12]

İtburnu köyü, İstanbul'dan başlayan Vezirhan ve Söğüt’ün Küslük yolunu takip eden, şimdiki Söğüt mezarlığının içinden, Gündüz Bey köyünün altındaki Karanca deresinden, Olluklu köyünün Deve Bağırtan Mevkiinden, Uludere Beş Kardeş mevkiini takip eden bu yola “Tacir yolu, Hac yolu veya Bağdat yolu” denilmektedir. Buradaki caminin adının Alaaddin Camisi olmasının da bu mevkinin tarihteki manevî ve iktisadî öneminin büyüklüğünü göstermektedir [13]. Köyün isminin her ne kadar bölgedeki kuşburnu bitkisinden geldiği ifade edilmekte ise de bu isimler (İtburnu/Kel-Burnu) bölgenin Anadolu Selçuklu ve kuruluş aşamasındaki Osmanlı’nın uc bölgesi olmasından verilmiş olmalıdır. 

Ahî Şeyhi Süleyman ve Ahî Şeyhi Edebali 
İtburnu köyündeki kayıtlara göre; “Şeyh Süleyman XIII. yüzyılda Türkmenistan (Türkistan)dan Anadolu'ya ailesi ile göç ederek Eskişehir ili Karacaşehir kazasına bağlı İtburnu (Kelb-burnu/ Uludere) kariyesine gelmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad Zaviye ve Cami inşa ettirerek bu zata teslim etmiş ve Türk halkına İslamiyet’i, tarımı ve sanatı öğretmesi için görev vermiştir. Şeyh Edebali ise 1281 yılında Karaman'dan Eskişehir'e gelmiş ilk geldiği zaman İtburnu’nda Şeyh Süleyman Hazretlerine intisap etmiştir. Burada 13 yıl yetişmiş ve Ahî Şeyhi unvanıyla icazet alıp sonra Eskişehir Çatak makamında insanları irşat etmeye başlamıştır”[14].  Köy kayıtlarının verdiği bu bilgiler halen Eskişehir’de Çatak Mevkiinde Şeyh Edebali’nin bir makamının (saygıya binaen yapılmış bedeninin bulunmadığı ziyaret mezarı) bulunması ve Şeyh Edebali’nin tasavvuf yolculuğu ile de örtüşmektedir. Şeyh Edebali 1206 yılında Merv’de bugünkü Türkmenistan, tarihte Türkistan olarak isimlendirilen coğrafyada doğmuştur (Bazı kaynaklar Karaman’da doğduğunu ifade edilmektedir). Karaman, Şam ve Anadolu’daki eğitimlerini takiben en son olarak hemşehrisi Şeyh Süleyman’ın yanına gelmiştir. 

Şeyh Süleyman’ın seçkin öğrencisi Şeyh Edebali’nin kızı Bala/Mal Hatun (İsim hususunda kaynaklarda farklılıklar vardır) Osman Gaziye İtburnu köyünden gelin çıkmıştır. Osmanlı Beyliği ile Ahiler arasında güçlü bir bağ oluşturulmuştur. Ahilik geleneği asırlarca Anadolu Topraklarında yaşatılmıştır. Şeyh Süleyman bu topraklarda zaviye sahibi büyük bir Ahî Şeyhidir. 

Halil İnalcık “Osmanlı Uc’unda Örgütleyici Öğeler: Ahîler ve Fakılar” başlıklı yazısında şunları ifade etmektedir:
“Uc toplumunda Osman Gazî’nin manevî destekleyicisi, hukukî ve sosyal hayatı örgütleyici olarak ahileri ve fakıları görüyoruz (fakı, İs¬lâm ilimlerinde, özellikle hukukta uzman fakîh’ın kısaltılmışıdır). Osman Gazî bir bölgeyi ele geçirdikten sonra bu ülkeyi nasıl örgüt-leyeceğini ahîlerden ve fakılardan sormaktadır. Fakılar, İslâm hu¬kukunu, İslâm kurumlarını bilen insanlar olarak gazi önderi yön¬lendirici bilgiler sağlamaktadır. İlk Osmanlı Beyleri Osman ve Or¬han Gazî tarafından ahîler ve fakılara verilmiş birçok vakıf, köy ve çift¬lik, tahrîr defterleri kayıtlarıyla bize kadar gelmiştir. Bu dönemde vakıfların büyük bir kısmı fakılara verilmiştir. Bu kayıtlarda, daha bu zamanda, Türkmenlerin köylere yerleştiklerini biliyoruz. Köye yerleşen bir grubun, İslâm kurallarına göre yaşamlarını düzenle¬mek için bir köy imamına, bir din adamına ihtiyacı vardı. İşte, fakıların ilk kademede olanları bu köy imamlarıdır. Daha yu¬karıda kadılar, vezirler gelmekteydi. 1330’larda Osmanlı ülkesini gezen İbn Battuta Seyahatnâmesi’nde bu çeşit köy imamlarından söz eder. Osman Gazî döneminde bu fakıların en meşhuru Tursun Fakîh’tir. Söğüd yakınında türbesi bugün bir ziyaretgâhtır. Eskiden daha çok ahîlerin önde geldiği sanılıyordu. Fakat tahrîr defterlerindeki vakıf kayıtları gösterdi ki, fakılar daha ağır basmaktadır. Meselâ, 

Os­man ve Orhan Gazî dönemi vakıflarını içeren Fâtih dönemine ait bir ev­kaf defterinde (Osmanlı Arşivi, MM 16016, 13-17) Söğüd kaza­sında vakıflar şu görevliler arasında bölüşülmüştür”[15]:

                               

.....

Devamı için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.